Başbakan Erdoğan'ın tehlikeli sözleri!
İktidar yetkilileri, siyasi Kürtçülüğü PKK’nın bıraktığı noktadan alıp ondan daha da ileriye taşımak için elinden gelen her şeyi yapıyor. “Açılım” adı altında resmen etnisite siyasallaştırılıyor. Zaman zaman buna mezhepçilik fitnesi de katılıyor. Bununla da yetinilmiyor. Geçmiş tarihin, acı ve üzüntü verici olayları nefret ve intikam duygusu yaratacak biçimde istismar ediliyor. Bugün, iktidar yetkilileri kendilerine göre kurguladıkları kötü bir geçmişin pençesinden halkı kurtarmaya çalıştıkları duygusunu vermeye çalışıyor. Yaptıklarını meşru göstermek için geçmişi resmen mahkûm ediyorlar. Belirli bir insan gurubuna geçmişte yapılanların zulüm ötesi olduğuna vurgu yapıyorlar.
Murat Nehri kan akmış!
Hatırlatalım Başbakan Erdoğan bir süre önce şunları söylemişti: “Yıllarca bu ülkede bir şeyler yapıldı. Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. .../... Bu aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi” . Başbakanın sosyolojik ve siyasi gerçekleri bir kenara bırakarak yaşananları bir kalemde “faşizan bir yaklaşım” olarak nitelemesi fazla cüretkâr bir nitelemedir. Geçmişte meydana gelen siyasi ve tarihi olayları şartlarından ve zamanından kopararak bu tür bir nitelemeye muhatap etmek; tarihe ve devlete hem yanlış yapmak hem de haksızlık etmektir. Başbakan Erdoğan, bu tür geçmişi suçlama konuşmalarından bir başkasını da Kızılcahamam’da yaptı. Başbakan, meşhur “açılımı” nın ne denli gerekli olduğunu anlatmak için Necip Fazıl’dan şu tüyler ürpertici alıntıyı yaptı: “Mazgirt Persemek nahiyesinin halkı doğranmakta. Merhamet sahiplerinden biri, bir ile 10 yaş arasında 20 kadar çocuğu alıp bir derenin içine saklamıştır. Vaziyet haber alınıyor. Çocukların öldürülmeleri emri veriliyor. Fakat bu emri yerine getirebilecek kimse zuhur etmiyor. En katı yürekliler bile böyle müdafaasız masum yavrulara silah kullanamayacaklarını söylemeye mecbur kalıyorlar.../...Nihayet karanlık suratlı bir adam bulunuyor. Ve bir dere içinde titreşe titreşe bekleyen 20 masumun işini bitiriyor. Murat suyunun kandan kıpkızıl aktığını görenler olmuştur” .
Abartının böylesi!
Mübalağa şairin sanatıdır. Necip Fazıl gibi mübalağa sanatının zirvesinde olan bir şairin ne kadarı gerçek ne kadarı hayal mahsulü olduğu tartışılacak bir hikâyesini, tarihi hakikat gibi topluma sunmak en azından topluma haksızlık etmek anlamına gelmektedir. Eğer bu ülkede Murat’ın suyu kan olarak akmışsa o zaman kardeşlik, barış ya da milli birlik ve beraberlik ölmüş demektir. Hâlbuki gerçek öyle değildir. Ortada isyan ederek her türden katliam yapan asiler ile onlara karşı varlığını savunan meşru bir devlet var. İktidar, yetkilileri adeta bütün suçu dünkü devlete yüklüyor ve onu mahkûm ediyor. Devlette süreklilik diye bir ilkenin bulunduğunu ve bunun iktidara bazı sorumluluklar yüklediğini unutuyor. İktidar, eğer devletin geçmişte bir yanlışlık yaptığına inanıyorsa bu yanlışı kaşımak ya da tahrik etmek yerine gereğini yapmak gibi bir görevi vardır. Bütün olan bitenden ceberrut, zalim, merhametsiz ve acımasız devletin sorumlu olduğu duygusunu yaygınlaştırmak toplumu böler. Bu durumda birileri resmen devlete karşı kışkırtılmış olur. Katliamcı ya da fail-i meçhulcü devlet meşru olarak görülemez. İktidar sorumlularının -açılım siyasetlerine gerekçe yaratmak amacıyla da olsa- toplumda kin, nefret ve intikam duygusu yaratacak yaklaşımlardan kaçınmaları gerekir.