Balığın koktuğu yer!
İngiltere Kralı Üçüncü George sarayın geniş parkını çevreleyen ağaçları gördükçe bunları baş düşmanı Prusya Kralı Büyük Frederik zanneder sarayın penceresinden ateş açarmış. Şu anda Türkiye öyle bir zihniyet tarafından yönetiliyor ki Türk’e ait ne varsa “düşman” zannedilerek yaylım ateşine tutuluyor. Türk’ün devleti düşman, Kurtuluş Savaşı düşman, o savaşın Başkomutanı Atatürk düşman, ordusu düşman. En büyük düşman olarak ise bu milletin dini olan İslâm görülüyor. Sakın ola ki, yok yahu, tam tersi, bir İslâm’la dostlar, gayrı her şeye düşmanlar demeyiniz. İslam’la dost olan bu milletin bu kadar değerine nasıl düşman olabilir ki? İslam’a düşmanlık İslâm’la dostluk kılıfı altında yapılıyor, milletin göremediği bu. Meselâ İslâm’ın “Günahı kebair” den saydığı zinanın serbest bırakılmasını başka nasıl izah edebilirsiniz ki. Ülkeyi öyle bir hale getirdiler ki, kişi “İmam nikâhı ile beraber olduk” dediğinde kanunlar yakasına yapışıyor, “Hayır, rızamızla zina yaptık” dediğinde, “İyi etmişsiniz, bu suç değil işte” diye serbest bırakıyor. İslâm’a en büyük düşmanlık ise Allah’ın dininin koltuk, makam ve oy için âlet edilmesi ve yine Allah’ın dinine yapılan misyoner ve haçlı saldırıların önünün açılmasıdır. İşte bu Türkiye güya “Tam demokrasi” ile yönetilen ve “İleri demokrasiye” doğru yol aldığı iddia edilen bir Türkiye. Ben demiyorum yöneticilerimiz öyle diyor.
***
Gelin görün ki bu Türkiye’de özgür ve demokratik bir ülkenin olmazsa olmazlardan biri olan basın özgürlüğünün “b”sini bile yakında mercekle arar hale geleceğiz. “Ne oluyoruz yahu” diye başını kaldıran gazeteci Başbakanın hışmına uğruyor, işinden atılıyor. Cezaevini boylayanlar bile oluyor. Basılmamış kitaplardan hesap soruluyor. Ortam bu olunca her şart altında doğruyu söyleyecek siyaset ve devlet adamları da gözükmüyor ortalıkta. Herkes ürkmüş, herkes tırsmış. Türkiye “ileri” diye diye hayli “geriledi” de pek farkında değiliz. “Tam demokrasi”nin “ileri demokrasi”ye geçme aşamasında olduğumuzun iddia edildiği şu günler, padişahlık dönemini bile mumla aratıyor aslında. Bir örnek verelim. 2011’den 152 yıl önce Mehmet Emin Paşa, Abdülmecit Han tarafından ikinci defa sadrazam yapıldı. Paşanın Osmanlı Maliyesi ile ilgili doğru ve kararlı uygulamaları kimilerini rahatsız etti. Üstelik Paşa, yolsuzluk ve rüşvetle giriştiği sıkı mücadelede hatır gönül falan da dinlemiyordu. Bir gün Abdülmecit Hanın huzurunda rüşvetten bahsedilirken aynen şunları söyledi:
“- Merhume Valide Sultan’ın dahi gümrük işlerinden rüşvet aldığı söylenir. Buralardan evvela saray mensuplarının eli çekilmelidir!”
1859’da Mehmet Emin Paşanın Padişah Abdülmecid’e söylediğini 152 yıl sonra bugün Başbakan Erdoğan’a söyleyebilecek bir bakan, bir genel müdür bulabilir misiniz? Meselâ biri çıkıp, “Şu Deniz Feneri davasını” nın hızlanması için gayret gösterelim, yahut “Almanya’daki işçilerimizi ’kâr ortaklığı’ kılıfı ile soyan Konya ve Yozgat merkezli şirketlerin peşine düşelim, bu yetim hakkıdır” diye uyarabilir mi? Bunların hiç biri bugün yapılamaz. Yapılamadığı için de, “PKK ile görüştüğümüzü söyleyen alçaktır, şerefsizdir” diyen Başbakan şimdi tutmuş, “Devlet görüşür, zaten görüşüyoruz da” mealinde şeyler söylüyor da kimse bu “u” dönüşlerini kendisine hatırlatamıyor. Daha dün, “Bazı bakanları ve milletvekillerini yolsuzluk yaptıkları için görevden aldım” mealinde sözler söylediği halde bir televizyon kanalında, “Ben böyle bir şey söylemedim” diyor da, o televizyon kanalı banttan o sözleri kendisine hatırlatma cesaretini kendinde bulamıyor. Yalan mı?
Cevap
Halkın silah taşımasının yasak edildiği bir dönemde Nasreddin Hoca’yı belinde kocaman bir pala ile yakalayan devriyeler:
- Bre Hoca demişler, sen hükümetin yasağını işitmedin mi? Bu pala da ne oluyor?
- Efendim ben medresede hocayım. Bununla kitapta gördüğüm yanlışları
kazırım.
- Koskoca pala ile yanlış kazınır mı?
Hoca cevap vermiş:
- Bazen öyle yanlışlar yapılıyor ki, bu pala bile az geliyor!
Palanın bile az geleceği o yanlışların neresini düzelteyim ki a okurum!