Barbarlığın vahşeti, şöhretin ihaneti!..
"Töre Kıskacında Kadın" araştırmasını kitap olarak yayınladığımda Türkiye'de kadına şiddetle ilgili kapsamlı bir çalışma yoktu...
Hele de bir erkek gazetecinin kadın cinayetleri konusunda yazdığı bir kitap da yoktu piyasada...
Oysa o tarihlerde adına "töre cinayetleri" denilen vakalar Güneydoğu'yu kasıp kavuruyor, neredeyse her hafta gencecik bir kız "töre" gerekçesine sığınan feodal zihniyetin çocuk yaştaki cellatları tarafından katlediliyordu...
O kitaba dikkat çekenlerden biri olan rahmetli Duygu Asena'nın "Kadının Adı Yok" kitabıyla tanındığı dönemlerde, özellikle Güneydoğu kentlerinde vahşete varan kadın cinayetleri işleniyor ve bu şiddet zincirine karşı dehşet verici bir duyarsızlık devam ediyordu...
Velhasıl konu kadın olunca, kendi aralarında sorgulamayı ve adaleti uygulamayı gelenek haline getiren kitleler, "töre" olarak nitelendirilen feodal gelenekler ve çevre baskısının da dayatmasıyla, olaylar karşısında sessiz kalmayı tercih ederken, suçluyu da baştan ilan etmiş oluyorlardı;
"Kadının ta kendisi..."
Sonra ne mi oldu?.. Olaylar kameralara ne kadar yakınsa o kadar önemli olur düşüncesindeki dönemin medyası töre ya da namus gerekçesine sığdırılan cinayetler Doğudan Batıya göç edince, yani İstanbul'un ortasında, hatta hastanelerin yoğun bakımlarında genç kızlar göç etmiş cellatlar tarafından katledilence, kadına şiddetin farkına vardı!!!
Çünkü töre cinayetleri Urfa, Mardin ve Diyarbakır'dan İstanbul, İzmir gibi kentlere de yayılınca, medya, olayların sosyolojik yönünden çok, magazinsel yaklaşım ve reyting kaygısından yola çıkarak, dehşet zincirini sorgulamaya başladı...
Pembe dizi, kurtlar vadisi!..
Bilgisizlikten midir, korkudan mıdır, duyarsızlıktan mıdır ya da cehaletten midir bilinmez ama Güneydoğu'da 1990- 2000 yılları arasında işlenen cinayetlere karşı toplumda, aydın kesimde, medyada, hatta siyasette ürkütücü bir sessizlik ve duyarsızlık hakimdi...
Çünkü 20 yıl öncesindeki olaylar, son günlerde medyaya yansıyan kadına şiddet vakalarının yanında birer korku filmi gibiydi...
Örneğin; Urfa'da gencecik kızlar töre gerekçesiyle canlı canlı traktörlerin altına atılıyor, meydanlarda boğazları kesilerek katlediliyor, görgü tanıkları ise "namus meselesi" diyerek olayları izlemekle yetiniyordu...
Sinemaya, pastaneye girdiği gerekçesiyle katledilen Hacerler, Sevdalar, Haticeler unutulmadı Urfa'da...
İntihar gerekçesiyle örtbas edilen cinayetler ise ne yazık ki hem bölgesel sosyolojik gerekçeler, hem bürokrasi hem de medyanın duyarsızlığı nedeniyle örtbas ediliyordu...
Ancak töre cinayetlerinin yoğunlaştığı dönemin, pembe dizilerin televizyonlarda etkin olduğu yıllara rastlamasına, daha sonra ise internetin neredeyse tüm dünyayı ele geçirdiği bir süreçte yoğunlaşmasına özellikle dikkat çekmek gerekiyor... Çünkü hem internetin hem de ahlaki bulunmayan pembe dizilerin yaymaya çalıştığı yaşam biçimleri feodalitenin çizdiği çemberin dışında tutuluyor ve çizgiyi geçenler ne yazık ki aşiret meclislerinin kanlı tuzaklarına kurban ediliyordu...
Güneydoğu'da, töre nedeniyle elini kana bulayan, büyük bölümü 12- 18 yaş arasındaki çocuklar da aile ya da aşiret meclislerinin verdikleri kararı infaz etmekle görevlendirilmiş, bizzat törenin diğer kurbanlarıydı...
Peki, bu tabloyu ve o vahim süreci niçin mi anımsattık?..
1990- 2000 yılları arasında Güneydoğu'da, yüzlerce genç kızın töre gerekçesiyle katledildiği dönemde, sadece bölgesel suskunluk değil, Batı kentlerinde de dehşet verici bir duyarsızlık vardı... Ne yazık ki kadın sorunu, sevgililerini döven türkücülerle akrabalarını katleden töre cellatlarının ürkütücü ikilemi arasına sıkışmış ve olaylar iki kesimde de örtbas kıskacına maruz bırakılmıştı...
Caydırıcı ağır ceza şart...
Töre cinayetlerinde verilen cezaların ağırlaştırılmasından mı ya da tahrik gerekçesinin önemli ölçüde ortadan kaldırılmasından mıdır bilinmez ama Güneydoğu'da, 1990- 2000 dönemine oranla, meydanlarda işlenen ya da intihar diye örtbas edilen cinayetlerin sayısında son yıllarda biraz azalma yaşandı...
Ancak kadına şiddet ve cinayetler ne yazık ki sadece Doğu ve Güneydoğu'dan medyaya yansımıyor...
Türkiye'nin her köşesinde, hatta toplumun her kesiminden, eğitimli-eğitimsiz, ünlü-ünsüz her gruptan insanların karıştığı, üstelik vahşete varan olayların kurbanları olarak gündeme geliyor kadınlar...
İşte burada da 10-15 yıl öncesindeki duyarsızlığın çok çarpıcı bir ikiyüzlülüğü göze çarpıyor...
Bu ikiyüzlülük iki hat üzerinde ilgisizliği, sessizliği, pervasızlığı ve duyarsızlığı devam ettiriyor;
Örneğin, 2020 yılı başından bu yana 150'den fazla kadın öldürülmesine rağmen, kurbanların büyük bölümünün nedense gündeme gelmemesi, tepki gösterilmemesi çok şaşırtıcı!..
İkincisi ise televizyoncu, artist ve siyasetçi magandaların kadına yönelik şiddet eylemlerinin, kendini "entellektüel" zanneden bir grup tarafından ısrarla gözardı edilmesi var ki, utanç verici...
Bu tavır da aydın geçinen metropol feodalitesinin iki yüzlü- sinsi dayanışması olsa gerek!!!
Velhasıl; yazının başında dikkat çektiğimiz, "olay kameraya ne kadar yakınsa o kadar önemlidir" şeklindeki çarpıklığın bu kez şöhret kameraya ne kadar yakınsa şiddet o kadar önemsizdir şeklindeki bir zavallılığa dönüşmesini yaşıyor memleket!!!
Kadına şiddetin bilançosu...
Evet; bu köşeninin Türk basınında kadına yönelik şiddet olaylarına en çok yer verilen sayfalardan biri olduğunun farkındadır okurlar...
İşte bu yüzden geçtiğimiz haftalarda bu köşede en az üç kez Türkiye'de kadın cinayetleri istatistikleri sıralanırken, bu olaylara yaklaşım açısından sergilenen ikiyüzlülüğe de dikkat çekilmişti...
İşte Muğla'da Pınar Gültekin; eski sevgilisi tarafından, tıpkı Güneydoğu'da bir dönem vahşi yöntemlerle katledilen genç kızlar gibi öldürülürken, bu olaydan önce 150'den fazla kadının, (son aylarda) öldürülmesi gözardı edildi bu ülkede...
Pınar Gültekin'in alçakça öldürülmesinden sonra da 4 kadın cinayete kurban gitti Türkiye'de...
4 Temmuz 2020 de bu köşede dikkat çekildiği gibi;
Türkiye'de, Mart 2020'de 21 kadın,
Nisan ayında 20, Mayıs ayında 21, Haziran ayında ise 27 kadın öldürüldü... Son dört ayda en az 61 kadın ise şüpheli şekilde ölü bulundu...
Hiç kuşkunuz olmasın, Temmuz 2020 sürecinde de kadına yönelik vahşette ürkütücü bir rakam ortaya çıkacaktır...
Evet; Türkiye'de kadına yönelik şiddette nasıl vahşet varsa, hem bu cinayetlerin önlenmesinde hem de tepki gösterilmesinde utanç verici bir duyarsızlıkla ikiyüzlülük de hakim...
Bu duyarsızlığı, bananeciliği ve pervasızlığı ortadan kaldıracak güç yine devlettedir...
O halde bir kez daha vurgulamak gerekiyor; kadına yönelik şiddetin 1990- 2000 yılları arasındaki töre vahşetlerini bile aratır hale geldiği bir süreç her gün yeni barbarlıklarla gündeme getirilirken, devletin bir an önce kadını hedef alan cinayetler konusunda çok daha ağır hukuksal yaptırımlara yönelmesi kaçınılmazdır...
Aksine; bir dönem pembe dizilerin cinayetlere gerekçe olduğu bir Türkiye'den, Kurtlar Vadisi'nin cinayet yöntemlerini kışkırttığı sürece gelen bir ülkede, kadınlar kolay hedef olmaktan kurtulamayacaklar...