Bâ’de harâb’il Türkiye
İsmet İnönü için sıkça anlatılan bir anekdot vardır; çalışma arkadaşlarından birisi, “Paşam sizin hiç Allah demediğiniz söyleniyor halk arasında, arada sırada da olsa kalabalıklara hitâb ederken Allah lâfzını kullanınız” der. İnönü, bir sonraki mitingin sonunda kalabalıklara vedâ ederken, “Allahaısmarladık” der ve kendisini bu konuda ikaz eden arkadaşına da “Allah dedim işte oldu mu?” der.
Hâdise ne kadar doğrudur bilmiyorum, lakin bir gerçek var ki, on yıllık AKP iktidarı süresince Başbakan ve hükümetinin, İsmet İnönü’nün “Allahaısmarladık” jesti kadar bile Türk lâfzıyla bir jeste ihtiyaç duymadıkları bir vakıa.
Kastamonu’da yaptığı konuşmada yine mazlum toplumlardan bahsederken dünya coğrafyasında genişçe bir tur atan Başbakanın ağzından hatır kabilinden de olsa bir Türk adı geçmedi, Doğu Türkistan’dan, Kerkük’ten bahsetmedi.
Oysa...
Başbakanın merhametine hususen mazhar olan coğrafyaya asırlarca hâmilik eden, mâmur eden, bahsettiği coğrafyada bırakınız Müslümanları, diğer bütün din ve kültür mensupları için adâletin tecelligâhı olan, Hıristiyanlara Bizans serpuşu görmektense Türk sarığını tercih ettiren bu aziz milletin adıydı Türk.
Mahkemede kâdının önünde Müslümanı, Hıristiyanı, Musevîyi adâlet terâzisinde eşit olarak tartan, bütün din mensuplarını eşref-i mahlûkat olarak adâlet hattında hizâlayan bu aziz milletin adıydı Türk.
Yıkılış sesleri bütün coğrafyalardan duyulurken bile, Peygamberi tahfif eden bir piyes için Fransa’yı tehdit eden, Açe Sumatra’ya kadar yardım eli uzatan, bütün Müslüman ülkelerde adına hutbeler okunan ve dünyanın zembereğini kuran bu büyük devletin adıydı Türk.
Hiçbir kompleks taşımadan, devletin en üst rütbelerini Rum’un, Arap’ın, Ermeni’nin, Kürt’ün, Sırp’ın, Bulgar’ın ve diğerlerinin omuzlarına takmış bu âlicenap milletin adıydı Türk.
Yemen’den Galiçya’ya, Kafkasya’dan Musul’a kadar bütün Müslümanları ‘bir vücûdun azâları’ kabul eden, ‘bir tarağın dişleri gibi müsâvî’ telâkkî eden, ‘mü’minler ancak ve ancak kardeştirler’ hükmünü idrâk etmiş ve böylece de amel eden bu aziz milletin adıydı Türk.
Mehmet Âkif’e İstiklâl Marşı’nı yazdıran, Galata Gümrüğünde hamallık eden Zenci Musa’yı millî mücâdeleye kahraman eden, Mimar Sinan’ı ölümsüzleştiren, Şemseddin Sami’yi Kamûs-i Türkî’nin müellifi yapan bu büyük milletin adıydı Türk.
Türk milletinin bu ve bunun gibi ciltlerce değil, kütüphânelerce külliyâtı dolduran fütühât ve adâlet dolu tarihine rağmen on yıllık AKP iktidarının Türk alerjisinin sebeb-i hikmeti nedir?
Otuz yıldır, yaşlı, çoluk, çocuk, bebek, savunmasız, sivil, asker, polis demeden katleden bir terör örgütünü, o örgütün bebek kâtili liderini ve kadrolarını iki yıldır neredeyse komşu bir devletin ‘devlet erkânı’ gibi muhatap alan ve eşit şartlarda masaya oturan AKP hükümeti, ülkeyi göz göre göre bölünmeye götürürken ‘AKP kimin hükümeti?’ sorusunun öncelikli muhatabıdır.
Bahsettiğim bölünme, terör gücüyle topraklarımızın bir bölümünün sınırlarla tekrar çizilmesi ve o bölgede bir başka devletin oluşması değil öncelikli olarak. Çünkü, AKP’ye rağmen oradaki birkaç bin eşkıyâyı telef, terörü de def etmek Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk milleti için bir güç değil bir karar meselesidir, otuz yıldır kan içip kızılcık şerbeti içtim diyen Türk milleti ve Türk devletinin buna karar vermesi kâfidir.
AKP’nin son iki yılda yürüttüğü politikaların ülkeyi hızla götürdüğü asıl bölünme, gönüllerdeki bölünmedir.
Devletin bölgedeki hükümranlığını İmralı’daki bebek kâtilinin ve dağdaki kâtillerin hâkimiyetine bırakan AKP hükümeti, her şeye rağmen sessiz bir çoğunluk olarak PKK yanında saf tutmayan ‘bizim Kürtler’ imizi de PKK’nın ve bölünmenin içine sürüklemektedir. Devredilen hâkimiyet ile birlikte kardeşlik ve bir arada yaşama duygusu da uluslararası bölünme planlarının, iç ihânetlerin tabii ve etkin bir parçası hâline gelmektedir ve asıl bölünme tehlikesi budur. Bu gerçekleştikten sonra ne terörle mücâdelenin ne de bölgedeki sosyo-politik ve ekonomik politikaların bir anlamı ve karşılığı olacaktır.
Ondan sonrası ‘Bâ’de harâb’il Türkiye’dir.