Barzani, "daimi temsilcisi" yapsın seni

Oya gibi işlemiş dünkü yazısını...
Önce Türkiye-Barzani ilişkilerinde yaşanan değişimi özetlemiş:
“Bundan çok değil, beş yıl kadar önce, Türkiye nezdinde Mesut Barzani nedir diye sorulsa, çok geniş bir çevre, hakaretamiz anlamda “aşiret reisi, peşmerge” diye kestirir atardı.
Aynı dönemde, Türkiye’nin Ortadoğu’da en güvenilir, en yakın dostu kim sorusu yöneltilse, cevap, “Suriye Devlet Başkanı Başşar Esad” diye gelirdi.
Peki bugün, şu dönemde Türkiye’nin krizli, tehlikeli, riskli Ortadoğu bölgesindeki “en yakın dostu” hatta “en yakın müttefiki” kim diye sorulsa, cevap, tereddütsüz Mesut Barzani olacaktır.”

***


“Bak gör nerdeen nereye gelindi” demeye getirmiş:
“Mesut Barzani’nin Türkiye nezdinde “bölgedeki en güvenilir, en yakın dost ve müttefik” haline geldiği şu dönem, Barzani’nin “Kürt bağımsızlığı” ve “Irak’tan ayrılmak”tan en çok söz ettiği dönem.
Barzani, hiç bu yönde bir eğilim ortaya koymazken, Türkiye’nin karar vericileri kendisinden uzak durur, “aşiret reisi-peşmerge” gibi aşağılayıcı vurgulara muhatap tutulurdu. Ciddi ciddi, “ayrılık” vurgusu yapar ve “bağımsız Kürt devleti”ni gündeme getirirken, Türkiye tarafından pamuklara sarılarak muamele görüyor.”

***


Yukarıdaki trajik saptama da önemli tabii ama en azından Yeniçağ ve okurları açısından yeni bir durum değil, “Açılım” açıldığından beri rotasının “Kuzey Irak” olduğu bu gazetenin sayfalarında defalarca yazıldı çizildi. Dolayısıyla benim dünkü Cengiz Çandar yazısından asıl dikkat çekmek istediğim satırlar aşağıda:
“Barzani’yi sadece “devlet” değil, Türk kamuoyunun önemli bir kesimi de “güvenilir dost” olarak algılamaya başladı. Öyle ki, Türkiye’nin “yeni” gibi sunulan “Kürt sorunu yaklaşımı”nın da en önemli ve güvenilir dayanağı Mesut Barzani olarak öne çıkıyor.
Türk hükümeti (ve devleti) tarafından adeta kendisine verilen “devlet ihalesi”ni üstlenmiş gibi bir profil çizen Mesut Barzani’nin Türkiye’de yükselen olumlu imajı daha da güçlendi.”
Çandar, bana kalırsa düpedüz “imaj operasyonu başarıyla tamamlanmıştır” mektubu yazmış Barzani ve destekçilerine; başardık!
Malum kendisi bile sayamaz oldu Erbil’e kaç kere gittiğini. “Komşu kapısı” yaptı diyeceğim ama onu bile geçti, hatta bu gezilerden birinde yanındakilere “memlekete geldik” gibi bir laf bile etmişti değil mi!
Az şey mi, Barzani İstanbul’a geldiğinde “özel görüştüğü dört gazeteci”den biriydi.
Taa Özal’lı yıllardan başlayarak bunca zaman “Aman sınır ötesi operasyon olmasın... Keskin sirke küpümüze(!) zarar; aman mücadeleden vazgeçin, müzakereyi deneyin... Aman Barzani’yi muhatap almamazlık etmeyin, tanışın, kaynaşın, ‘tanıyın” diye az mücadele vermedi...
Baktım PKK yanlısı sitelerde bile, “Barzani hakkındaki bilgileri en iyi alacağımız insan ve yer elbette Cengiz Çandar” deyip hakkını teslim ediyorlar!
Ee bizim buralarda lafın tamamı ya aptala ya eşeğe söylenir; Barzani de anlamıştır herhalde Çandar’ın “seni ben yarattım” göndermesini, yerine getirir gereğini...
Bence “Barzani yönetimi daimi temsilciliği” önermeli; Çandar da mutlu olur herhalde bir daha nerde bulacak böyle hem severek yapabileceği, hem yabancılık çekmeyeceği vazifeyi...




Kayıp aranıyor

Tamam “tatlı dillim, güler yüzlüm, ey ceylan gözlüm, gönlüm hep seni arıyor neredesin sen” diye şarkıya türküye vuracak değilim ama sihirli aynam olsaydı sorardım mutlaka:
- Ayna ayna, söyle bana; ne geldi Yasemin Çongar’ın başına!
Aylar oldu yok ortalarda... ABD’deki bütün düzenini, ailesini, pek havalı işini, kariyerini her şeyi bir kenara bırakıp da, sözde “idealistçilik” oynamak üzere koştuğu “Kadıköy’de bir apartmanın en üst katında” işlerin pek yolunda gitmediği dillerdeydi. Hatta bir ara “ayrıldı” söylentisi almış yürümüştü. Çongar ile Taraf arasında ipler öyle kopmuştu ki, gazetenin yazarlarından biri isim vermeden kendisiyle kafa bulan bir yazı bile yazmıştı; “oh olsun, baaak nasıl da sözünü geçiremedin” tadında...
Velhasıl geçtiğimiz Mart ayı başında gazeteciler.com konuyu gündeme taşıdığında Taraf “Yasemin Çongar bir süredir WikiLeaks’ten dolayı yazıyordu, bu hafta yazılarına başlayacak” demişlerdi ama, bahar geldi geçti ne ses ver ne seda...
Baktım Taraf’ın künyesinde adı duruyor hâlâ; kağıt üzerinde Yasemin Çongar hâlâ Taraf’ın Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı. Peki niye sesi böyle ansızın kısıldı?
“Kayıp aranıyor” ilanı mı versek yoksa biz de Ezgi Başaran’ın Kürecik mevzuunda yaptığı gibi ABD’li ilgilelerden mi bilgi istesek; nedir Çongar’ın akıbeti!




İyi uykular sayın seyirciler

Uğur Dündar yeni çıkan kitabı “İyi Uykular Sayın Seyirciler”de “NTV’deki dönüşüm”den bahsederken Oğuz Haksever’e ayrı bir paragraf açmış. Odatv’nin dikkat çektiği satırlar şöyle:
“Oğuz’un, eski Oğuz’a benzeyen yanı -olup bitene duyduğu şaşkınlıktan olsa gerek- gözlüklerinin altında daha da irileşen gözleri ve kendine özgü ses tonuydu
(...)
Doğuş Grubu’nun tek işi yayıncılık değildi. Bankacılık başta olmak üzere birçok alanda faaliyet gösteriyordu. Bu iktidar döneminde devletten büyük ihaleler alıyordu. O nedenle AKP hükümetiyle iyi geçinmek, hatta yandaş olmak zorundaydı. Şimdilerde ne zaman Oğuz Haksever’i izlesem, suya sabuna dokunulmayan haberlerle dolu programını günün birinde “İyi uykular sayın seyirciler!” diye bitirecekmiş gibi bir duyguya kapılıyorum.”
Böyle de parmak basılmaz ki bir insanın yarasına; ya ben neler hissediyorum bilseniz izlerken Haksever’i;
O kavramlarla boğuşurken biri beni boğazlıyor sanki; gördüğüm ilk pencereye atıyorum kendimi;
Nefeeees, nefeeees!
O bezginlik, o yılgınlık, o lastik gibi uzayan laflar...
Mide kramplarını söylemiyorum bile, ülser hastası olacağım sayesinde; ağzından ha çıktı ha çıkacak diye cümlenin sonunu (aslında “tarz” yaratmak adına sonunu başında söylediği için cümlenin başını) beklerken dokuz doğuruyorum ekran karşısında...
Hayır, insanın beklediğine değse tamam da, ıkına sıkına çıkan haber de “hadi oradan” dedirtince, insan kahroluyor haberciliğin “kuşlar, çiçekler, böcekler” iklimine hapsedilmesine...



BASINDAN SEÇMELER


Başvekil İsmet’e...

CHP camileri ahır yaptı... Yıktırdı yerine hamam yaptırdı, muhabbeti Meclis kürsüsünden en üst düzeyde sürdürülürken bir Atatürk notu... Atatürk, Konya gezisini sürdürürken 21 Şubat 1931’de Başvekil İsmet Paşa’ya şu telgrafı gönderiyor:
“... Konya’da asırlarca devam etmiş ihmaller sebebiyle büyük bir harabi içinde bulunmalarına rağmen sekiz asır evvelki Türk medeniyetinin hakiki mimari şaheserleri sayılacak kıymette bazı mebani vardır. Bunlardan bilhassa Karatay Medresesi, Alâeddin Câmii, Sahip Ata Medrese Camii ve Türbesi, Sırçalı Mescit ve İnce Minareli Cami derhal ve müstacelen tâmire muhtaç bir haldedirler. Bu tâmirin gecikmesi ve âbidelerin kâmilen indirasını mucip olacağından evvelâ asker işgalinde bulunanların tahliyesinin ve kâffesinin mütehassıs zevat nezaretiyle tâmirinin temin buyurulmasını rica ederim...”
Melih Aşık / Milliyet




Atatürk’e “katil” diyor

Şu satırları okuyan yok mu?:
’Kemalizm’in ruhunu esir aldığı bir toplumda, herkes kendisinden bir ’Tek parti ve tek adam’ arıyor. Bunu o kadar çaresizce arıyor ki Dersim’de Alevileri katletmeyi ‘Yüksek Şuur’ olarak kabul eden Atatürk’ün resimleri, Alevilerin cemevlerinde asılı duruyor. Kendi kardeşlerini öldüren bir liderin resmini ibadethanelerine asıyorlar. Hiç rahatsız olmuyorlar bundan.’
Anlama güçlüğü çekenler için, yazıyı açmak istiyoruz. Mustafa Kemal Atatürk’e açıkça katil deniyor.
Burhan Ayeri / Akşam




Sırada Dürrizade fetvası var

Bakalım ne zaman İsmet Paşa’nın derisine saman doldurup, denize atmaya sıra gelecek?!!
“O da nereden çıktı” diyeceksiniz.
Bir zamanlar Kurtuluş Savaşı’ndan adını çıkarmak gibi “zuhuri tarih” bile yazılmıştı.
Arşive bakıp Şeyhülislam Dürrizade’nin idam fetvasını da çıkarabilirler. Dürrizade, Anadolu’ya vatanı kurtarmak için gidenler hakkında idam fetvası vermişti de...
Hasan Pulur / Milliyet




Onlarla da hesaplaşın

Müslümanlar, kendi aralarında âdil mecazî mahkemeler kurarak yakın tarihteki korkunç din sömürüsünü yargılamak zorundadır.
Yekun olarak yüz milyarlarca dolarlık dâva paraları nasıl deve edilmiştir?
Birtakım çulsuzlar nasıl dünya çapında zengin olmuştur?
Saf Müslüman kitleler nasıl soyulmuştur?
Mehmet Şevket Eygi / Milli Gazete




İleri demokrat

Sivas katliamı kurbanlarından şair Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok Akatlı, Meclis’te İnsan Hakları Komisyonu’yla görüşmüş. Komisyon üyesi AKP’li Oya Eronat; Zeynep’e, “Hiç Aziz Nesin’i kendi kafanızda sorguladınız mı? ‘Keşke Aziz Nesin konuşmasaydı da babam ölmeseydi’ dediniz mi?” diye sormuş...
Sonra da eklemiş: “Her gerçeği her yerde söylemek demokrasi midir, yoksa dejenerasyon mudur?”
Oya Hanım’ın demokrasi anlayışına bayıldım: Kendileri istedikleri zaman, istedikleri yerde, istediklerini söyleyecekler; bunlara tahammül edemeyen yüzden fazla genç tutuklanıp cezaevine konulacak, internette eleştiren binlerce kişi aleyhine dava açılacak... Ama onlar gibi düşünmeyenler konuştukları zaman bu, “insanları toplu halde yakmak” için haklı bir neden sayılacak! Ah, Oya Hanım...Meclis Komisyonu Üyesi olarak söylediğiniz şu sözlerin, Aziz Nesin’in o gün Sivas’ta söylediklerinden daha “kışkırtıcı” olduğunu bir anlasanız...
Belki o zaman, her şey düzelecek ama... Nerede!
Mustafa Mutlu / Vatan




Kuki bunlardan iyi gazeteciydi

“Şu 28 Şubatçı, bu 28 Şubatçı” filan denilerek, tutuklanması istenen gazetecilerin listesi yayınlanıyor. Oysa, basın camiasından “28 Şubatçı” olduğunu bildiğimiz sadece bi isim var.
Kuki. Mehmet Barlas’ın şempanzesi.
28 Şubat sürecinin en şöhretli basın kahramanıydı... Altı aylıkken Afrika’dan kaçırılarak Türkiye’ye getirilmiş, bir aileye satılmış, o aile bakamayınca, Mehmet Barlas sahip çıkmış, evine almıştı. Gazetelere haber olmadığı gün yoktu. Televizyon programlarına bile çıktı. Maceraları efsane haline gelmişti.
Canan Barlas’ın Kuki’yi yürüyüşe çıkardığı, lunapark’a götürdüğü, oturdukları sitede salıncağa bindirdiği iddia ediliyor... “İşte Kuki’nin çok özel görüntüleri” diye, uzaktan çekilmiş paparazzi fotoğrafları yayınlanıyordu.
Bazı gazeteciler, Kuki’nin köşe yazarı yapılmasını öneriyor... Mehmet Barlas ise, cevaben, Kuki’yle karşılıklı röportaj yapıyor, bırak köşe yazmayı, genel yayın yönetmeni olabileceğini söylüyordu.
Röportaj şöyleydi.
- Sayın maymun... Bir gazeteye yönetici olsaydınız, ne gibi projelerinizi hayata geçirirdiniz?
- Gazetenin tirajı artmayınca, bakkallarda, marketlerde bedava dağıttırırdım. Sonra da bu bedava dağıtılan gazeteleri tiraj rakamına ekleyip, reklam isterdim.
(İnsanları taklit eden sayın Kuki’nin ne kadar vizyoner bi gazeteci olduğunu görüyoruz... Aynen taklit ediyorlar.)
Peki, 28 Şubatçı olduğunu nerden çıkardın derseniz... Mehmet Barlas’ın köşesinden çıkardım. 12 Eylül döneminde darbecileri evinde ağırladığı hatırlatılınca, tencere dibin kara misali, aynen şu cümleleri yazmıştı: “Kaç kere anlatacağız olayın içyüzünü... Bizim şempanze Kuki, 28 Şubatçı.”
Demem o ki... Birbirlerinin fikirlerini beğenmeyen, taban tabana zıt gazeteciler, en sert eleştirileri bile, başta Mehmet Barlas, “zekâ” ve “espri”yle yapıyordu. Can yakıcı meseleler, kahkahaya dönüşüyordu.
E bakıyoruz bugün. Linç çığlıkları manşet.
Onu mahvet. Bunu yok et.
Kuki bunlardan iyi gazeteciydi.
Huh hu hu diye konuşuyordu ama...
En azından “hu-kuki”ydi.
Yılmaz Özdil / Hürriyet




Aile Bakanlığı’nın araştırmasına göre Türk halkının yüzde 44’ü hiç kitap okumuyormuş. Böyleleri kullandıkları oylarla ülkenin canına okurlar!
Fahrettin Fidan / Milliyet (Açık Pencere)

Yazarın Diğer Yazıları