Banka iktisatçısı olur mu?

Küresel krizin nedenlerinden birisi, devletin piyasadaki haksız rekabeti önleme gücünün tükenmesidir... Buna neden spekülatif sermaye hareketleridir. Hedge fonlar gibi fonlar, medyada ve hükümet içinde de çeşitli yollardan etkili oldular. Ne var ki kuralsızlık hem kendi geleceklerini tartışmaya açtı, hem de dünyayı krize soktu.
Krizden önce, finans sektörü ile reel sektör arasında denge bozulmuştu... Şişen balon reel sektörü temsil etmekten uzaklaşmıştı.
Bu dengesizliği Haber-Türk ekonomide kendisi ile yapılan bir röportajda çok özet olarak ifade etti... Lord Skidelsky bu röportajda “Finans sektörü şeytana dönüştü... Ekonomi de onun kölesi oldu” diyor... Ve “gerçekte finans ekonominin hizmetkarı olmalı” diye de ilave ediyor.
Finans sektörü, uzmanları da köle yapıyor... Bu sektörde çalışanlar veya bu sektördeki uzmanlar, ister istemez ekonomik olaylara hep finans penceresinden bakıyorlar. Bu anlamda birer finans pazarlamacısı oluyorlar. Spekükatif kazançların büyüklüğü ile başarısını eşit tutuyorlar. Para politikasını, maliye politikasını, iktisat politikası içinde değerlendiremiyorlar... İktisat politikasının reel ayağını göremiyorlar. İktisat politikalarında, özel fayda sosyal fayda, özel maliyet dış maliyet gibi yaklaşımları ihmal ediyorlar.
Ekonomide temel kural olan ekonomide kaynakların etkin kullanılması yerine, finansçılar para piyasalarında, sermaye piyasalarında kârlılık tekniği dışına çıkamıyorlar. Teknik analizlerle ekonomik gerçekler farklı çıkıyor.
Öte yandan, para politikası, vergi politikası, maliye politikası, iktisat politikasının araçlarıdır. Ancak, vergi iktisatçısı olmaz. Aynı şekilde bir arkadaşımızın yazdığı gibi banka iktisatçısı da olmaz. Başka bir ifade ile verginin ayrı bir iktisat, bankanın ayrı bir iktisat olduğunu söylemek mümkün değildir. Mesele iktisadın altında bu politikaların koordineli bir şekilde yapılmasıdır.
Aynı formasyona sahip iki iktisatçının biri bankada biri sanayide çalışabilir. Bunlara banka iktisatçısı veya sanayi iktisatçısı diyemeyiz. Ancak, bazı iktisatçılar, örneğin para politikasında uzmanlaşır... Bazıları kamu ekonomisinde uzmanlaşır, bazıları sanayi alanında uzmanlaşır. Ancak hepsi iktisatçıdır.
Türkiye de iktisatçıyım derseniz, vatandaş hemen arkasından, şu kadar param var... Nasıl değerlendireyim ? diye soruyor. Bu talep nedeniyle de basın da hep uygulamadan gelenlere köşe yazdırıyor. Kaldı ki, Türkiye’de basın ve bankacılık iç içedir. Birçok banka, kamuoyunu kendi doğrultusunda yönlendirsin diye medya kurmuştur. Bu tür medyadan objektif olmasını bekleyemezsiniz. Ayrıca her medyanın hisse senetleri de borsa da satılıyor.
Bunun içindir ki çoğu medya piyasayı ve ekonomik istikrarı, borsa hareketleriyle sınırlı görür. Eksi büyüme, işsizlik, üretim noksanlığı gibi gerçek makro ekonomik sorunları tartışmaz.
Bazen de iktisat düz mantığa uymaz. Çünkü, gerçekte bazı analizlerin altında ikinci ve üçüncü faktörler vardır.
Örneğin sık sık karşılaştığım bir iddia var... Bu iddiaya göre Borç/GSYH oranı hesaplamak doğru değildir... Çünkü GSYH’nın akım, borcun ise stoktur. İlk bakışta bu iddia stok ve akım kavramlarına bakarsak doğru görünüyor. Ancak buna rağmen neden dünya bu oranı kullanıyor? Bu gerçek Dünyada hiçbir iktisatçının aklın gelmedi mi?
Gerçekte ise GSYH yaratılan geliri gösteriyor. Borç da gelirle ödenir. Bir stok borç aynı kalırsa, kaç yılda ödenir? Bunun hesabını özel sektör de yapar, devlet de yapar. Borç stoku sonsuza kadar, stok olarak kalmayacağına göre borcun amortismanı için herkes aynı hesabı yapar.
Özet olarak, devletin ekonomiyi düzenleyici ve rekabet sağlayıcı fonksiyonları budandıktan sonra iktisatçı anlayışı da, aynı yanlışlığa kurban gidiyor.

Yazarın Diğer Yazıları