Bakkallardan “cephane fışkırıyor”
Üç de yetmez beş olsun...
Maazallah deprem tekrarlasa; biri enkazda kalsa... Velev ki kurtuldu, donsa... Velev ki elektrikli sobaya kavuştu, yansa...
Kaldı dört!
Ee bunun PKK terörü var; markete gittin bir bakmışsın alışveriş merkezinde bomba patladı... Okula yolladın, metroyu uçurdu terör örgütünün canlı bombası... Velev ki “bomba” ya, “mayına”, “kurşun” a, “Molotof”a denk gelmeden yaşadı kısacık hayatını, nasıl durduracaksın “trafik”teki can alıcıları?
Kaldı üç!
Organ mafyası kaçırabilir, manyağın biri testereyle doğrayabilir, tinercilerin lincine uğrayabilir, hastanede yanlış iğne yapılabilir, kredi kartı batağındaki baba cinnet geçirebilir, dershaneden eve dönerken başına gökten devasa bir cam panel düşebilir, olmadı saksı, pencere pervazı!
Kaldı iki!
Son bir haftada medyaya yansıyan haberleri okuduysanız “geleneksel tehlike” den haberdarsınız;
“Çatapat” patlayabilir...
Sonrası malum:
El Fatiha...
Saadetini göreyim, toruna karışayım diyorsanız, ülkemizin özel şartları dolayısıyla “üç” yetmeyebilir, ama “beş” iyidir!
Teklifimin sebebi önceki gün haber bülteninde işittiğim “Furkan öldü” cümlesi ile tamamlanan şu resimdir:
Narin 3 yaşındaydı. Kan kusmaya başladı. Bütün kontrolleri yapıldı; doktorlar sebebini bulamadı. Zehirlendiği, cebindeki “çatapat” ı bulduklarında anlaşıldı! 8 gün yoğun bakımda kaldı; kurtarılamadı...
Furkan 5.5 yaşındaydı. Aşırı kusma ve bilinç kaybı dolayısıyla götürüldüğü hastanede ortaya çıktı çatapat yuttuğu. Tedavisi sırasında kameralara poz verdi, el salladı hepimize “veda vakti” der gibi. Nitekim acil olarak alındığı karaciğer dokusu nakli ameliyatının ertesinde hayatını kaybetti.
S.M. 2.5 yaşında. Onun oyunu da soğuk bir ameliyathanede bitti. Karaciğer nakli yapılan bebek için elimizden gelen yaşaması için dua etmek...
***
“Çatapat”, “ayakla çiğnendiğinde veya bir yere sürtüldüğünde ’çat pat’diye patlayan bir eğlence fişeği” diye tarif ediliyor lügatlerde.
“Fişek” ne peki?
“Tüfek, tabanca vb. hafif ateşli silahlara, atılmak için sürülen ve içinde barut bulunan bir kovan ile bu kovanın ucuna yerleştirilmiş mermiden oluşan cephane!”
Veya daha pembe tanımı ile;
“Patlayıcı!”
Oyuncak diye cephane satıyoruz çocuklara, bundan ötesi var mı? Sorumlulara “katil” yaftası asmak için daha başka kanıt lazım mı?
İçişleri Bakanlığı 2006’da, Sağlık Bakanlığı da 2009’da il valiliklerine genelge göndererek yasakladı bu maddelerin 18 yaşından küçüklere satışını; peki o gün bugün “yasağa uyan var mı” diye denetimi yapıldı mı?
“Öldürücü” etkiye sahip bu kimyasallar “oyuncak” niyetine, hâlâ şekerlemeler, çikletlerle birlikte satılabildiğine göre yapılmamış olmalı!
Sözüm, “topraktan cephane fışkırıyor” deyip, ilgili ilgisiz yüzlerce insanı zindana atan kafaya:
“Bakkallardan cephane fışkırıyor” ne yapmayı düşünüyorsunuz acaba?
TRT’de harcanıyor
TRT, hakkında yakalama kararı bulunan Tümgeneral Mustafa Bakıcı’nın Irak’ın Kuzeyi’nden ülke dışına çıktığını oradan da Belarus’a geçtiğini iddia etmiş. Buna göre Bakıcı, Minsk’te bir çiftlikte “kırmızı bültenle aranan” Bedrettin Dalan’la birlikteymiş.
Daha önce de yazmıştık, yine yazalım. Harcanıyor bu Genel Müdür TRT’de!
Şu ara “potansiyel keşfi” ne merak salan hükümet İbrahim Şahin’i TRT Genel Müdürlüğü yerine MİT Müsteşarlığına önerseydi ya...
Sağda masonluk neyse Solda Sorosçuluk odur
Son iki yılda yaşananları yorum katmadan alt alta yazıyorum. Beraber okuyalım.
- Ana muhalefet partisinin genel başkanı bir seks kaseti komplosuyla devrildi.
- Bir muhalefet partisi liderinin helikopteri düştü.
- Bir başka muhalefet partisi lideri hastalanıp öldü.
- Devletin en üst düzey güvenlik örgütü bölücülerin en üst düzey mensubuyla masada görüşürken yakalandı.
- Yıllarca Marksist solla mücadele etmiş bir polis şefi, Marksist bir örgüt mensubu olmaktan hapse atıldı.
- Ergenekon yapılanmasını ilk kez bulup kamuoyuna duyuran bir başka polis şefi aynı örgütün üyesi olmak suçuyla hapse atıldı.
Daha devam edeyim mi?
- Ana muhalefet partisinin yeni genel başkanının Sorosçu bir vakfa üye olduğu ortaya çıktı.
- Olan bitene hala ‘komplo teorisi bunlar’ diyen var mı?
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun TESEV (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı)’e üye olmasını normal mi karşılayacağız? 1994’te TESEV’e üye olmasını hırslı bir bürokratın kariyer telaşı olarak mı göreceğiz? Yoksa turuncu devrimin tamamladığı son kare olarak mı?
Açık ve net söyleyeyim. Ben Kemal Bey’in Sorosçu olduğuna inanmam. Ama CHP Genel Başkanlığı koltuğunda oturan bir kişinin de neye üye olduğunu gözden geçirmesi gerektiğini düşünürüm. Dahası TESEV nedir ne değildir ona bir bakarım. Ne için kuruldular ve neye hizmet ediyorlar?
Soros bir solcu için bir sosyal demokrat için lekedir. Tıpkı sağcılar için Mason olmak gibi...
Yeni dünya düzeni
Yeni dünya düzeni diye yutturulan kapitalist sistem dahiyane iki sözcük keşfetti. Özgürlük ve demokrasi. Bu iki sözcükle işgal etmedikleri ülke içini boşaltmadıkları kasa, yağmalamadıkları yeraltı zenginliği kalmadı. İflasın eşiğindeki dünya ekonomisine yeni kaynaklar yaratmak için hep bu iki sözcüğe başvurdular. Oysa ki kastettikleri ‘özgürlük’ sadece bir tüketim çılgınlığı, ‘demokrasi’ ise küresel mafyaya tam teslimiyet demekti. Kırgızistan, Gürcistan, Ukrayna’da turuncu devrim Soros’la oldu. Finans devi George Soros adeta davul zurna çalarak o ülkelere girdi. Ve iktidarları devirdi.
Bakınız...
Tarih Mart 2011.
Para sihirbazı ve turuncu devrimlerin mimarı George Soros, BBC’ye mülakat verdi. Şunları söyledi. ’Bugün Orta Doğu’da yaşadıklarımız daha önce 1989-1991 yıllarında eski Sovyetler’de yaşandı ki; ben bu olaylarla yakından bağlantılıydım. Kaddafi, Libya’nın ürettiği muazzam zenginliği kendi cebine atıyor. Libya halkı bu yüzden ona karşı ayaklanmak zorunda. Öte yandan İran’daki rejim de hayatta kalamayacak. Ama İran yönetimi mücadele etmekten vazgeçmeyecektir.’
Arap Baharı’nı biliyorsunuz... Şimdi sırada Suriye ve İran var...
Bir kâhin gibi olacakları bilen sihirbaz Soros’un Türkiye ayağı Açık Toplum Enstitüsü ve onun türevi olan TESEV. Yani Türkiye Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı!
TESEV’in Soros’tan yıllık 2 milyon dolar alması tek başına önemli değildir. Soros artık bir felsefenin adıdır. Demokrasi ve özgürlük maymuncuğuyla toplumların bütün dinamiklerini altüst ediyor. Amacından uzaklaşmış sendikalar, içi boşalmış ve muhalefet yapamayan sivil toplum kuruluşları ve dernekler, farklı seslere kapalı bir toplum...
Buna itiraz edenlere ise kulp hazır... Sovyetlerde Stalinci komünist, Arap Baharı’nda ise Baasçı diktatör!
TESEV de bu felsefenin Türkiye’deki ayağıdır. O felsefenin yerleşmesi için seminerler, workshoplar yaptı, kitaplar yayınladı. Fikrî temellerini oluşturdu.
Bu arada açıkladıkları şeffaflığa uygun olarak her şeylerini internet sitelerine koydular. Tüm bilgileri orada bulabilirsiniz. Üyelerini, Soros’tan ne kadar para aldıklarını vs.
(Bakınız... Bastığı üç kuruşluk kitaplarla ne olacak demeyin. Asla Sorosçu olacağına inanmadığım hatta anti-emperyalist mücadele yüzünden cezaevine girmiş bir gazeteci olan Ruşen Çakır bile, basılan bir kitabının hatırına Soros vakfını savunmak zorunda kalıyor.)
Gürkan Hacır / Akşam
“Yetmez ama evet” diyenler pişman mı
Biliyorsunuz, dokuz yıldır iktidarın arkasında duran, fikri destek veren, hatta hükümet adamlarının havada kalan bazı sözlerinin altını doldurmaya çalışan liberal-muhafazakâr ittifakı var.. Aslında ittifak demek yanlış..
Muhafazakâr yazarlar kendilerini iktidarda görüyor..
Liberal demokrat yazarlar da destek veriyor..
Veya veriyordu!..
*
Zaman zaman sürtüşme olsa da 2002’den bugüne destek sürüyordu..
Son zamanlarda destek bitti denilebilir..
KCK operasyonlarından sonra köprüler atıldı..
Zaman gazetesinden Hüseyin Gülerce yol ayrımını ilan eden ilk yazar oldu.. Buraya kadar dedi..
Herkes kendi yoluna..
Gerçekten kırılma noktasıydı..
Muhafazakâr gazetelerde yazan liberal yazarlardan çok sert eleştiriler gelmeye başladı..
Mesela Yeni Şafak’ta yazan Ali Bayramoğlu iktidarı iki gün üst üste topa tuttu..
AKP’nin sonunda ’saray’ı kontrol altına aldığını, sisteme hâkim olduğunu, demokrat olma ve demokrasiye olan ihtiyacının azıldığını, eleştiriye tahammül eşiğinin düştüğünü yazdı..
*
Peki, yaşadığımız Türkiye’yi nasıl tanımlayabiliriz.. Bir zamanlar dillerden düşürülmeyen ’ileri demokrasi’evresine geçtik mi? Ali Bayramoğlu’nun tespiti şöyle..
Okuyalım..
”Daralan ifade özgürlüğü alanı... Basının rölatif bağımsızlığının iyice ortadan kalkması... Siyasi iktidarın siyaset ya da kendisi karşısında düşünsel ya da kurumsal özerk kurumlara tahammülünün yok olmaya başlaması... Siyaset üretiminde özgürlüklerin kötüye kullanım endişesinin ya da demokratik hamlelerin ters sonuçlar ürettiği fikrinin, dolayısıyla polisiye mantığının geri dönüşü... Katılım mekanizmalarını önemsizleştiren milli iradeci anlayışın iyice belirgin hale gelmesi... Velhasıl toplum üzerindeki devlet hegemonyasının yerini adeta siyaset hegemonyasına bırakması...
*
Polisiye mantığı geri mi dönüyor?
Polis devleti!.. Radikal’de yazan Cengiz Çandar ortamın da iklimin de müsait olduğuna dikkat çekmiş..
Niye mi? Şöyle yazmış..
“Zira, Türkiye’de herhangi bir polis rejimine hizmet sunmaya hevesli, çok sayıda kişiden oluşan bir medya ortamı mevcut” Dikkat!
Medya ortamından söz ediyor..
*
İki arada bir derede kalan Star gazetesi yazarı Fehmi Koru ise durumu toparlama çabasında..
Çabasında ama iktidarı kollayıp, arkadaşlarını suçlamadan da edemiyor.. Şöyle demiş:
“Son gelişmeler, hükümete yakın bilinen gazete ve yazarlar yüzünden AK Parti ’nin günah defterine yazıldı.” Ekliyor.. “Kaldırın o birkaç açıklamayı, tutuklamaları onaylayan yayınları yapılmamış sayın, ’Türkiye bugün sivil vesayet altında’veya ’Ak Parti’nin artık demokrat olmaya ihtiyacı kalmadı, AKP dönüştürdüğünü sandığımız sistemi kendi benimsedi’türü medya iddialarını destekleyecek ne kalıyor geriye?” Tercümesi şu.. Bazı şeyleri de görmeseniz olmaz mı?
Görmeyin.. Duymayın..
İlgilenmeyin.. Gül gibi geçiniyorduk işte.. Yazısının sonunda küçük bir tehdit de var.. “Medyaya biraz daha yakından bakmamız gerekecek..”
Hangi medyaya? Bize gözdağı vermiyor herhalde.. Kendi medyasını, muhafazakâr medyayı, liberal demokrat dostlarını uyarıyor olmalı!
*
Liberal aydınların desteği anayasa referandumundaki ’yetmez ama evet’sloganıyla doruk noktasına ulaşmıştı..
Aradan 13 ay geçti..
Bu eleştirileri yaptıklarına göre..
Sormamız lazım.. ’Yetmez ama evet’çiler.. Kırgın mı? Kızgın mı?
Pişman mı?
Mehmet Tezkan / Milliyet
Katmerli tesadüf
Vahdettin’in kaçış tarihi.
Yazdık. Kızdılar.
Üç günlük programı kapsayan davetiyede kabak gibi 17 Kasım yazmasına rağmen... 17 değil, 18 Kasım’da anıyoruz dediler.
18 Kasım ne? Onu da önceki gün, yani tam 18 Kasım’da, Başbakanımız izah etti: “Dikkat edin gençler... Bugün 18 Kasım, bizim bu ülkede iktidar oluşumuzun 9’uncu yılını tamamlıyoruz, bugün onun için anlamlı bir gün, bugün 10’uncu yıldan bir gün aldık.”
Tesadüf işte. Katmerli tesadüf.
Yılmaz Özdil / Hürriyet