Badem bıyıklılar ne zaman gidecek?
“Ne kadar az bilirsen o kadar iyi uyursun” der Gorki,
İzahını Sartre yapar:
“Uyursan gece biter, uyuyamazsan sen” der.
Son noktayı ise Freud koyar:
“Çok uyumak kaçmaktır, uyuyamamaksa yakalanmak”.
Böyle toplamıştı hayatın “anlarının” acımasız akışını, yılların gazetecisi...
Hayran kalmıştım kurduğu bu paragrafa…
Ne akıl doluydu,
ne zekice düşünülmüş tespitti!
Bu muhteşem tümceye ekleme yapmak istiyordum.
“Bilgilenmekten kaynaklanan mutsuzluk, mutluluğun ta kendisidir.''
Bu cümle İletişim Fakültesinin efsane hocası Ünsal Oskay’dan bize hediyeydi.
Bilgilendikçe mutsuz olursunuz ama bundan korkmayın; bu, mutluluğun taa kendisidir diyordu efsane hocamız.
Öğrendikçe, gerçeği bildikçe mutsuz olmak!
Yeryüzündeki her “tılsımlı” işin aslında tılsımsız olduğunu öğrendikçe;
şu veya bu şekilde gerçeğe ulaştıkça, size söylenen birçok şeyin aslında yalan olduğunu; siz, kendi beyninizce çözdükçe mutsuz olmanın tespitiydi bu!
Bu söz, Gerçeğin; sizi, tozpembe yaşam hülyalarından hakikatler dünyasına taşıdığını idrak etmenizi öneriyordu…
Hayat hiç de öyle basit değildi, acımasızdı ve gerçekler size sunulduğu gibi değil bambaşkaydı…
Hayal kırıklığı da burada başlıyordu.
Öğrendiğinizde kalbiniz darmadağın oluyordu…
Bu da çok acıtır insanı…
Moralinizi bozar…
Kim bilir, belki de bu yüzden ‘Gerçek gerçekler acıdır’ lafı söylenmiştir…
Evet gerçekler acıdır ama,
bizim okulun efsane hocası “Ahmak mutluluğu yaşamayın” da demişti.
Belki de bu sözünün en sihirli cümlesi buydu…
Ahmak mutluluğu…
Sorgulamadan, bilmeden, merak etmeden, anlık, günlük yaşayan insanlar için söylenmiş ne de güzel bir söz!
Ahmak mutluluğu…!
Ve, o ahmak mutluluğunun içinde “yıkanan” insanlar…
Doğdukları günden beri uyutulan, kandırılan, bir plak gibi palavralarla doldurulan, hakikat yerine olmayan şeylere inandırılan insanlar…
Dünyanın her tarafında hikayenin özü aynı aslında…
Öğrenmedikçe, bilmedikçe ‘ahmak mutluluğu’ yaşayan insanlar…
Özünde, güzel olan insanlar olsa bile...
Misal;
hayatlarının çoğu zamanını arkadaş ortamında geyik yaparak geçiren insanları düşünün…
Elbette kimse “Geyik” yapmayın “eğlenmeyin” demiyor size…
Bu, herkesin doğal hakkı…
Tanrı,
yaradılış çerçevesinde insanoğluna iki omzunun üstünde bir kafa,
içine de bir beyin yerleştirmiş…
İnsanları diğer canlılardan farklı kılarak bir de düşünme yetisi vermiş…
Bari, azıcık zamanlarda da düşünün, öğrenin ve gerçeği bilin diye!
Sorgulayın canım kardeşim,
neden, niçin,
kim almış, nasıl olmuş, nasıl almış, neden o almış, ihale kime gitmiş…
Kimin adamı işe alınmış…
Neden, sizin çocuklarınız mülakatta elenmiş…
Tarikatların adamı neden sürekli işe alınıyormuş.
Her ihale neden aynı adamlara veriliyormuş,
paralar nereye gitmiş…
Emekliye para yokken malı götürenler kimlermiş!
Devletin, milletin, hazinenin paralarını kim yemiş, kimlere yedirilmiş, kimler yemeye devam ediyormuş…
Vatan millet bayrak ezan diyerek kimler paraya para dememiş..
Kimler cinayet işletmek için emir vermiş!
Cinayetin, cinayetlerin üstü neden kapatılmak isteniyormuş…
Gazetecilerin ismi neden ölüm listelerinde yayınlanıyormuş…
Kendi bakanlığını soyan bakan hakkında neden soruşturma açılmamış ve açılmıyormuş, neden ha neden?
Siz ay sonunu getiremezken, bakanların çocukları nasıl zengin olmuş…
Partililer paranın dibine vururken emeklilere, asgari ücretlilere neden öbür dünyadaki cennet vadediliyormuş…
Kendileri bu dünyada cenneti yaşarken,
size neden kahır yolları düşüyormuş düşünsene be adam!
Ama sen de bir kere düşün be kardeşim!
Sığır olma artık…
Derya içinde olup
deryayı bilmeyen balıktan da berbat haldesiniz yahu!
Büyük şair Nazım Hikmet’in dediği gibi,
“Ve hala üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”
Ne demişti Basın Yayın’ın yani Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesinin efsane hocası Ünsal Oskay,
''Ahmak mutluluğuyla yaşamayın;
bilgilenmekten kaynaklanan mutsuzluk, mutluluğun ta kendisidir''…
Evet, kelimesi kelimesine böyle demişti!
Ahmaklar gibi yaşamayın,
bilgilendikçe, öğrendikçe önce mutsuz olursunuz…
Sabahlara kadar uyuyamazsınız belki, haksızlıkları, adaletsizlikleri öğrendikçe...
Ama sonra mutlu olursunuz, gerçeği, gerçekleri bildiğiniz için...
Çünkü; sizi kimse artık kandıramaz…
Kendileri bal içinde yüzerken size tamah etmeyi söyleyenlerin yüzüne gerçekleri çarpabilirsiniz…
İşte bilmek ve öğrenmek,
bu yüzden mutluğun ta kendisidir! Korkmayın, öğrenin…
Öğrenirseniz, bilirsiniz!
Öğrendikçe önce mutsuz, sonra mutlu olursunuz…
Prof. Dr. Ünsal Oskay’ın dediği gibi…
Bakın size ne diyeceğim,
ben ve benim gibileri, hayatını bu devlete adamış Kıbrıs Gazisi Başçavuş Ali Can ve binlerce çocuk yetiştirmiş ilkokul öğretmeni annem Aliye Can gibi insanlar yetiştirdi…
Çünkü onlar, Hababam sınıfının efsane öğretmeni Mahmut Hoca gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin idealist kalibreli insanlarıydı…
Hele bir ilkokul öğretmeni Gönül hocam vardı ki…
Ah be Gönül Akıncı hocam…
Minnettar ve duacınızım size…
Bize; bizim mahallede,
yalana yalan demeyi,
hırsıza hırsız demeyi,
haram yememeyi,
iftira atmamayı,
dürüstlüğü,
onuru, şerefi,
haysiyeti öğrettiler…
Hatta,
uğruna asılmayı, bir söz uğruna ölüme gitmeyi öğrettiler.
Atatürk demenin Bilim demek olduğunu öğrettiler!
Belki, Mahmut Hoca gibi bir hayaldi, bir roman kahramanıydı
ama bizimkiler gerçekti…
Ve bizim hikayemiz tam da buydu!
Şimdi soruyorlar;
sabah akşam yalan söyleyip başkasını yalancılıkla suçlayan,
Allah’a inandığını söyleyip su içer gibi iftira atan,
“huzur hakkı” kılıfıyla haram yiyen,
kul hakkını çiğnemeden yutan,
bu fakir milletin ne var neyi yok satan,
vatan milllet ezan diyerek paraları kasa kasa götüren,
dış politikada bir dedikleri bir dediklerini tutmayıp,
Türkiye’yi milyarlarca zarara sokan,
paraları hapur hupur yiyip
tahsilatı yeni seçilenlerden yapmaya kalkan
bademler ne zaman gidecekler diye…
Mevsim artık yaz!
İncirler olana kadar…
Sonrası sonbahar,
Zeytinler toplanana kadar kalsaydınız bari…
Umut, hayatın goncasıdır, suladıkça yeşerir!
Kutsal kitabın son suresinde bile umudunuzun bitmemesi istenir.
Biterse ‘Yaradan da size yardımcı olamaz’ denir…
Yaşamanın goncası umut biterse hayat da biter…
Ee artık mevsim yaz, önümüz sonbahar
sonrası direkt yaz…
Bakın TFF’de o baskıya rağmen “gidenler” nasıl da gitti…
Neyse anam babam neyse…
OC kaçar…
En Kalbi Muhabbetlerimle…
Ben CAN; Orhan Can...