Barzani mi, Erdoğan mı?

Mesut Barzani, “Kürt Özerk Yönetimi Bölgesi Başkanı” sıfatıyla Türkiye’deydi
Yani Barzani, Ankara’ya konumunu çoktan kabul ettirmiş. Daha düne kadar Türkiye’nin pasaportuna muhtaç olan adam, bugün Türkiye’den bir şey isteyen değil, Türkiye’nin (Kandil’deki PKK’lıların entegresi gibi) kendisinden bir şey istediği konumuna yükselmiş.. Demek ki dün hiçbir şeyi olmayan Barzani dünyanın en güçlü ordusu başta olmak üzere hemen her şeyi olan Türkiye’den daha iyi bir yönetim sergilemiş, kendisi Türkiye’ye muhtaçken Türkiye’yi kendisine muhtaç hale sokmuş.
Öyleyse, “Barzani mi usta siyasetçi, Erdoğan mı?” sorusunun cevabı, “Barzani” olarak tezahür etmiş bulunuyor. O da bunun farkında. Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile düzenledikleri ortak basın toplantısında dikkat ettim, bir ciddiyet, bir ciddiyet, eh, ancak o kadar olur. Anasından devlet adamı doğmuş mübarek. Davutoğlu ne kadar pembe tablo çizdi, ne kadar güzel günlerden bahsetti ise, Barzani de o kadar sade suya tirit laflar söyledi.
Hatta kendisine, “Ağabey” diyen Davutoğlu’nu ve tabi Türkiye’yi rencide etmeyi (ustaca) bile başardı. Hani bir gazeteci, İsrail’in yardım gemisinde şehit ettiği Türkler için ne düşündüğünü sorduğunda, “Ölenler için üzüldüm” dedi ya, işte orada aslında, Davutoğlu’nun yanı başında Türkiye’yi inceden eleştirdi, İsrail’e de öpücükler gönderdi. Ölenler için şehit demedi, İsrail’i de kınamadı. Davutoğlu çok isterdi Barzani’nin, “Bu bir vahşettir” ve “Türkiye Gazze’ye uygulanan ambargonun kalkmasında öncülük yapıyor” türünden bir şeyler söyleyip, şehitlerimizin yakınlarına sabır ve başsağlığı niyazlarında bulunmasını. Barzani bunu yapmadı, tıpkı İsrail’e arka çıkan ABD’li yetkililer gibi, ölenler için üzülmekle yetinerek, Türkiye’ye, benim için İsrail ve arkasındaki ABD sizden daha önemli, kusura bakmayın sinyalini, diplomatça gayet güzel verdi.
Bütün bunlara rağmen...
Ben Türkiye’nin dış politikasının ABD ve İsrail güdümünden çıkma sinyalleri verdiğini görüyor, bu yöndeki adımların cesaretlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. Aylar önce söylemiştim, bu ülkeyi kim yönetirse yönetsin ve onlar dış güçlere ne kadar bağlanmış bulunursa bulunsun, bir noktadan sonra yapabilecekleri fazla bir şey yoktur. İş döner dolaşır, ülkenin tarihi genleri, coğrafyanın stratejisi ve İslâm’ın ruhu, gelir seni millî duruşa icbar eder. Nitekim Kurtuluş Savaşı da bu gerçeklerin neticesidir. Padişaha, İngiliz ve Amerikan himayesi arasında gelgitler yaşayan İstanbul hükümetine ve 600 yıllık devlete rağmen tarih, kültür, iman ve coğrafya gerçeği bütün hesapları altüst etmiş, hiç bir plânda olmayan Türkiye Cumhuriyeti neticesini vermiştir.
Ben, bir şey bir kere olduğunda bir daha olabileceğine inanan biriyim. O zaman Atatürk vardı, şuydu buydu kolaycılığı, milletteki hazineyi ve Allah’ın yaratma gücünü inkârdır. Demem şu, AKP pek çok yanlış yapmış, Türkiye’yi bölünmenin eşiğine getirmiştir, o yaptıkları ne kadar yanlışsa, biraz bodoslama olsa ve bazı yanlışlar da içerse şu günlerde atılan, “Bölgede ben de varım!” adımları olumludur, cesaretlendirilmelidir. Tıpkı Gülen hareketinin “Dinler Arası Diyalog” faaliyeti ne kadar yanlışsa, dünyanın her noktasındaki Türk okullarının Türkiye için önemli hayırlardan biri olduğu gerçeği gibi. Bir an bu okulların hiç birinin olmadığını düşünelim, Türkiye bundan ne kazanırdı, şimdi var, Türkiye bir şey mi kaybediyor?

Yazarın Diğer Yazıları