Başbakan Erdoğan'a açık açık mektup -3-
İstanbul Boğazı’na yapılacak üçüncü köprünün adının Yavuz Sultan Selim Köprüsü konulması sadece Türkiye’de yaşayan Alevilerin tepkisi ile karşılanmamıştır. Şah İsmail’e karşı büyük bir sevginin duyulduğu Kuzey ve Güney Azerbaycan’da da 40 milyona yakın insan üzerinde çok olumsuz etki yapmıştır. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Yeni Osmanlıcılıktan bahsettiği, Irak’ta Selefilerin Şiilere “Safavilere Ölüm” diye saldırdığı bir dönemde Yavuz’un isminin 3. Köprü’ye verilmesi, AKP’nin Sünnici dış politikasının yansıması olarak yorumlanmaya açıktır.
Yavuz Sultan Selim Osmanlı-Türk tarihinin en önemli şahsiyetlerinden birisidir. Yavuz Sultan Selim’in Doğu politikasının temeli, Basra Körfezi üzerinden Hint Okyanusu’na inen Avrupalı güçlerin geniş kuşatmasını engelleyecek bir jeopolitik yapıya ulaşmaktır. İran Türklüğünün Nadir Şah ile birlikte en önemli şahsiyetlerinden olan Şah İsmail için ise Doğu Anadolu ve Mezopotamya, imparatorluğunu besleyecek zengin topraklardır. Özetle, Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail, iki Türk ordusunun üzücü çatışması ile de sonuçlansa mezhep üzerinden kendi içinde jeopolitik temeli olan bir mücadele vermişlerdir.
21. Yüzyılda İslam Dünyasında Sünni-Şii çatışmasını teşvik edici, besleyici bir siyaset izlemenin Allah, millet ve tarih karşısında savunulur yanı yoktur. Türkiye, Sünni-Şii bloklaşmasını teşvik edici değil aksine uzlaştırıcı, çatışmayı engelleyici bir çizgiyi izlemelidir. Siyasette sembollerin büyük önemi vardır. Ankara’nın, AKP Hükümetinin bütün İslam Dünyasına böyle bir mesajı vermek için kullanabileceği sembolik araç yine üçüncü köprünün kendisi olabilir. Bu aşamada üçüncü köprünün isminin değiştirilmesi doğru ve olası da değildir. Ancak İstanbul Boğazı’na yapılan her köprüye giden viyadükler ve her köprünün başında park alanları olur. Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün en büyük viyadüğüne Hacı Bektaşi Veli’nin adının verilmesi, diğer tarafta bir viyadüğe Pir Sultan Abdal Viyadüğü adı verilmesi mümkündür. Ayrıca Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün hemen başında yapılacak büyük bir parka, Şah İsmail’in şiirlerinde kullandığı ismi olan Hatayi Parkı ismi verilmesi, bu parka Şah İsmail ve Yavuz Sultan Selim’in at üzerinde yan yana heykellerinin yapılması, Alevi yurttaşlarımızın kızgınlığını engelleyecek, 50 milyon Şii Türk’ün gönlünü alacak, İslam Dünyası’nın bir mezhep savaşına sürüklenemeye çalışıldığı bir dönemde çok olumlu bir etki yapacaktır.
Dış politikada laik bir çizgiye çekilerek, hızla gelmekte olan Sünni-Şii çatışmasında engelleyici bir konum taşıması gereken Türkiye, içeride de toplumsal barışı hızla sağlamalıdır. Bu konuda asıl görev tabii ki toplumsal muhalefetin değil, Başbakan Erdoğan’ındır. Usta bir siyasal taktisyen olan Erdoğan, çok kırılgan bir zemin üzerinde çok tehlikeli ve aniden kontrol dışına çıkabilecek hamleler yaptığının bilinci içinde, bedeli yüzde birkaç oy da olsa iç barışa doğru geri adım atmalıdır.
Demokrasilerde bir siyasi partiyi iktidara getiren aldığı oylar, iktidarda tutan ise oy vermeyenlerin bu siyasi partinin iktidarının meşruluğunu kabul ederek yönetimine rıza göstermeleridir. Diğer bir ifade ile % 50’ye dayanarak, düşmanlaştırılan diğer % 50, uzun süre kontrol altında tutulamaz. Milli egemenlik sandıktan çıkar, ancak milli egemenlik sadece iktidarı seçenlerin değil, muhalefete de oy verenlerin egemenliğidir. Muhalefeti milli egemenlikten dışlayan bir yaklaşım, % 50 oy bile alsa demokratik bir iktidar değildir.
Bundan dolayı dış politika tekrar mezhep kavgasından uzak laik bir dış politikaya kayılırken, iç politikada da AKP’li olmayanları düşmanlaştırıcı çizgi derhal terk edilmelidir. Tasarlandığı anlaşılan baskı ve cadı avı politikaları terk edilmelidir. Bu politikaları önerenler ne Türkiye’nin ne de AKP’nin dostlarıdır. Kucaklarında beş yaşındaki çocukları olan annelerin üzerlerine biber gazlı su sıkılır ve biber gazı atılırken, aynı gün Kato Dağı’nda PKK’lıların “cenaze töreni” yapmasını ise devlet güçlerinin müdahalesiz seyretmesi, demokratik siyasetin sürmesi için ön şart olan iktidarın meşruluğuna inancı ortadan kaldıracaktır.
Türkiye’nin özellikle de Başbakan Erdoğan’ın Bilim, Birlik ve Barış demesinin vakti gelmiştir. Taksim’e ne yapılacağına kent bilimi BİLİM karar vermelidir. Başbakan % 50’nin değil, % 100’ün Başbakanı olduğunu gösterecek adımlar atarak,
BİRLİK demelidir. Toplumsal muhalefete karşı şiddet politikası sona erdirilerek,
BARIŞ denmelidir.