Bakû'ya gidiyorum ay balam (1)
Nazım Hikmet ve Azerbaycan... “Mavi gözlü bir dev” şairle, şairlerin ve odların yurdu olan ülkenin büyük aşk hikâyesi...
1922’de başlıyor bu aşk ve şairin ölümüne dek tam kırk yıl sürüyor. Nazım; 1922, 1923, 1927, 1957, 1958, 1960 ve 1962’de Azerbaycan’a sefer ediyor... Azerbaycan ona, o da Azerbaycan’a vuruluyor. 1957 yılındaki gidişinde bu aşkını şu dizelerle dile getiriyor:
“Moskova’dan yola çıktım bu akşam/Vagonumun kapıları aynalı/Bakû’ya gidiyorum ay balam/Bakû Aslı, ben Kerem/Bakû gençliğim demek/Dost eline emanet ettiğim yürek/İliç’in bulağından içtiğim su/Kardeş sofrasında kestiğim ekmek/yârin yüzünde yıldızların uykusu/Bakû gençliğim demek/Bakû’ya gidiyorum ay balam/Bakû Aslı, ben Kerem.”
Nazım Hikmet’in Azerbaycan’daki kadim dostu şair Süleyman Rüstem, onun Bakû’yu “nece sevdiğini” şöyle açıklıyor: “O Bakû’yu gözleriyle öper gibi gezip dolaşırdı. Hazar onun gözlerine göçmüştür.”
Bu derin ve büyük aşkın büyük anıları da var elbette. Aslan Kavlak, bu büyük aşkın anılarını “Bakû’ya Gidiyorum Ay Balam” adlı kitapta toplamış (Yapı Kredi Yayınları/ Ekim 2007). Kitap, bu aşka ve anılara koşut olarak büyümüş, tam 447 sayfa. Yazar, bu araştırmanın hâlâ eksik olduğunu, çünkü gerek bizim, gerekse Sovyet gizli servis arşivlerinin hâlâ açılmadığını belirtiyor.
Aslan Kavlak, Nazım’ın ilk şiir kitabı olan “Güneşi İçenlerin Türküsü”nün 1928 yılında Bakû’da yayımlandığını, Nazım adına ilk Edebiyat Gecesi’nin de burada düzenlendiğini yazıyor. Nâzım, Türkiye’ye dönüş umudunu yitirince, Azerbaycan’a yerleşmek istemiş, ancak Moskova buna izin vermemiş. Moskova, bu yurtsama yüklü şairin Azerbaycan’a gömülmek isteğini de yerine getirmemiş (Oysa Sabiha Sertel’in mezarı Bakû, Fahri Hıyaban’dadır). Ölümü Azerbaycan’da büyük üzüntüye yol açmış Nazım’ın. Şair Vilayet Rüstemzade “O gün gök kişnedi, bulut ağladı” diyor. Ancak ölen Nazım Hikmet de olsa, ne yazılacağına Komünist Partisi karar vermiş. Zekeriya Sertel’in yazdığı yazı yayımlanmamış mesela.
Aslan Kavlak’ın bu değerli eserinde birçok gerçeği de öğrendim. Sözgelimi, onca meraklı ve ayıptır söylemesi bilgili olmama karşın, ben, Nazım Hikmet’le Elmas Yıldırım’ın Bakû’da aynı edebiyat gecesinde şiir okuduğunu bilmiyordum. Kavlak 1927 yılında düzenlenen bu edebiyat gecesinin afişini ele geçirmiş ve yayımlamış kitabında. Bir kısa dipnotla Elmas Yıldırım hakkında bilgi de vermiş. Dipnota kadar kutlarım kendisini, ama dipnota itirazım var. Yazgıları birbirine çok benzeyen bu iki şair arasındaki benzerlikler bir kitap konusu olur yahu! Nasıl böyle iki tümce ile geçiştirirsiniz? İkisi de ülkelerinden ayrılmak zorunda kalmışlar. İkisi de vatanlarına hasret ölmüşler. İkisi de bu hasretlerini dile getiren değerli şiirler kaleme almışlar. Ve fikirleri, dünya görüşleri tamamen zıt olan bu iki şairin yolu bir yerde kesişmiş. O kesişme noktasındaki Türklük olgusunu nasıl görmezlikten gelirsiniz?
Elmas Yıldırım hakkında biraz bilgi vereyim de bu dediklerim daha iyi anlaşılsın. Bakû’da 1907 yılında doğdu. 1925 yılında ilk şiirleri yayımlanmaya başladı. Ahmet Cevat ve Hüseyin Cavit gibi Türkçü şairlerin etkisi altında idi. Bu durum onun da damgalanmasına yol açtı. Önce Dağıstan’a sürdüler. Şair, burada Şeyh Şamil’i keşfetti. Ülkemizde dillerden düşmeyen Şeyh Şamil şiiri de işte o günlerin esiniyle yazılmıştır: “Şamil, Kafkas Dağlarının hürriyet güneşidir/Şamil Atatürküm’ün öz be öz gardaşıdır/ Şamil’i bilmeyenler atasını ne bilir” (Haftaya devam edeceğiz)