Bakan doğru söylüyor
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün Brüksel Türk Büyükelçiliği’nde düzenlenen Atatürk’ü anma toplantısında Gazi’nin bugün fazla hatırlatmayan önemli bir adımının da, “Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi” olduğunu hatırlattıktan sonra, “Eğer Ege’de Rumlar ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi bugün acaba Türkiye aynı milli devlet olabilir miydi? Bu mübadelenin ne kadar önemli olduğunu size hangi kelimelerle anlatsam, bilmiyorum” demesi birilerinin tüylerini diken diken etti.
Oysa Sayın Gönül doğru söylemişti.
Bugün Türkiye üzerinde oynanan “Bölücü Kürtçülük ve Alevilik” oyunlarının Rum ve Ermeni versiyonları Osmanlı döneminde “Rum ve Ermeni” adı altında sahnede değil miydi? Ermeniler dış güçlerden aldıkları destekle Haziran 1890’da Erzurum, Temmuz 1890’da Kumkapı, 1892-93 yılları arasında Merzifon, Kayseri, Yozgat olaylarını, Ağustos 1894’te Sasun, 1895’te Zeytun, 1896’da Van isyanlarını tertiplemediler mi? Sultan Abdülhamit’e İstanbul’un göbeğinde suikast Ermenilerce düzenlenmedi mi? Osmanlı ile savaşan mihraklar Ermeni ve Rumları silahlandırıp Türkler ve Kürtleri katlettirip Osmanlı ordusunu içeriden ve arkadan vurdurarak emellerine ulaşmak istemediler mi?
Sonunda Osmanlı 700 bin kadar isyancı Ermeni’yi bir araya toplayıp yine kendisine ait bir başka Osmanlı coğrafyasına sürdü. Devlet böylece dış güçlerin elinden Ermeni silahını almış oldu. Şimdi herkes bir düşünsün bakalım, bu isyancı Ermeniler 1914’lerdeki azgın halleri ile Anadolu’da yaşıyor olsalardı Türkiye Cumhuriyeti Kurtuluş Savaşını kazanabilir miydi? Ve o Ermeniler bugün Doğu ve Güneydoğu’da var olsalardı Batı bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin çözmek ve çökertmek için ayrılıkçı PKK’yı mı kullanırdı yoksa bugün devrede Hınçak ve Taşnak türü örgütler mi bulunurdu?
Gelelim Türkiye’deki Rumlarla Yunanistan’daki Türklerin mübadelesine.
Mübadele 1923’ten 1927 yılına kadar devam etti. O yıl Türkiye’nin nüfusu 13 milyon 648 bin kişi idi. Bunun 6 milyon 564 bini savaşta geri kalan çocuk ve gazilerdi. Kiminin kolu yoktu, kiminin bacağı. Üstelik başta verem olmak üzere salgın hastalıklar halkı kırıp geçiriyordu. Yoksulluk dersen, diz boyu idi. Ortalama ömür süresi ise 32 yıldı. Elinden bir iş gelen zanaatkârların genel nüfusa oranı 3.7, tüccarların ise 2.8’di. İşte böyle bir realitede Türkiye’den Yunanistan’a Türkiye’deki ticaret ve zanaatı ellerinde tutan, hiçbir sağlık ve üreme sorunu bulunmayan bir milyon 100 bin Rum gitti. Eğer böyle bir mübadele olmasaydı Türkiye’de bugün AB ve ABD merkezli bölücü operasyonlar PKK eliyle Kürtler ve kandırılmış Aleviler üzerinden değil, Rumlar üzerinden yapılmaz mıydı?
Tehcir ve mübadele sonucu Türkiye’de ortalığı karıştıracak kadar Rum ve Ermeni kalmayınca Batı yeni arayışlara girdi ve ABD tarafından 1961 yılında bir, “Barış Gönüllüleri Operasyonu” başlatıldı. Özel olarak yetiştirilmiş binlerce ajan güya Amerikalıları tanıtmak ve Türkiye’yi tanımak amacıyla yurdun dört bir yanına dağıldı. Gittikleri her bölgede etnik ve kültürel röntgenler çekerek ekebilecekleri fitne tohumları için münbit malzeme aradılar. Hazırladıkları raporları her ay Ankara’daki Amerikan elçiliğine sundular, tartıştılar ve her ay aldıkları yeni talimatlarla çalıştıkları bölgelere geri döndüler.
İşte bu ajanlar vasıtasıyla Batı, düne kadar kullandıkları ama artık Anadolu’da kalmayan Ermeni ve Rumların yerine Kürtleri ve Alevileri kullanabilecekleri kanaatine vardı. Malatya, Kahramanmaraş, Çorum, Sivas olayları işte bu Barış Gönüllüleri’nin eseridir.
Evet, bâzı acılar yaşandı amma Alevisi ve Kürt’üyle bu millet Barış Gönüllüleri ve diğerlerinin tuzaklarına düşmedi. Lâkin, Batı Türkiye üzerindeki niyet ve huyunu da terk etmedi.
Türkiye’yi yönetenlerin kendi halkını değil, dünkü müstevli Batıyı dinlemesi sonucu da Türkiye’de milli devleti pekiştirmenin yolları üretilemedi. Alevi yok sayıldı, Kürtler kaderine terk edildi, hatta ihmal edildi. Avrupa Birliği süreci ile de Ankara’da hızlı bir çözülme başladı. Ankara’dakiler Batı ne isterse verme ve halkı ne isterse reddetme yolunu tercih etti ve bugün işte bu noktaya gelindi.