Bakanlıklarda devir(ip) teslim!
Görev devir teslim sırasında Adalet eski Bakanı Mehmet Ali Şahin, Deniz Feneri ile ilgili suçlanmayı kabul etmediğini söyledi ve ilave etti: “-Aslında bu konuda tebrik edilmem gerek. Dosya Almanya’dan gelir gelmez Bakanlığa bile sokmadan Başsavcılığa gönderdim. ’Geciktirdi, taraf oldu’iddialarını siyasi yaklaşımlar olarak değerlendiriyorum!”
Sayın Şahin’in vicdanı rahatsa, “Ufku o kadarmış” der, susarız. Ama biliyoruz ki kamu vicdanı sayın Şahin’in vicdanı kadar rahat değil.
Çünkü Yimpaş ve Kombassan mağdurları derman olsun diye dertlerini anlatmak istediklerinde bu ülkenin Başbakanı tarafından, “Parayı verirken bana mı sordun!” diye azarlanmışlardır ve Deniz Feneri ve Kanal 7 hikâyesinin kökleri Yimpaş ve Kombassan toprağında sulanarak Almanya ve Türkiye’de dal budak salmıştır.
Şahin’in kendilerinin de bildiği bu hikâyenin özetini şöyle yapabiliriz.
1989’da CHP’den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğuna oturan Nureddin Sözen, Belediye Radyo Televizyonu, BRT’yi kurdu.
1994 seçimlerinin galibi RP’nin adayı Recep Tayyip Erdoğan’dı ve RP, kurucuları Recai Kutan, Haşim Bayram, Zekeriya Karaman, Azmi Ateş, M. Tarık Çetin, Ekrem Baki, N. Şahin ve Ali Rıza Akın’ın olduğu Yeni Dünya İletişim A.Ş. isimli bir şirkete sahipti. Belediye seçimlerinden iki hafta sonra Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Kanun Meclis’ten geçti. Kanun, belediyelerin radyo ve televizyon kurmalarını ve radyo ve televizyonların yöneticilerinin holding ve şirketlerde yönetim kurulu üyesi olmalarını yasaklıyordu.
RP, BRT’yi Yeni Dünya İletişim AŞ’ye devretti, devir sözleşmesinin altını da Recep Tayyip Erdoğan ile Erdoğan’ın ekibinden daha sonra TRT Genel Müdürlüğü’ne getirilen Şenol Demiröz ve yeni Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer imzaladılar. Sözen’in kurduğu BRT artık Zekeriya Karaman’ın başkanı olduğu RP kontrolündeki Yeni Dünya İletişim A.Ş.’nindi. BRT kapatıldı ve Kanal 7 olarak yayına geçti.
Yani Kanal 7, böyle doğdu.
Kombassan, Kanal 7 ve Deniz Feneri iç içe geçti.
Ve Almanya’da, mahkemelerin de tescil ettiği yolsuzluklar yaşandı, Türkiye’de noter sahtecilikleri, kamuoyunun öğrendiği üzere hayata geçti.
AKP iktidarı Deniz Feneri Derneği’ni kamu yararına dernek ilân etti, vergiden muaf hale getirdi.
Deniz Feneri, Kombassan ve Yimpaş’tan şikâyet eden mağdurlar azarlandı, bu konuda yayın yapan gazete ve televizyonlara açık bir savaş ilân edildi, hükümet gücü ile üzerlerine gidildi.
Sayın Şahin işte öyle bir süreçte, “Tebrik edilmem gerekirdi, süreci yavaşlatmadım, hızlandırdım” diyor, biz de kendilerine, “Ufukları o kadarmış!” kaydıyla inanıyoruz.. Çünkü, bakınız elin oğlu, elin hükümeti, elin devleti neler yapıyor.
İstanbul’da üç Çeçen art arda gizemli bir şekilde öldürülünce Fransa bundan pay çıkardı ve aralarında istihbarat görevlilerinin de olduğu bir heyeti Türkiye’ye göndererek MİT ve Adalet Bakanlığı yetkilileri ile görüştü. Niçin böyle yaptıkları sorulduğunda, “Fransa’da da Çeçenler yaşıyor!” cevabını verdiler. Fransızlar, Rus ajanların Çeçen misafirlerine zarar vermesinden endişe ediyor, ortada fol yok yumurta yokken tedbirlerini alıyorlardı.
Türkiye, Almanya’da binlerce vatandaşının dolandırılmasına on yıllarca seyirci kaldı, Alman makamlarının feryatları ve mahkeme kararları Türkiye’yi yerinden kıpırdatamadı, “Dosya gelsin, dosya tercüme edilsin, bir şey icap ederse yaparız” lâkaydiliği sergilendi, bürokrasiye sığınıldı..
Fransa’nın, misafiri Çeçenler için gösterdiği hassasiyeti, Türkiye’yi yönetenler, Deniz Feneri bahsinde alın terleri din-diyanet diyerek ticaret ve servete tahsil edilen insanları adına göstermedi, gösteremedi... Üstelik devletin uluslararası itibarı da söz konusuydu..
İnsan,“İyi ki Şahin süreci hızlandırmış, bir de hızlandırmasaydı” demekten kendini alamıyor.