Başkanlık, Başbakanlık ya da Yarı Başkanlık
Anayasa’da Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili açık hükme aykırı olarak yasayla yapılan düzenlemeyi CHP Anayasa Mahkemesi’ne götürmüştü. Mahkeme konuyla ilgili kararını çok yakın bir zamanda verecektir. Verilecek karar ne olursa olsun bundan en fazla etkilenecek olan da iktidar partisi olacaktır.
Anayasa yazım süreci bahane edilerek “Başkanlık” ya da “Yarı Başkanlık” sistemi AKP tarafından bu yüzden dile getirilmektedir. Zira Başbakan Erdoğan, Cumhurbaşkanı değil Başkan olmak istemektedir.
Başbakan Erdoğan’ın Çankaya’ya Cumhurbaşkanı olarak çıkması halinde AKP’yi ANAP’ın akıbetinin beklediği bilmektedir. Bugün Tayyip Erdoğan eşittir AKP’dir. Tayyip Erdoğan durumun farkında olarak Çankaya’dan AKP’yi yönetebilmesi için aynı zamanda Başbakan yetkisinin de kendisinde olmasını istemektedir.
AKP’nin on yıllık iktidarı sürecinde kurduğu düzenin bir süre daha sürdürülebilmesi ancak başkanlık sistemiyle mümkündür. Bu bakımdan başkanlık sistemi AKP için “olmak ya da olmamak” sorunu haline gelmiştir. AKP’nin önümüzdeki günlerde Başkanlık sistemi için daha dayatıcı olacağı, bunu mümkün görmezse yarı başkanlık sisteminde ısrarlı olacağını söyleyebiliriz.
AKP sözcülerinin başkanlık telaşının nedeni budur. AKP’nin bu yönde hazırlık yaptığını, medyaya yansıyanlardan anlamak mümkündür. AKP Grup Başkanvekilleri Yarı Başkanlık için anayasanın uygun olduğundan söz etmeye başladılar.
Uygunluğun kanıtı olarak 28 Şubat’ta Erbakan’ın istifasının ardından Cumhurbaşkanı Demirel’in Başbakanlık görevini Çiller’e değil Mesut Yılmaz’a vermesiyle açıklıyorlar.
Demirel’in bu tasarrufunu 28 Şubatçıların baskısı ve yönlendirmesi altında yaptığını herkes biliyor. Çiller’in yerine Yılmaz’ın atanması cuntacıların başarısıydı. Anayasa, yasa ve teamüller böyle olduğu için değildi. Bu atama anayasa zorlanarak yapılmıştır ve antidemokratiktir. Daha doğrusu Yılmaz’ın Başbakanlığa atanması askeri müdahaleden korkulduğu için zorunlu olarak yapılmıştır. Silahların gölgesi altında verilmiş bir karardır.
27 Mayıs ve 12 Eylül darbeleri sonrasında da cuntanın iş başına getirdiği Cemal Gürsel ve Kenan Evren’in Cumhurbaşkanlığına atanmadan önce “Devlet Başkanı” sıfatlarını kullanmaları da tesadüf değildir.
Başkanlık sistemi kâğıt üzerinde düzenleme yapılarak gerçekleştirilebilecek bir olgu değildir. Başkanlık sistemi ülkenin yapısal, milletin sosyal ve sistemin siyasal yönden uygun olmasıyla ancak mümkün olabilir.
Parlamenter sistemi altmış yıldır sağlam bir zemine oturtamamış bir Türkiye’nin şipşak başkanlık sistemine geçebileceğini demokratik kafalı insanlar düşünemez.
Türkiye’de küçük düzenlemelerle başkanlık sistemine geçilebileceğini sananlar, Türkiye’nin devlet yapısı, anayasal düzeni, toplumsal sistemi ve siyasi kültürünün farkında olmayanlardır.
Bir defa sistem demokratik olacaksa bir Meclisle başkanlık sistemine gidilemez, bir de Senato’ya ihtiyaç vardır. Senatör ve Milletvekili seçimlerinin dar bölgeli ve iki turlu yapılması gereklidir.
Ayrıca kuvvetler ayrılığının da şeklen değil fiilen kurumsallaşmış yapılar haline getirilmesi şarttır. Bütün bunlar da “ol” deyince olacak şeyler değildir.
Lenin 1903’te, “Ne yapılmalı?” adındaki küçük kitabında ilk kez demokratik merkeziyet teorisini geliştirdiği zaman, Trotsky(Troçki) aşağı yukarı şu itirazı ileri sürmüştür: “Partiyi proletaryanın yerine, ardından Merkez Komite’yi Parti’nin yerine, en sonra da Parti Genel Sekreteri’ni Merkez Komite’nin yerine geçireceksiniz ve işin sonu proletarya adına, bir tek kişinin mutlak iktidarı olacak”.
Komünist sistem içinde uygulama aynen böyle olmuştur. Aynı sistemin kapitalist düzen içinde gerçekleşebilir olmayacağını kimse garanti edemez.
Başkanlık ya da Yarı Başkanlık adı altında düşünülen sistem, AK Parti’yi millet yerine, AKP hükümetini parti yerine ve sonuç olarak da Başkan Tayyip Erdoğan’ı hükümet yerine koyacaktır. Böylece sonunda millet adına bir tek kişinin mutlak iktidarı kurulmuş olacaktır.