Bahçeli eliyle Ülkücü hakim savcılara tasfiye
Türkiye'ye dayatılan başkanlık; kuvvetler ayrılığını ortadan kaldıran, devletin temel dayanak noktalarını sarsan bir rejimdi. Defaatle dile getirildi, yasalardaki sorunlara ve bilhassa adalet sistemindeki açıklara dikkat çekildi.
Referandumun hemen ardından ortaya çıkan tablo, uzun yıllar Türkiye'yi etkisi altına alacak sorunlar yumağının ilk işaretlerini veriyor.
Hâkimler ve Savcılık Kurumu'nun referandum sonrası değiştirilen yapısıyla birlikte ilk kararname yayınlandı. Tam 780 hâkim ve savcının yeri değiştirilirken, birçoğu da tenzili rütbe yapılarak kızağa çekildi.
Yeri değiştirilen, kızağa çekilen, yetkileri kısıtlananlar arasında FETÖ davalarına bakan çok kritik isimler var. FETÖ çatı iddianamesini yazan Necip Cem İşçimen bu kritik isimlerin başında geliyor. Hazırladığı iddianamede FETÖ'nün devlete yerleştirilmesi sürecinde siyasilerin etkisini kanıtlarıyla birlikte ortaya koyuyordu. Önce davadan alındı şimdi de kararname ile kızağa çekildi.
Askerlerin zehirlenmesine ilişkin soruşturmayı yürüten Manisa Başsavcısı Akif Celalettin Şimşek de görevden alınarak Yargıtay'a düz savcı olarak atananlar arasında. Anlaşılan o ki, Başsavcı Şimşek'in Manisa'daki kirli ilişkileri ortaya çıkarması birilerini fena halde rahatsız etmiş.
Yüzlerce hâkim ve savcı hallaç pamuğu gibi kullanılıp bir tarafa atılırken, en önemli kıyım da Ülkücü görüşe sahip, vatansever, milliyetçi kadrolarda yaşandı. Ülkücülükleri ve devlete bağlılıklarıyla bilinen birçok hâkim ve savcı kızağa çekildi, sürüldü.
***
15 Temmuz sonrasında ortaya çıkan tablo, liyakatin ne denli önemli olduğunu gösteriyordu. Yıllarca FETÖ'yü "Bunlar dindar kardeşlerimiz" diyerek Yargı'ya, TSK'ya, Emniyet'e yerleştirenler "Kandırıldık, milletimiz bizi affetsin" diyordu. Bu itiraf, haliyle beklentileri artırdı. "Vatansever, Atatürkçü, milliyetçi, Ülkücü" diyerek yaftalanan vatandaşlara haklarının verileceği, atamalarda, yerleştirmelerde adaletli olunabileceği düşünüldü.
Ancak bu beklenti çok geçmeden yerle yeksan oldu. FETÖ'nün kilit isimleri göz göre göre elden kaçırılırken, bunları devletin başına bela edenler "Bizden ByLock çıkmaz" diyerek işin içinden sıyrıldı. Adaleti tesis edecek hâkim ve savcı atamalarında açıkça haksızlıklar yapılmaya başlandı. Sınav sonuçları doğru düzgün açıklanmadı, parti referanslı atama listeleri ortalığa saçıldı.
Tüm bu yapılanlar kesmemiş olacak ki, hakkıyla adaleti tesis etmeye çalışan kadroların tasfiyesine başlandı.
Anlaşılan o ki; partiye gidip bağlılığını bildirmeyen, il başkanlarının, milletvekillerinin talimatlarını dinlemeyenlerin devlette görevlerine devam edebilmesi mümkün görünmüyor.
Bu zulümdür, bu haksızlıktır, bu adaletsizliktir.
Bu demokrasiden uzak, 3. Dünya ülkelerindeki gibi tek adam yönetimine geçiştir.
***
Eğer bu ülkede FETÖ'ye ve onun gibi oluşumlara bulaşmamış gruplar varsa bunların başında Atatürkçüler, milliyetçiler ve vatanperverler gelir... Ancak ne hikmetse her dönemin mağduru bu gruplar oldu ve olmaya devam ediyor. Balyoz ve Ergenekon'da, Çözüm Süreci'nde ve 15 Temmuz sonrasında mağdur edildiler. Mağdur rolünü ise, mağduriyeti oluşturan siyasi erkler oynadı.
***
AKP'nin, 15 Temmuz sonrasında diğer gruplara karşı olan bakış açısı yumuşamaya başlamışken, koltuğunu kaybetmek istemeyenlerin eliyle bu ortam bozuldu.
Erdoğan'ın "görev ve yetkilerinin" dışına çıktığını gerekçe gösteren Devlet Bahçeli her zaman olduğu gibi devreye girdi.
Başkanlığın hukuksuzluklarla dolu, adaletten uzak, liyakati değil tek adamın düşüncelerini esas alan yapısı, MHP eliyle referanduma götürüldü. Sandıkta yenilen tokata rağmen yılmadılar.
Salı günkü grup toplantılarında "Okyanus ötesi" diyerek göz boyayanlar; FETÖ'nün sofrasına oturanları milletvekili yapmaktan, vekilleri STV'ye ve Zaman'a çıkarıp, Bugün ve Millet gazetelerinin önünde polisle çatıştırmaktan çekinmemişlerdi.
Şimdi de Ülkücü hâkim ve savcıların tasfiyesi bizzat Devlet Bahçeli-AKP ortaklığıyla gerçekleşiyor.
Tarih, bu kıyımı, bu adaletsizliği ve kul hakkına girenleri elbette yazacak.