Başbakan hasta mı?

Vatan yazarı Okay Gönensin, Başbakan Erdoğan’ın Menderes’in hastalığına yakalandığını ileri sürdü...
Başbakan Erdoğan’ın bir süredir yaptığı her konuşma kendisini Türkiye’nin “tek sahibi” gibi gördüğünü gösteriyor.
Erdoğan’a göre, Türkiye’yi temsil eden tek kurum Büyük Millet Meclisi’dir, çünkü Meclis doğrudan halkın oylarıyla ortaya çıkar. Bu mantığa göre de çoğunluğun başında bulunan kişi ülkenin tek söz sahibidir, hatta sahibidir.
Başbakan’ın demokratik sistemin işleyişiyle ilgili bilgi ve altyapı eksiklikleri de her konuşmasında fena halde ortaya çıkıyor. Örneğin dün de Baroların aslında bütün hukukçuları temsil etmediği fikrini buluverdi.
Bu fikrin Meclis’in tek söz sahibi olması fikriyle çeliştiğini düşünmek zahmetine bile katılmayan Başbakan için böyle bir tutarlılığın önemi kalmamıştır.
O ki, halkın yüzde 47’sinin oyunu alarak iktidar olmuştur, artık her kararını uygulamaya hak sahibi olmuştur, artık “Türkiye O’dur, O Türkiye’dir”...

* * *

Demokratik sistemin işleyiş mantığı ve en temel ilkesi hiçbir kurumun diğerlerinin üstünde olmaması ve bütün kurumların yetkilerini “halk adına” kullanmalarıdır. Yargı da görevini “halk adına” yapar, diğer üç kuvvetin yanına çoktan eklenmiş olan basın da görevini “halk adına” yapar.
Demokrasideki gelişmeler, bu temel kurumların yanında “sivil toplum örgütleri” denilen kuruluşlar aracılığıyla yönetimi sürekli denetleyerek halkın “yönetime katılması” nı da sağlamıştır.
Erdoğan kendi iktidarının yapısını ve sınırlarını düşünmek, kendi iktidarının kaynağını demokratik sistemin mantığında aramak yerine oldukça hızlı bir şekilde rahmetli Menderes’in yakalandığı hastalığa yakalandı. Adnan Menderes, halk desteğinin gücüyle Meclis’e “Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz” demişti. Meclis’in üzerindeki kendi gücünü de “Ben aday gösterirsem odunu bile milletvekili seçtiririm” vecizesiyle özetlemişti.

* * *

Demokratik sistemde hiç kimse ülkenin sahibi değildir ya da herkes ülkenin sahibidir, hiç kimse diğerinden daha fazla ülkenin sahibi değildir.
Bir zamanlar Fransa’da kendini aşırı güclü zanneden bir devlet başkanı “Ben Fransa’yım” demiş sonra da en hızlı şekilde köyüne gönderilişini bir türlü anlayamamıştı. Erdoğan da eğer kendi iktidarıyla
ilgili fikrini gözden geçirmezse, neden gönderildiğini anlayamayacaktır.
* Okay Gönensin / Vatan

*****

Tartışmaya ara veriniz
Evlerde, kalabalık aile meclislerinde, büyük dâvetlerde, iş yerlerinde, şurada burada, bütün dost ve arkadaşlarıma şunu tavsiye ediyorum:
- Türban meselesini tartışmayın.
Çünkü birbirinizi kırarsınız. En sevdiğiniz arkadaşınızı bile kaybedebilirsiniz.
Bâri bir sonuca varsanız.
Hayır. Hiç de bir yere varamazsınız.
Öyleyse?.. Biraz ara veriniz.

* * *

Niçin yazıyorum?
Aslında dertleşmesi gerekenlerin çekiştiklerini görüyorum.
Bunlar, aynı kampın insanları.
Laik Cumhuriyete sımsıkı bağlı olduklarından hiç şüphe duymadığım kişiler.
Bunlar, uygar ve çağdaş dostlar... hatta AB’den daha Avrupalı arkadaşlar. Yâni içlerinde tek yobaz yok.
Ama bu konu açılınca, hemen kabarıyorlar. Ve kırıcı olmaya başlıyorlar.
Sonuç? Sonuç yok.
Buruk ayrılıyorlar.
Ertesi gece, haydii, yine aynı
konu.

* * *

Özgürlükçü olduklarını söyleyenler, karşılarındakileri yasakçılık’la suçluyorlar.
Onlar da öbürlerini gaflet ve hıyanet içinde görüyorlar. Yenir yutulur lâflar değil.
Halbuki hepsinin hayat biçimleri aynı... Hepsinin cumhuriyet ilkeleri sağlam. Nasıl oluyor bu? Üniversiteyi görmüyor musunuz? Profesörler ikiye bölündü. Basın’a bakın. Yazarlar ikiye bölündü. Yargı bile ikiye bölündü. Anayasa Mahkemesi için şimdiden parmak hesabı yapılıyor.
Aydın kesim böyleyse, öbür tarafta kimbilir neler oluyor.
* Rauf Tamer / Posta


*****

Niye çatışma nedeni?
Türban Noel Baba gibi herkese bir şeyler dağıtıyor. Oy avcıları yararlanıyor, varoşları ve kırsalı türbnala avlıyorlar. Cumhuriyetin yerine din devleti kurmak isteyenler onu bir köprü gibi kullanıyorlar.
Cumhuriyeti, devlet düzenini değiştirmek isteyen dış güçler türbanı bir siyasi silah gibi görüyor ve değerlendiriyorlar. Küçücük, masum bir bez parçası bir anda atom bombası gibi büyük bir güce ulaşıyor. Bir bez parçası, koskoca Cumhuriyeti yıkabilecek bir kaldıraç haline dönüşüyor.
-Sorunun temelinde din mi var, hayır. Sorun bir hukuk sorunu mu? O da değil. Sorun “mazlumlar ve sömürgeciler arasındaki çatışmada” türbanın bir maşa olarak kullanılması.
Dünyadaki paylaşım kavgasında emperyalizmin ve onun işbirlikçilerinin türbanı, toplumdaki çatışmanın bir aracı haline getirmeleri.
-Sağ-sol çatışması, Türk-Kürt çatışması ve laik-dinci zıtlaşmaları emperyalizmin “böl ve yönet kuralının uygulamalarıdır.”
* Erol Manisalı / Cumhuriyet


*****

Ronaldinho anayasası...
Belki gözünüzden kaçmıştır...
Maliye Bakanımız, gazetecilerle sohbet ederken, lafı futbola getirdi ve şöyle dedi:
“Bana Brezilya’dan bir tane Ronaldinho bulun. Eskişehir’e söz verdim... Arıyorum, bulamıyorum. İspanya’ya gittim, Barcelona’dakini almam mümkün değil... Brezilyalı olsun, adı Ronaldinho olsun, yeter.”

* * *

Nedir laik?
“Din işlerini devlet işlerine karıştırmayan, dinden ayrı tutan.”
Kızlar ne diyor?
“Dinim gereği takıyorum.”
Çıkarılan kanun ne?
“Din gereği takılana özgürlük.”
Hal böyleyken...
“Din işlerini devlet işlerine karıştırmıyorum” deyip, din gereği takılanı, devletin yasama organında “kanun” yapanlar ne diyor?
“Laikliğin teminatıyım!”

* * *

- Ronaldinho mu?
- Ronaldinho ama...
- Aması maması yok, inanmıyorsan, aç nüfus káğıdına bak... Ne yazıyor?
- Ronaldinho.
- Brezilyalı mı?
- Brezilyalı.
- E daha ne?

* * *

- Laik misin?
- Teminatıyım.
- Ama böyle laiklik olur mu?
- Niye olmasın? İnanmıyorsan, aç Anayasa’ya bak... Laiktir yazıyor mu?
- Yazıyor.
- Cumhuriyet mi?
- Cumhuriyet.
- E daha ne?

* * *

Böyle bundan sonra.

* * *

New York’ta yaşayanlar, Belçika vatandaşı olanlar, hiç utanmadan, “Anadolu insanını savunuyorum” diyorsa... Tarikat şeyhi ne derse onu yapan, tescilli Atatürk düşmanları, “demokrat” sayılıyorsa... Soros’tan para aldığını inkár etmeyen arkadaşlar, “özgürlük kahramanı” ilan ediliyorsa... Üç kuruşluk ihale, dört günlük koltuk için eğilip bükülenler, “aydın” veya “saygın” kabul ediliyorsa... “Menfaat mevzubahisken, gerisi teferruat” sa...
Ronaldinho mu?
Ronaldinho.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet


*****

Hem Büyük...
Hem Elçi...

Almanya İçişleri Bakanı, 9 “Türkiye göçmeni” ni kül eden yangında “kundak kuşkusu” kovalayan Berlin Büyükelçisi Mehmet Ali İrtemçelik için, “Büyükelçilere de görgü öğretmek lazım” dedi.
Mesele o ise, ta lisedeki halinden bildiğimiz İrtemçelik, onu o konuda isterse sulu, isterse biralı götürür, ister susuz, ister birasız getirir!
Kaldı ki, burada ( “tecavüz yüzünden” ) cezaevine girmiş bir Alman çocuk için karışan “Merkel tayfası”, “kül çocuklarımız” için hangi yüzle kuşku, ilgi, müdahale istemeyecek ki!
Size de bazı şeyleri hatırlatayım da, bir insanın, siyasi görüşü ne olursa olsun, “asla boyun eğmeme, tüm haksızlıklarda tavır alabilme” gibi “bağımsızlık karakteri” ni kısaca görelim.
İrtemçelik; Ecevit koalisyonu bakanı iken, hükümetin üç liderine tavır alarak bakanlıktan gitmişti.
O iktidarın milletvekili iken, büyük medyanın çirkin siparişi yeni RTÜK kanunu için DSP, MHP, ANAP boyun eğip mebuslarını birer parmak çocuk yaparken, o karşı tavır almış, sessizce de değil, açıkça mücadele etmişti ( Uluç Gürkan da ). O sırada bir yandan Cumhurbaşkanı Sezer ile, bir yandan başta Gül, bugünkü AKP kadrolarıyla aynı “muhalif” safta idi.
Sonra, AKP iktidar olunca, yanlış gördüğü meselelerde Başbakan’a da tavır aldı. Burada da,
Berlin’de de.
* Umur Talu / Sabah

Yazarın Diğer Yazıları