Bana en büyük cezayı şimdi verdiler
Yargıtay 9. Ceza Daire’nin Balyoz davasıyla ilgili hükmünü açıkladığı 9 Ekim günü, Silivri cezaevinin önünde tahliye olan yakınlarını bekleyenlerle, mahkumiyeti onananların açık görüşüne gelen aileler arasında yani “araf”ta yazdığım yazıda üç yıldır “hasret”i paylaşıp, şimdi “vuslat”ta ayrılanları yazmıştım ya, 11 Şubat 2011’den 9 Ekim 2013’e kadar kendini dışarıda yüreği zindanda tutsak asker eşlerinden birinden cevap geldi.
Muvazzaf albay olan eşi tahliye olmuş ama “Tutuklu kaldığı süre boyunca çok az gözyaşı döken ben şimdi ağlıyorum. Bize en büyük ceza bu” diyor.
Bakın neden:
“Evet, biz yola çıktığımız 11 Şubat 2011’den bu yana büyük bir aile olduk.
Bu davaya kadar bir çoğumuz hiç tanışmıyorduk bile, ama kader bizim yollarımızı bir şekilde kesiştirdi. Ve bizler, sizin de dediğiniz gibi bazılarımız aynı lojmanda, birlikte ağladık, birlikte güldük. Her koşulda birbirimize destek olduk.
O kadar güzel ifade etmişsiniz ki, benim 9 Ekim’de yaşadığım duygu karmaşasını, sanki ben bunları size anlatsam ancak bu kadar yazabilirdiniz.
Ben 2,5 seneyi aşkın süredir bunları yaşarken çok az gözyaşı döktüm. Çünkü bir tek biz değildik; yüzlerce insan aynı kaderi paylaşıyordu.
Eşlerimizin sağlıklarına duacıydık. Nasıl hepsi birden tutuklandıysa, hepsi de birden bırakılacaktı. Evet bizim için dün tahliye kararı çıktı.
Ama ben 2.5 yılın en büyük acısını da dün, tahliye haberiyle birlikte yaşadım. Ne 11 Şubat 2011’de, ne de 21 Eylül 2012’de içim bu kadar yanmamıştı.
Ama dün, avukatımız tahliyeyi haber verdiğinde neye uğradığımı şaşırdım. 2,5 senedir hiç yapamadığımı yaptım ve hıçkıra hıçkıra ağladım. Sizin de yazdığınız gibi sevinçten değil, kaderdaşlarımızın hükmü onanırken, kendi eşimin tahliyesine sevinemediğimden.
Ve dedim ki;
Verilecek en büyük ceza, kardeşlerimizin hükmü onanırken, yıllarca yolunu beklediğim sevdiğimin tahliyesine sevinememek!..”
Teşekkür, takdir satırlarını makaslayıp, mektubun üç yıla yakın tutukluluktan sonra eşine kavuşan bir kadının “sevinemeyişi”ni anlatan kısmını olduğu gibi aktarmaya çalıştım.
Not: Onlar karı-koca bu davanın başından beri yazdılar, çizdiler, haykırdılar; bu anlamda mücadeleci kişiliklerini sayısız defa ortaya koydular. Keza bu mektupta da kimliklerini gizleme ihtiyacı duymadılar. İmzalarıyla yolladılar. Ama söz konusu komutanın TSK’daki görevine dönecek bir muvazzaf subay olduğunu ve özellikle son dönemde aileleri hedef alan iğrenç saldırıları göz önünde bulundurarak ben bir tercih yaptım ve bu onurlu ailenin adını kendime saklamayı yeğledim.
Nefret suçu
Daha “paket”ten birkaç gün önce kameraların karşısına geçip “nefret suçları” konusunda düzenleme yapacaklarını “müjdeleyen(!)” Bülent Arınç, CNN Türk’te Taha Akyol’la karşılıklı iltifatlaşma programlarında, basın özgürlüğünü konuşurken “bazı gazeteciler” için aynen şu ifadeyi kullandı:
“Öylelerinden nefret ederim şahsen!”
Bu durumda Arınç milyonlarca insanın şahitliğinde “suç” işlemiş olmadı mı?
Peki, gereği yapılacak mı?
Gereğini yapacak kimse var mı?