Bahtsız bedevî literatürüyle secde edilen o seccâde bu kadar günahı taşı
En son gündeme getirdikleri ‘yerel yönetimler yasası’ ile ülkeyi bölünmenin eşiğine getiren Başbakan’ın partisi AKP’den ve kadrolarından bahsediyorum.
Tek parti CHP’sinin taşraya sürdüğü mütedeyyin kurumların, taşrada edindikleri kırsal İslâm anlayışı ve gelenekleriyle DP ile birilikte şehirlere geri dönen ve mütedeyyin kesimin kaybettiği şehirli gelenekleriyle şehirlerde örgütlenen ‘kenara itilmiş’ kalabalıkların ‘Millî Görüş’ çatısı altında teşkilatlanan Erbakanoğulları bunlar.
İstanbul’un Çarşambasında, Sultanbeylisinde ve büyük şehirlerin benzer semtlerinde kendilerine ait gettolarını oluşturan, dünyanın en çirkin câmilerini inşâ edip, iç kaldıran ağır kokularını sürerek gecekondularla gecekondu câmilerinin etrâfını dolduran, ‘yâri güzel olan her gün hamamdan gelir’ isimli halk türküsünün oynak müziğinin üstüne yeni güfteler uydurarak nevzuhur ‘ilâhi repertuarlarından’ oluşan kasetlerini dinleyen ve arabalarının arkasına cümle âleme nispet için; ‘Hâkimiyet Allah’ındır’ yazılı çıkartmalar yapıştıran Erbakanoğulları.
Şalvar, cüppe, sarık, çarşaf, eldiven ve siyah gözlükten oluşan bir kıyafetin yüksek bir takvânın ürünü olduğunu bütün ülkeye teşhir eden, takım elbiseli, üstelik kravat takan ve sakalsız hâlleriyle takvâdan bî-haber Müslümanları istihzâ ve küçümsemeyle tepeden tırnağa süzen, günün her saati ve hayatın her alanında ceplerinden çıkardıkları uzun misvaklarıyla dişlerini temizleyen Erbakanoğulları.
28 Şubat ‘darbe günleri’nde tası tarağı toplayıp, 30 yılda biriktirdikleri cepheleri arkalarına bakmadan terk eden Erbakanoğulları...
***
Gözlerinde hep öfke vardı, ‘kenara itilmişliğin’ öfkesi. Cumhuriyet deyince, Türk denince, irkildiler hep, ‘kenara itilmişliklerinin’hesâbını hep cumhuriyete kestiler. TC dediler hep, yüzlerindeki öfkeyle.
Ağızlarından ‘Türk’ kelimesini çıkarmaktan imtinâ ederek, sürekli ‘bu millet’ dediler.
Bir ‘onlar’ vardı memlekette bir de ‘bâtıl’.
Kaç metre sarığın ne kadar sevâba tekâbül ettiğini hesapladıkları, ortalığa saçılmış saç-sakal risâleleri arasında, bir değişim hamlesiyle matruş çehreleri veya iyice incelmiş sakallarıyla reddi miras ettiler.
Kervan katar kâfile mâaile çıktıkları Hacc yolculuklarına, havaalanında korumalarına tutturdukları peştemallerin ardında ihrâma girdiler, Arafat’ta topluca politik yeminler ettiler, kendilerini hak, diğer herkesi bâtıl görüp, patates dini diye yeni bir din icâd ettiler, oy karşılığı cennetten parsel parsel arsalar vaat ederek, kömür, erzak paketleri ve küçük altın karşılığı oy toplayarak yeni seçim kazanma metotlarının mûcidi oldular.
Artık, ‘arka bahçe’lerinde, sıkılı yumrukların içine yeşil-beyaz kelime-i tevhid levhalarıyla donanmış siyâsî afişlerin altında poz verdikleri günlerden bu yana, derelerin altından çok sular aktı.
Artık onlar, on yıllık bir güçlü iktidârın sâhipleri. Neredeyse tamamına sahip oldukları medyayla, kendi ürettikleri büyük sermâye sınıflarıyla, büyük müteahhitleriyle, uluslararası ilişkileriyle, iktidarlarına aparat olmuş liberal gazeteci ve aydınlarıyla, bürokrasileriyle güçlü bir iktidârın sâhipleri onlar.
‘Fırat’ın kenarında kaybolan koyun’u çoktan unutan, tüyü bitmemiş yetimin hakkının ne olduğuna dâir en ufak bir fikri kalmayan, İslâm Birleşmiş Milletleri, İslâm Dinarı, D8’ler gibi İslâmcı fantezilere ayıracak vakitleri kalmayan bir iktidârın sâhipleri onlar.
Ümmet dedikleri coğrafyanın, burunlarının dibindeki şehirlerinde çocukların üzerine yüz binlerce bomba yağdığında seslerini çıkarmadılar, televizyonlardan izlediler. Hi’leli sınavlarla ‘haram kadrolar’ doldurdular devlete. Zinâyı suç olmaktan çıkardılar. Bir zamanlar çok mağduru oldukları özel hayata yönelik operasyonların benzerleriyle kendi zamanlarında siyâsetin kurgulanmasına, parti genel başkanlarının değiştirilmesine, seçimlerin manipüle edilmesine sessiz kaldılar, gereğini yapmadılar. Bir zamanlar çok şikâyet ettikleri kartel medyalarını kendileri oluşturdular. Yazarları işlerinden ettiler, yazarları alenen patronlarına şikâyet ettiler, tekmili birden kendileri ‘bir kısım medya’ oldular.
Rektörlerin en az oy alanlarını atadılar.
Askerlerimizin başına çuval geçirildiğinde oralı bile olmadılar, Habur’dan PKK militanlarını memlekete âla-yı vâlâ ile buyur ettiler, ardından salıverdiler, Oslo’da terör örgütüyle pazarlık masalarında fink attılar, vaatlerde bulundular, ‘görüşen şerefsizdir’ dediler, ‘devlet görüştü’ dediler, ‘benim tâlimatımla görüşüldü’ dediler, ‘altında imzamız mı var?’ dediler, bir kaç Mehmetçik şehit oldu diye Meclisi toplamadılar.
Orta Doğu’da estirilen ABD planlı ‘Arap Baharı’na rüzgâr pompaladılar.
Sorunsuz komşu bırakmadılar.
Daha evvel meydanlara döküldükleri hâdiselerin cereyânında sessizliklere büründüler. Hz. Peygamberimiz ile alâkalı hakâretler içeren bir filmle alâkalı olarak ‘İslâm dünyasını gazını aldık’ dediler.
Ve ‘bahtsız bedevî’ literatürüyle aynı seccâdelere secde etmeye devam ettiler, ediyorlar.
Hayır. Hayır..
O seccâde artık bu kadar günahı taşımaz, taşıyamaz.