Balyoz Davası'na dair

Balyoz Davası, 5-7 Mart 2003’te İstanbul’da Birinci Ordu Karargahı’nda yapılan harp oyunu sırasında konuşulan bir askeri darbe teşebbüsü iddiası ile açılan davanın kamuoyunda bilinen adıdır. Harp Oyunu’na Birinci Ordu’ya bağlı bütün birliklerin temsilcileri ile Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlığı’ndan emir-komuta zinciri içinde, yani emir aldığı için giden 162 general-subay-astsubay katılmıştır. Ancak, şu anda Balyoz Davası’ndan 250’si tutuklu 365 general-subay ve astsubay darbe girişimi iddiası ile yargılanmaktadır. 365 kişinin 57’si general ve amiral rütbesindedir.
Yani “Harp Oyunu’na katılan 162 general-subay-astsubay dışında 203 general-subay-astsubay daha anlaşılan davada yargılanmaktadır” diye düşünebilirsiniz. Ancak dikkat edin öyle değil: Harp Oyunu’na katılan 162 general-subay-astsubaydan ancak 51’i Balyoz Davası’nda yargılanmaktadır. O toplantı sırasında salonda olan diğer 111 general-subay-astsubay ile ilgili herhangi bir işlem yapılmamış hatta bazıları sorgulanmamış dahi. Demek ki, Birinci Ordu’da yapılan Harp Oyunu suç oluşturmuyor. Suç oluştursaydı orada olan herkes suç ortağı olurdu diye düşünebiliriz.
Savcılık da Harp Oyunu’nun yapılmasını değil, Balyoz Planı adlı var olduğu savcılık tarafından iddia edilen bir darbe planının konuşulmasını suç olarak değerlendiriyor. Peki, 110 kişi Balyoz konuşulurken dışarı mı çıkmışlar? Böyle bir şey de olamaz. Zaten Harp Oyunu sırasında yargılanan subaylar tarafından sahte CD’ler olarak nitelendirilen CD’lerde geçen Balyoz, Oraj, Suga, Sakal, Çarşaf planlarının adları geçmemiş ve tartışma konusu olmamıştır. O zaman yargılananlar ile yargılanmayanların farkı ne? Onu bilmiyoruz.
Harp Oyunu’na katılmadığı, hatta haberi olmadığı veya o sırada yurtdışında olduğu halde Balyoz Davası’ndan yargılanan diğer 314 general-subay-astsubay neden bu davada yargılanıyorlar. Çünkü, dava savcılığa teslim edilen 19 CD’ye dayanmaktadır. 19 CD’nin 16’sı orijinal Birinci Ordu’da gerçekleşen Harp Oyunu’nu anlatmaktadır. Bunlarda herhangi bir suç unsuru yoktur. Ancak 11., 16. ve 17. CD’ler diye adlandırılan CD’lerin sahte CD’ler olduğu subaylar ve Amerikan bilişim şirketi dahil bir çok şirket tarafından iddia edilmektedir. 11 nolu CD’de Balyoz Planı’ndan bahsedilmektedir. 16 ve 17 nolu CD’lerin ise plan ekleri olduğu ileri sürülmüştür. Tutuklanan subayların adları Harp Oyunları’nın kaydedildiği CD’lerle birlikte savcılığa verilen üç CD içinde bir darbe sonrasında yapılacak görevlendirme ile ilgili geçiyor. Bu CD’lerde kayıtlı yazıların hiçbir çıktısı alınmamış. İmza yok. Üstelik bir an için bu belgelerin gerçek olduğunu kabul etsek dahi, bir kişinin haberi bile olmadan bir görev ile görevlendirilmesi, 1) onun bu görevi kabul ettiğini, 2) bu görevlendirmeden haberi olduğunu göstermez.
Durumu daha trajik hale getiren ise bu üç CD’de yapılan hatalardır. Öncelikle CD’lerin son kayıt tarihi TÜBİTAK tarafından 5 Mart 2003 olarak tespit edilmiştir. Ancak Amerikalı şirket ve Yıldız Teknik Üniversitesi dahil Türk üniversitelerinin vermiş olduğu bilirkişi raporları bu üç CD’nin ancak 2007 ve sonrasında hazırlandığını göstermektedir. Bu CD’lerin sonradan güncellenmesi söz konusu değildir. Çünkü araştırma TÜBİTAK’ın araştırma yaptığı CD üzerinden yapılmıştır.
Tabii böyle olunca CD’yi hazırlayanlar, örneğin Fatih Camii’nin bombalanması ile ilgili planda 2003’de o bölgede isimleri değişik olan caddelerin varlığını dikkate almayarak 2006 senesindeki cadde isimlerini kullanmışlardır. Daha detaylı ve yüzlerce buna benzer 2003 sonrasındaki olayı, kişiyi sanki 2003 öncesinde varmış gibi gösteren sahte belge ve bilgiyi Yavuz Selim Demirağ’ın “Dijital Darbe” adlı kitabında okuyabilirsiniz.
İddianamede dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Org. Aytaç Yalman’ın darbeyi engellediği iddia edilmiştir. Davacıların Yalman’ın şahit olarak dinlenmesi talepleri kabul edilmemiştir. Bütün bunlar üzerine davada daha vahim bir gelişme, ilk tur savunmalardan sonra “delil değerlendirme” aşamasına gelindiğinde mahkemenin bu kadar tartışmalı bir delil zemininin olduğu yerde “delil değerlendirme” aşamasını aşarak savcıların esas hakkında mütalaa vermesini kabul etmesi ile ortaya çıkmıştır. Oysa hem CMK’nın 206. Maddesi ve 216. Maddesi açık bir şekilde savunmalardan sonra delil değerlendirmesi aşamasına geçilmesini öngörüyor. Ayrıca yıllardan bu yana teamül de bu. Ümraniye davasında da bu süreç uygulanıyor. Barolar Birliği ve hukukçular da bu konuda ortak görüş içinde mahkemenin uygulamasını şiddetle eleştiriyorlar.
Bunun üzerine Balyoz Davası’ndan sanıkların avukatları çekiliyor. Sanıklar savunma haklarının kullandırılmadığını söyleyerek avukatlarının adımını destekliyorlar. Şimdi kendinizi bir an için Balyoz Davası’nda yargılanan sanıkların yerine koyun. Siz olsaydınız ne yapardınız?

Yazarın Diğer Yazıları