Bakû'ye gidiyorum ay balam (2)

Elmas Yıldırım’ın hayatını anlatıyorduk, orada kalmıştık geçen hafta. Devam edelim. Dağıstan’dan da Türkmenistan’a sürdüler Elmas Yıldırım’ı. Orada evlendi. Ancak, sürekli izleniyordu ve Sibirya’ya sürüleceğine dair duyumlar alıyordu. 1933 yılında İran’a geçti eşiyle. İran yönetimi de casus diye işkence etti günlerce Elmas Bey’e. Uzun bir tutukluluktan sonra serbest kalıp Van’dan Türkiye’ye giriş yaptı. Elazığ, Malatya gibi illerde bucak müdürlükleri yaptı, Azerbaycan özlemini dile getiren birçok şiirler yazdı. İşte onlardan biri:
“Şairem, cismim eğer, Buzlu Cehennem’de yana/Taşımaz korkulu dağlar bu tükenmez yasımı/Ger melekler vereler cennet-i âlâyı bana/Söylerem: İstemem ol cenneti, ver Kafkasımı!...
Kafkas’ın aşkı bütün zer dolu dünyaya değer/Deseler; yurdu unut, al yeni dünyayı eğer/Söylerem hakkımı ver, aşkımı ver, yurdumu ver/Dinlesin koy bütün âlem, bu boğulmaz sesimi.”
Elmas Yıldırım, Azerbaycan’a hasret, 1952’de öldü. Azerbaycan 1991’de bağımsızlığını kazandıktan sonra, Bakû’de adı bir caddeye verildi, heykeli dikildi. İtibarı tamamen iade edildi. Elmas Yıldırım’ın kısa öyküsü böyle.
Biz yine Nâzım Hikmet’e ve Aslan Kavlak’ın kitabına dönelim. Kavlak, kitabının önsözünde, Azerbaycanlı şairler Fikret Goca, Fikret Sadık ve Abbas Abdulla’ya teşekkürler ediyor. Ancak onlardan hangi bilgileri aldığını kitabında açıklamıyor. Bu şairlerle Bakû’de 1992 yılında ben de görüştüm. Nâzım Hikmet hakkında onlardan aldığım özel bilgileri Ortadoğu gazetesi ve Şiir Defteri dergisinde yazdım. Kavlak, nedendir bilinmez, Nâzım’ın komünizmden pişmanlığını dillendirmesini hiç dile getirmemiş. Atlamış ya da katlamış bunları... Niye acaba?

NAZIM’IN GALİNASI VE DURSUN ÖZDEN...
Söz edeceğimiz ikinci kitap şair-yazar Dursun Özden’e ait. “Nâzım’ın Galinası” Ekim 2007’de Kaynak Yayınları’nca yayımlanmış.
Dursun Özden, Nâzım’ın SSCB’deki günlerinde 7 yıl doktorluğunu yapan ve sevgilisi de olan Galina ile görüşmüş. Önemli bilgiler derlemiş. Fazla ayrıntıya giremiyorum, yerim dar. Galina, son eşi Vera’nın Nâzım’ı aldattığını ve şairin ölüm nedeninin bu olduğunu ifade ediyor, bunu aktarmakla yetineyim.
Özden, Sibirya trenine binerek Nazım’ın izinde 10 bin kilometre yol almış. Neden? Çünkü Nâzım, 1953 ve sonraki yıllarda Sovyet Yazarlar Birliği adına defalarca Türk illerine (tâ Altay’a, Hakas’a, Tuva’ya dek) gitmiş. Şaman geleneğini yaşatan toplulukları çok sevmiş; onların müzikleri, dansları ve dilleriyle huzur bulmuş.
“Ata yurdu Asya topraklarına, özüne, içsel dünyasına, kendi öz kültürüne, masal ve destanlara, İstanbul’a bir yolcuktu bu... 1957’de Türk yurtlarına yaptığı gezide, onun ilgisini en çok çeken iki şey oldu. Bunlar Asya Türklerinde sarı, yeşil ve kırmızı renklerin şöleni olan Nevruz-Yenigün Bayramı ve Şaman-kam dansları idi.”
İlginç değil mi? Özden’in yolculuk izlenimleri de öyle: “(...) Asya’da yaşayan Türk kültürünün binlerce yıllık izi ile kucaklaşmak için her şeye katlanmaya razıydım... Baykal Gölü çevresinde Şaman dansı ile alevlere kapılıp sonsuz ve zamansız evrende yitip gitmek için, Kutsal Şaman Ana’nın gırtlaktan söylediği şarkılarla moral bulmak ayrıcalığı, bir başka kültürel zengin mirasın yaşatılması için bir kıvılcımdı benimkisi.”
Nâzım’ın şaman tutkusu, Azerbaycanlı Anar’ın şu sözü ile de örtüşüyor: “Nâzım, bilge bir dervişti.”
Zikri ve fikri sizce neydi bu dervişin?..

Yazarın Diğer Yazıları