Bağcılar'a ROTH ayarı

560 dairelik rezidans, Alman parlamenter üzerinden pazarlanıyor. Çok fonksiyonlu Claudia acaba hangi müşteri kitlesinde talep artışı yaratacak?

Claudio Roth’un Bağcılar’da bir rezidans satın aldığı haberi Star’ın birinci sayfasından verilmiş. Başlık “Etiler yerine Bağcılar’ı tercih etti”. Breh breh breh... Sanırsınız bir gecekonduya yerleşti.
Bu haberi okuyup, ’vay be ablama bak’ diye yakasını bağrını parçalamaya kalkışacak Bağcılar sakinlerini bir uyandıralım önce:
Kadın rezidans satın alıyor. Lüks semtlere tamah etmeyip, kömür sobalı, rutubet kokan, bahçesine yeşil soğan ekeceği, halk ekmek kuyruğuna gireceği bir yaşamı seçmiyor. İstanbul’da geçirdiği ‘fesat mevsimi’nde tam donanımlı mutfağında hazırladığı ‘Alaman kahvesi’ni alıp, kablolu veya ‘uydu’ televizyonunun karşısına geçecek, ‘internet’le dünyayla iletişimini sürdürecek, arada bir kasasında sakladığı kimbilir hangi ‘plan’ı gözden geçirecek, direkt telefondan Cem’i (Özdemir) arayıp talimat verecek, ‘split klima’nın altında saçını savuracak, ‘sekreter’ bırakılan notları iletecek, geldiğinde günlük temizliğinden kuru temizlemesine, çamaşırından, alışverişine bütün ‘evsel detaylar’ın halledilmiş olduğu yuvasından artık kaçıncı katta oturacak bilmiyoruz ama Bağcılar’a epey bir ‘tepeden’ bakacak. Kısaca hiç öyle cefakar halk çocuğu Roth havalarına girmeye gerek yok.

Müşteri portföyü sağlam
Star ‘Roth Bağcılar’a yerleşiyor’ diye birinci sayfadan anons edince işkillenmemek elde değil. Mustafa Karaalioğlu’na bir ‘yemezler’ selamı çakalım:
Reklam kokan hareketler bunlar hocam!
Sokak ağzında, benim gibi ‘kül yutmam’ edasıyla salınanlara ‘o zaman gargara yap’ derler. Biz de bu karşılığı almış kabul edip, konuyu gargara yaptık, ağzımızda aşağı yukar bir altüst ettik, dilimize bıraktığı tadı tarife başlayalım artık. İlk akla gelen, Claudio Roth’un söz konusu rezidansın ‘marka yüzü’ olarak seçilmiş olabileceği...
İnşaat firması eğer yüz olarak Roth’u seçtiyse ve pazarlamasını bu stratejiyle sürdürecekse hedef müşteri kitlesi kimler olabilir? Bu Roth’un hangi özelliklerinin öne çıkarılacağı ile paralellik gösterecek.

Moderen komşular
Yeşiller Partisi eşbaşkanı olan Alman parlamenter, sarışın bir Avrupalı’yı temsilen seçildiyse; Rezidans komşuları muhtemelen cebi sonradan para gören erkekler ile onların ‘moderen’ olma sevdasındaki karıları olacaktır. Etrafta, kadınların zifir karası saçlarını aniden sarıya döndürdüklerinde ortaya çıkan korkunç manzaraya aldırmayıp, parasına bakan, görüntü kirliliği mimarı kuaförler açılacaktır. O semt bundan böyle bilekten dirseğe dizilen burgu bilezik, göbek hizasına inen parmak kalınlığındaki zincir ihtiyacını karşılacak kuyumcular olmadan düşünülemez. Rezidans kültürünü yerle bir eden camdan cama oklava ile vurma, daire kapısında dedikodu, resepsiyon görevlisini gelen gideni gözlemek üzere sıkıştırma ve müthiş bir ‘bak bugün ne pişirdim’ trafiği kaçınılmazdır.

Liboşlar vadisi
Eğer Roth, serbest ekonomiyi savunan bir siyasi parti yöneticisi olarak, liberal kimliğinden sebep seçildiyse, Mehmet Altan, Eser Karakaş, Cengiz Aktar, Cengiz Çandar gibi isimlerle komşuluk etme şansı yüksektir. O zaman ses yalıtımı yapılmış olsa bile, pahalı parmakların hızlı klavye dokunuşları duyulacaktır içten içe. Komşuluğu ‘banal’ bulan bu ekip ‘bir gün deşifre edilecek’ MSN görüşmeleri yapabilir kendi arasında... Ha bir de gökdelenin girişine bir AB bayrağı asmak şık olabilir.

Yaşasın doğal hayat
Yeşiller başkanı Belek’teki caretta carettaların, Sürmene katı atık depoloma tesisinin peşinde koşarkenki performasından dolayı da seçilmiş olabilir. O zaman rezidans çevresinde, nesli tükenmekte olan hayvanlar için oluşturulan yaşam alanları kurulur. Kurbağa vıraklamaları, arslan kükremeleri, kelaynak ciyaklamaları arasında yaşar giderler. Kendini doğaya adamış çevreci komşuların toplu etkinlikleri gökdelenden aşağıya sarkıtılan çelik halatlarda ‘greenpeace eylem antremanları’ yapmak olur...

Yüksek rakım alışkanlığı
Ankara yerine Diyarbakır’a gelen, PKK terörünün suçlusunun TSK olduğunu söyleyen, DTP’nin koruyucu meleği, Baydemir’in dostu, “Kürt sorunu” tanımlayıcısı, ‘Kürt bölgesinin inşası’ fitinin sahibi bölücü yanını nasıl unutabiliriz. Bağcılar’ın kozmopolit yapısına da cuk diye oturur düşüncesiyle Roth ile markalaşma kararı alındıysa, o zaman etrafa oyun alanları değil, suni mağaraların bulunduğu irili ufaklı tepecikler, aksiyon olsun diye de resepsiyona bir kaç mayın döşemek gerekir. Teras, düğün salonuna dönüştürülür ve ’kalaşnikof şov’a uygun hale getirilir. En sükseli komşuları Yasemin Çongar ile Ahmet Altan olur.

Ey özgürlük
Hiçbiri değil de Roth sizin için okullaraki din-ibadet özgürlüğü öneren, 301’i reddeden bir özgürlük savaşçısı ise, etrafını saçı sakalı birbirine karışmış, sağlıksız görünseler de gösteri yürüyüşü talimleri sıkı ‘80’inde de genç’ bir grup saracaktır. Liberal miberal, Che tişörtlerinden vazgeçmeyen komşularına Roth da yurt dışı gezilerinden puro taşır artık. Etrafta Che’li bere, bileklik, küpe, toka, arma, gömlek, pantolon, kitap, film, kaset... satan bir dizi mağaza açılır. Saksılara çiçek yerine ‘hepimiz Ermeniyiz’ dövizleri dikilir. Güvenlik garantisi verilirse Orhan Pamuk, Elif Şafak, Halil Berktay, Etyen Mahçupyan da burada ikamet edebilir.
Madem inşaat firması üşenmemiş Bağcılar’a koca gökdeleni dikmiş, biz de üşenmedik Roth transferinin getirisi ne olur anlattık. Seçip beğensinler artık!

+++++

Yandaş medyanın
‘yaradılış destanı’

Bu yazıda Ömer Çelik, Mustafa Karaalioğlu, Şamil Tayyar gibi isimlerin yoktan varoluş hikayesini, Fehmi Koru’lu Yeni Şafak’ın dönüşümünü okuyacaksınız.

Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından Behiç Gürcihan’ın gazeteci nişanlısı Fatma Sibel Yüksek yeni Harman editörü Kutlu Esendemir’e verdiği röportajda medya dünyasının tepe noktalarına gelmiş isimlerle ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Kendisi de bir zamanlar Yeni Şafak’ta çalışmış olan Yüksek, özellikle İslamcı medya için sarsıcı cümleler kurdu. Ankara’nın bir zamanlar kıdemli Başbakanlık muhabirlerinden biri olan Yüksek, “Ömer Çelik (Başbakan’ın eski danışmanı), Mustafa Karaalioğlu (Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni), Ahmet Kekeç (Star Gazetesi yazarı) gibi insanlar, parasızlıktan kıvranan ama idealist, haksızlığıa uğramışlığın onurunu taşıyan adamlardı. Birden bire zenginleştiler, saldırganlaştılar, geldikleri yerleri unutmaya başladılar. Ömer Çelik’in ödenmemiş faturadan dolayı evindeki elektrik sayacını sökmüştü belediye” diyerek kamuoyunda bilinmeyen pek çok gizi sarsıcı bir şekilde anlatmaya devam ediyor: “Şimdi bakıyorum; Harley Davidson koleksiyonları yapıyorlar, lüks arabalardan inmiyorlar. Hatta Ömer Çelik, 2000 yılında sınıf atlayacağını hissetmiş olmalı ki, estetik ameliyatla burnunu düzelttirdi!”

Yeni Şafak’taki dönüşümü de anlatan Yüksek, bakın neler diyor: “Yeni Şafak’ta ”dönüşüm“ Fehmi Koru’nun Ankara temsilcisi yapılmasıyla başladı. 1999 sonu veya 2000 başlarıydı. Fehmi Koru’nun gelişiyle birlikte gazetenin profili değişmeye başladı. Bizim anlayamayacağımız, gizemli bir takım ”üst düzey ilişkiler“ içerisindeydi. Ecevit hükümeti ve askerlerle irtibatı yoktu ama yılda en az iki kez ABD’ye gider ve mutlaka üç ay kalırdı”

Çok tartışılan “Operasyon Ergenekon” kitabının da yazarı olan Star gazetesi yazarı Şamil Tayyar’la ilgili olarak, “AKP’nin kendi gazetecilerini henüz yaratamadığı dönemlerin ürünüdür Şamil Tayyar; devşirme bir adamdır. Hayatı muhabirlik kompleksleriyle geçti. İnsan muhabirlikte yıllanınca öyle olur. Sizi yönetici yapmazlar, tecrübesi sizden az olan insanların altında çalışmaya zorlanırsınız. Kendisine sadece Yeni Şafak çevresinde yöneticilik şansı tanıdılar. Milliyet ve Sabah gibi gazetelerde bu kifayeti göremediler. Sabah’ta birlikte çalıştık. Ali Ekber Ertürk’ün bir hafta önce yazıp da gazeteye sokamadığı haberleri Şamil bir daha yazardı. ’Oooo! Şamil haber yazmış!’ diye manşet yaparlardı” diyen Yüksek, Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu için de şunları söylüyor: “Karaalioğlu Fazilet’teki ’Aksaçlılar-Yenilikçiler’ ayrışmasında Erbakan Hoca’dan yana tavır almıştı. Normalde Tayyip Bey böyle şeyleri unutmaz ama ne yapsın...” l Postmedya

+++++

Zırha kılıf!
“Söz konusu araç bir gümrük ödenmeksizin alınmıştır.”
Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt için yurtdışından ithal edilen lüks araç kamuoyunda tartışma konusu olunca Genelkurmay’dan yukarıdaki açıklama yapılmıştı. Mevzuatı iyi bilen bir dostumuz diyor ki:
- Gümrük yasamıza göre savaş araçları gümrüksüz ithal edilebilir. Ama binek aracı gümrüksüz ithal edilemez... Ancak mevzuatı aşmak için bir kılıf uydurularak ithalat gümrüksüz yapılabilir...
- Sizce ne gibi bir kılıf uydurulabilir?
- Valla ne bileyim? Zırhlı personel taşıyıcı, denmiş olabilir mesela!
* Melih Aşık / Milliyet

+++++

Madalyayı bana takıyorlar ama...
Komutanlar birbirlerine “şeref madalyaları” takıyorlar. Tabii ki son derece gurur verici tablolar bunlar. Ancak bu törenleri izlerken kendimi bir anda üst düzey komutanlardan birinin yerine koyuyorum. Sonra da düşünüyorum, diyorum ki:
Bu kahramanlık ve şeref madalyasını bana takıyorlar ama Güneydoğu’da şehit verdiğimiz asker, oransal olarak Amerika’nın Irak’taki kaybından fazla.
Bu kahramanlık ve şeref madalyasını bana takıyorlar ama iki orgeneralimiz terör çetesi üyesi olmak suçlamasıyla hapiste.
Bu kahramanlık ve şeref madalyasını bana takıyorlar ama generallerimizin kendi odalarında yaptıkları sohbetleri tüm dünya internetten izleyebiliyor.
Bu kahramanlık ve şeref madalyasını bana takıyorlar ama uçaklarımız Amerika’nın onay vermediği hedefleri bombalayamıyor.
Bu kahramanlık ve şeref madalyasını bana takıyorlar ama gizli olması gereken belgelerimizin çoğu medyada adeta cirit atıyor.
Bu kahramanlık ve şeref madalyasını bana takıyorlar ama Genelkurmay Başkanımıza alınan 1 milyon liralık arabanın askeri uçaktaki görüntüsü bile gizlice medyaya sızdırılabiliyor.
Bu kahramanlık ve şeref madalyasını bana takıyorlar ama tarihin en büyük tehlikesi olarak söylediğimiz irtica sanki şimdi yokmuş gibi davranıyoruz.
Bunları kendi kendime dedikten sonra da şöyle düşünürdüm: “Bu madalyayı prosedür gereği takıyorum ama içime de hiç sinmiyor.”
* Can Ataklı / Vatan

++++

MİNİ YORUM
Altını geç bulduk erken kaybettik


Ata sporumuz güreş müsabakalarını umutla izledik. Sonunda altın geldi. 25 yaşında bir çocuk iki elinde Türk bayrağı ile salonu gezdi. Göğsümüz kabardı. Kürsüye çıktı. Milli Marşımız başladı. Çocuk sağa sola bakına bakına, sallana sallana bitmesini bekledi. O altının aidiyetinin şaibeli olduğunu o an anladık. Altını geç bulduk erken kaybettik. Ramazan kendi gibi sevindi, kendi gibi şükretti, kendi gibi selamladı tribünleri... Ona kızmaya hakkımız yok! Derya’ya, Eşref’e, Nurcan’a, Kaan’a, İlkay’a... kızmalıyız kendileri olamadıkları, Türk gibi mücadele edip zafere eremedikleri için....

ST

Yazarın Diğer Yazıları