Bak sen şu Atatürk’ün yaptığına!
Akşam Gazetesi Ankara Temsilcisi Özlem Toker, AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ’ın “Büyük önder Atatürk’ün hazırladığını temel alacağız” diyerek işaret ettiği 1924 Anayasası’yla ilgili şöyle bir “tespit”te bulunuyor:
“’Büyük Önder’in hazırladığı anayasa metni’nin, öyle iki ‘eksiği’ var ki, yakın gelecekte hararetli tartışmalar ve ‘kırmızı çizgiler’in tam da kilidini oluşturacak:
-İlk ‘eksik’: ‘Atatürk milliyetçiliğine bağlılık’ 1982 Anayasası’nın başlangıç hükümlerinde. Cumhuriyet’in temel nitelikleri arasında saydığı, ‘Atatürk milliyetçiliğine bağlılılık’, 1924 Anayasa’sında yok.”
Tüh, nasıl böyle bir açık vermiş Mustafa Kemal Atatürk!
Kendi hazırladığı Anayasa’ya “Atatürk Milliyetçiliği” diye bir ifade eklediğini düşünsenize!
Bu Atatürk’ten ziyade, kendisini “kurucu lider” olarak konumlandırma gayretindekilerin, “Atatürk’ün yerini alma” sevdalılarına yakışırdı bence! Ki yine de komisyonlardaki üyeler gözlerini açık tutsunlar, kaşla göz arasında bir satır arasına “Tayyibizm”i sıkıştırıverirler valla...
Böyle bir bahane ile 1924 Anayasası’nın “ideoloji”sinin Türk Milliyetçiliği olduğunu inkâr mı edecekler yani. İyi de nasıl? “Milli Mücadele”nin imzası var o metinde!
Toker’in 1924 Anayasası’nda tespit ettiği ikinci önemli “eksik”, “Türkiye devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu’nu v’az” etmemesi... Bozdağ ve partisinin neyi temel alacağı böylece netleşti! De...
“Türkiye devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu”ndan hareketle işgalcilere karşı bağımsızlık savaşı veren, kelle koltukta cepheden cepheye koşan Atatürk, sonraki nesillere “Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir” görevini vermedi mi? Bu görev bile tek başına “bölünmez bütün” olarak vücut bulan yapının “korunmasını” emretmiyor mu zaten?
Bu tarihi gerçekler, “Ama Atatürk de Anayasaya koymamış kiiiiii” şeklinde, “şark kurnazlığı(!)” ile çarpıtılabilecek gerçekler mi?
Engin Ardıç dosyası böylece kapandı
Geç de olsa insanın emeğinin karşılığını alması güzel...
Barack Hüseyin Obama Amerikan Başkanı seçildiğinde, evvelce verdiği “Adı Hüseyin olan biri Amerikan Başkanı seçilirse çıkar anırırım” sözünü tutması yönünde sarf ettiğimiz bütün çabaya rağmen Engin Ardıç sağıra yatmayı tercih etmiş, anırmamıştı.
Dün yazısına koyduğu başlıkla anırmış kadar oldu!
Kendisini anırarak ifade eden bir bünyeye sahip olduğunu itiraf etmek az şey mi!..
Güle güle Karakaçan Bey, biz dün itibariyle Engin Ardıç dosyasını kapattık, sana yeni görevlerinde başarılar artık!..
Dizilerden aşağı kalır yanı var mı
Yeniçağ’ın “Dizi dizi ahlaksızlık” manşetinden sonra Sabah gazetesi de bu konuda dikkate değer bir çaba içine girmiş ve ma-aile evin salonunda toplandığımız saatlerde yayınlanan dizilerdeki müstehcenliği sert bir dille eleştirmişti.
Aynı gazetede Nihat Hatipoğlu’nun konuyu “din” perspektifinden ele alarak yaptığı analizde, diziler üzerinden “aile kutsiyeti”nin yerle bir edildiği savunuluyordu.
Hatipoğlu’nun ifadesiyle, “İslam günahların, ahlaksızlığın, müstehcenliğin, günaha teşvik edici ortamların, aleniyetini hoş görmez. Bunu fahşa -aleni çirkinlik, azgınlık- olarak görür. Bunu teref -haddi aşma- olarak görür. Çirkinliği yaymayı, çirkinliğin kendisinden daha ağır görür”dü.
Dün Sabah’ın birinci sayfasına baktığımda bu satırlar geldi aklıma. Gazete birinci sayfanın tam göbeğine, bir kadının yataktaki yarı çıplak hallerini gösteren bir resim basmış ve üzerine de şöyle yazmıştı:
“Kaddafi’nin gelininin en seksi pozları!”
Kaddafi’nin gelini “en seksi pozları”nı gazetelerde çarşaf çarşaf yayımlansın diye vermemişti. Fotoğraflar, eşi yani Kaddafi’nin oğlu tarafından, “hatıra” olarak saklanmak üzere çekilmişti. Her Türk ailesinin evinde mutlaka bir adet bulunan pipisi sallanan erkek çocuğu resmi gibi yani!
Bir karı-kocanın kendilerine ait özel bilgisayarlarında sakladıkları “aile albümü” nü, hem de bir suçun deşifresi gibi böyle ulu orta sergilemek de “aile kutsiyeti” ne saldırı değil mi!
Hadi ite kaka da olsa RTÜK dizilerle ilgili devreye girdi, ya gazeteler? Soyunup yatağa girmeyen gazetecinin röportajına röportaj demeyecekler neredeyse; bu, dizilerden aşağı kalır bir hal mi?
“İnsancıl emperyalizm” dümeniyle işgal
Yeni emperyalizm, ekonomik ve askeri yayılmacılığı meşrulaştırmak için bazı yeni kavramlar icat ediyor.
“İnsancıl emperyalizm” (humanitarian imperialism), “iyi niyetli emperyalizm” (benevolent imperialism), “liberal emperyalizm” (liberal imperialism) “kozmopolit emperyalizm” (cosmopolitan imperialism) gibi çağımızın demokrasi ve insan hakları anlayışıyla uyumlu gibi görünen bu kavramlar, küreselleşmenin icat ettiği ve esas olarak birbirine benzeyen anlamlara sahip, yeni emperyalizm kavramları.
Temel yaklaşımları, dünya barışı ve insanlığın gelişmesi için, başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerin, demokrasisi gelişmemiş olan ülkelere demokrasi ihraç etmesi tezi üzerine dayalı.
Yani gelişmiş ülkelerin, azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere yaptıkları bütün ticari, ekonomik, mali ve askeri müdahaleler, bu kavramlara dayanılarak savunuluyor.
ABD’nin Irak’ı işgali de aynı çerçevede ele alınıyor.
Klasik emperyalizmi ve yeni emperyalizm kavramlarını, bunların ABD’deki ve gelişmiş ülkelerdeki yeni muhafazakârlarla (neo-con’larla) ilişkilerini Kiely, “Rethinking Imperialism” (Emperyalizmi Yeniden Düşünmek) adlı yeni kitabında (Palgrave Macmillan, 2010) anlatıyor ve çok güzel eleştiriyor. Kiely’e göre bütün bu yeni kavramlar, “ikna edici değildir, antidemokratiktir ve kendi içlerinde çelişiktir” . (s.194) Kiely bu tezini, ABD’nin Irak ve Afganistan uygulamalarıyla açıklıyor.
***
Dünya bir yandan yeni emperyalizmin pençesinde kıvranırken, öte yandan bu olguyu çözümleyen, çareler üreten kitaplara, örgütlenmelere, protestolara da tanık oluyor.
İspanya’daki ve Wall Street’deki eylemleri “Arap Baharı” bağlamında değil, yeni emperyalizme başkaldırış biçiminde algılamak daha doğru.
Emre Kongar / Cumhuriyet
PKK’yı bitirme planı
PKK’yı yenmenin yolu basit. Kandil’e yayın yapan bir radyo kurulsun. Bu radyo sadece İçişleri Bakanı’nın konuşmalarını versin. Dağdakiler gülmekten ölür!
Ergun Babahan (twitter)
ÖGM’ler DGM’lere rahmet okutuyor
Özel Görevli Mahkemelere yönelik şikâyetler geçmişte DGM Yani Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ne yönelik eleştirileri aştı... ÖGM’ler, DGM’lerin devamı olarak gösteriliyor. Acaba doğru mu?
İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bedri Gültekin, aynı zamanda mahkemelerde çok zaman harcamış bir partili olarak iki mahkemeyi karşılaştırıyor. Bakınız ne diyor:
“1. DGM’lerde gizli tanık uygulaması yoktu. Ama ÖGM’lerde kim olduğunu bilmediğin, hiçbir şekilde yüzünü göremeyeceğin ve mahkemede dinlerken gerekirse sesi de değiştirilen ”gizli tanıklar“ ÖGM’lerin en büyük ”suç kanıtları“. Çok çeşitli vaat ve teşviklerle elde edilen gizli tanığın yalanlarına karşı sanığın kendini savunma olanağı yok.
2. Şahsen ben imzasız ihbar mektubunun güvenilir delil kabul edilerek DGM’de açılmış tek dava hatırlamıyorum.
ÖGM’lerde ise açılmış olan hemen hemen bütün davalarda en büyük suç delili imzasız ihbar mektupları.
3. Bırakın DGM’leri, sıkıyönetim mahkemeleri de dahil olmak üzere son yüzyılın hiçbir mahkemesinde, avukatın imzaladığı bir belgenin, ”dosya üzerinde gizlilik kararı var“ gerekçesiyle avukata verilmemesi gibi bir hukuk faciası yaşanmadı.
Ama ÖGM’ler davalar için bir yandan “gizlilik kararı” alıyor, avukata ve sanığa suçlandığı dava ile ilgili hiçbir şey vermiyor; öte yandan dosya ile ilgili bütün bilgiler ertesi gün yandaş basında en ince ayrıntısına kadar yer alıyor.
4. Hiçbir DGM hâkimi veya savcısı; verdiği kararlardan dolayı, zamanın iktidarının takibine uğramadı, tehdit edilmedi, görevinden alınmadı, daha alt görevlere sürülmedi.”
DGM’ler 12 Eylül askeri rejiminin ürünüydü... ÖGM’ler DGM’lere rahmet okutuyor.
Melih Aşık / Milliyet
Yandaşlara uyarı
Aklama manşetleri atmayın
Önce savcılar hile yaptı, şimdi de bilirkişi! Aynı gazeteler, benzer bir gayretle, Deniz Feneri dosyasındaki iddiaların düzmece, şüphelilerin de masum olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Yapmayın arkadaşlar! Bırakın kararı mahkeme versin. Zaten yayınladığınız haberlerden pek bir şey anlaşılmıyor. Karışık cümleler, içinden çıkılamayan rakamlar... Savcıların yaptığının “tahrifat” olmadığı da ortaya çıktı. (...)
“Benim darbem iyidir” zihniyetini az eleştirmedik.(...) Bakıyorum Deniz Feneri’nde roller değişmiş... Orasından burasından dosyayı kemirme hevesindeler.
Bu davranışı doğru bulmuyorum. Hatta kurtarmak istedikleri kişilere yarar da sağlamıyor. Onlar böyle aklamaya çalıştıkça, bilirkişileri suçladıkça, savcılar dosyadan uzaklaştırıldıkça, şüphe derinleşiyor; olayın üstü mü kapatılmak isteniyor endişesi doğuyor. Üstelik bir kısım medyanın, iktidarın talimatı doğrultusunda “aklama manşetleri” attığı düşünülerek dava iyice siyasallaşıyor. Bir bilirkişi yanlış yapmış olabilir. Ama bildiğim kadarıyla, Almanya’da da mahkûmiyet gerçekleşti ve Alman yargısı, ilişkiler ağının Türkiye’de olduğuna işaret etti. Bu durumda, Türk hâkimlerinin kararını beklemek galiba en doğrusu.
Nazlı Ilıcak / Sabah
Neden mevcut sistemle ters düşen İLKELİ öğretim üyeleri, askerler, yargıçlar, gazeteciler tek tek emekli olup ya da istifa edip gidiyor? Hâkim Şeref Akçay, itiraz gerekçesinin gazetelerde yayınlandığı gün, neden emekli olmak istiyor? Böyle bir “şerh” ten sonra, başına gelebilecekleri Hâkim Şeref Akçay da görmüş olmalı...
Ne diyeyim; yazık!
Mustafa Mutlu / Vatan