Başını arayan gövde!
Ankara tarihi ve mahşeri bir gün yaşadı. Başbuğ’un Hakk’a yürümesi sonrasında ilk defa bu kadar çok ülkücü Muhsin Başkan’ın cenazesinde bir araya geldi. Eskisi yenisi, içerideki dışarıdaki, muhalifi muvafığı hepsi Kocatepe Camii’ndeydi. Millet değerleriyle oradaydı. Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı’yla devlet de oradaydı. İsyankâr suratlar, asık yüzler, beyaz sakallar, yaşlı gözler, mağrur alınlar; ezanlar semaya yükselirken birbirlerinin ayakları altına serdikleri ceketler üzerinden secdeye vardılar. Dualar, salâvatlar, tekbirler, hıçkırıklar, “helal olsun” nidaları birbirine karışarak semaya “sonsuzluğun sahibine” ulaştı. Ayrılık zamanı gelmişti. Kimi hıçkırarak, kimisi slogan atarak kimisi de dua ve tekbirler eşliğinde büyük bir gövde gibi yüzbinler yürüyüşe geçti. Birbirine karışmış bir vaziyette birler binlerin, binler onbinlerin ardından yürüdü. Sonuçta daha önce Başbuğ’dan ayrılanlar sonra da Muhsin Başkan’la vedalaştılar. Emanet de sahibine Tacettin Dergâhı’nda vasıl oldu.
Nihayet Ankara’ya görevini yapmaya gelenler, geldikleri yerlere geri döndüler. Onlar, acıyı ve yası paylaşmak için geldikleri Ankara’da başını arayan bir gövde görüntüsü verip dağıldılar.
Çankaya Yokuşu!
Onların arasına ve onlara karışmış bir biçimde Kocatepe yokuşunu çıkarken, içimden “Çankaya Yokuşu’nda Asya’nın Bozkurtları Marşı” nı okumak geldi. Düşündüm: Neden “Çankaya Yokuşu” na -yani iktidara- doğru değil de Kocatepe, yani yasın ve acının yokuşuna doğru bu inanmış kitleler yürür? Niçin ölümleri şölen yapar da zaferi kutlamaktan mahrum kalır bu kitleler? Bir zamanlar yöneldikleri, kilitlendikleri hedeften her geçen gün neden biraz daha uzaklaştı bu insanlar? Kendi kaderlerini başkalarının tayin etmesine neden izin verdiler gibi yüzlerce düşünce meşgul etti zihnimi!
12 Eylül öncesinde de yüzlerce gencin “bir gül bahçesine girercesine” al kanlara boyalı tabutlarını omuzlamıştık. O zaman da acıyı paylaşmak bakımından durum aynıydı. Ama o zamanlar bu kitle bir umut, bir iddia ve bir ideali temsil ederdi. Aynı istikamete yürürlerdi. Onun için de büyük bir güçtüler. Şimdilerde aynı kitleler ne kadar da ayrı yönlere bakıyor! Acılarını yüreklerine gömdükten sonra her biri ülkenin bir başka yönüne doğru dönüp dağılıp gittiler.
Kuşkusuz kitleleri bir iddiaya, ideale ve davaya odaklamak görevi onun önünde yer alan mensuplarına aittir. Bozkurtlar yolu açar ya da işaret eder, kitleler de o yollardan geçer. Bunu başarmak da onların görevidir. Kitleleri idealsiz ve istikametsiz bırakmamak onların en önemli işidir. Sorun belirli süreler için iktidarda yer almak ya da bir yerlere oynamak sorunu değildir. Sorun bir kitleyi, kendi geleceğini belirleyecek mekanizmalar üzerinde söz sahibi yapmaktır.
Hayatlarını milletlerine vakfedenler eninde sonunda görevlerini yapıp çekilirler. Onların yaptıklarını yapacak, mücadele adamları ve önderler elbette dışarıdan ithal edilemez, içeriden çıkmak zorundadır.
İdealler diri tutulmalıdır. İdeal kesinti kaldırmaz. İdeal sahibi insanlar yılmak, yıkılmak, yorulmak nedir bilmez. Onların zafer istiyorlarsa; engellerin aşılmak, birliklerin başarılmak, sorunların da başa çıkılmak için var olduğunu bilmeleri gerekir. Bunun için onlara uğrunda her türlü riski üstlenebilecek doğru bir istikamet göstermek gereklidir. Bu da toplum, siyaset ve kültür önderlerinin başarabileceği bir iştir.
Kocatepe’de başını ve başlığını arayan gövdeler belki de son kez bu mesajı verdiler. Bu mesajı alanlar oldu mu? Sanmıyorum!