Babasını da bilirdik...
Yıllar evvel futbol müsabakalarının canlı yayınlarında saha içi röportajlar yapılırdı... Teknik direktörler röportaj verirken arkasından kadraja girmek için sıçrayan, sağa sola geçerek ekranda görünmek isteyen seyirciler olurdu.. Tek istekleri bir ân olsun ekranlarda görünmekti o zavallıların, bütün o şebeklikleri, bütün o çabaları ekranda birkaç saniye de olsa görünmek.
AKP’nin ‘açılım süreci’ de aradan ekrana ve gündeme düşmek isteyenlerin benzer çabalarına sahne oluyor. Konjonktürün verdiği cesâretle Başbakan’ın elindeki kamerada bir saniye de olsa görünmek için fırsat kolluyor insanlar. Kimileri Öcalan’ın uçakta “Benim annem de Türk’tü” cümlesindeki her türlü pazarlığa davetiye çıkaran yanaşmasına benzer aidiyetler açıklıyorlar, kimileri de babalarına ait hâtıraları paylaşıyorlar.
Bunlardan birisi de Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal.
Siyâsî varlığı kendinden menkûl, siyâsî çabaları bir kümes hayvanının uçma taklidinden daha trajik Ahmet Özal.
28 Şubat’ın önemli aktörlerinden General Teoman Koman’ın vefatının ardından o da merhum babasından paylaştığı bir hâtıra ile aklı sıra ‘açılım süreci’ne katkıda bulunmak ve AKP’nin kadrajında bir ân olsun görünmek istemiş olmalı:
“Bir akşam, Teoman Koman Başbakanlık Konutu’na babamla görüşmeye geldi. Ben de babamın yanında oturuyordum. Koman içeri girerken bir topuk selamıyla babamı selamladı. “Sayın Başbakanım, Türk Hava Kuvvetleri, sabah saat 5’te şu dağları bombalayacak” dedi. Babam da, gözlüklerinin arkasından bakarak Koman’a, “Hangi dağları bombalayacak?” diye tekrar sordu. Koman da dağların isimlerini sıraladı. Bunun üzerine babam, “Paşa, bu dağlar Kuzey Irak’ta değil, kendi topraklarımız içinde” karşılığını verdi. Teoman Koman da “Evet efendim, sınırlarımız içinde” dedi. Babam da bunun üzerine Koman’a “Paşa paşa benim Başbakanı olduğum Türkiye Cumhuriyeti’nde Türk Hava Kuvvetleri’ne o dağları bombalatmam” diyerek izni vermedi.”
Yurdunun dağlarında güvenliği sağlayamayan merhum Babası, yurdunun dağlarını bombalatmazmış!..
Çok etkileyici doğrusu!..
Bahsedilen dağlarda yuvalanan ve sürü hâlinde dolaşan katiller kaç Mehmetçiğin canına kıydı, kaç Mehmetçiğin yoluna mayın döşedi, kaç polisi, kaç korucuyu şehit etti, kaç vatandaşımızı katletti?
Bu soruları sormanın zamanı değil tabii şimdi. Şimdi ihânete öyle veya böyle ortak olmanın zamanı...
Biz Ahmet Özal’ın babasını da bilirdik.
Birkaç askeri kısa şortla denetleyip demokratik kemâle eren ve gittiği cuma namazlarıyla da demokratik sağcılığın lâzım gelen vecîbelerini tamamlayan Özal’dan geriye kalan en büyük tahribat, devlete ve insanımıza bıraktığı kalıcı liberal ahlâksızlıktı.
“Benim memurum işini bilir” dedi; rüşvetin fetvâsını verdi Başbakan olarak...
İrtikap, zimmet, rüşvet, hayalî ihrâcat, avanta, komisyon gibi hukuk ve ahlâk bahsinin kavram ve kelimeleri bürokrasinin kapalı kapılarını açan anahtarlar hâline geldi...
Özal’ın çocukları da memurlarından geri durmadı, akçeli işlerden tutunuz da hususî hayatlarına kadar karışmadıkları skandal kalmadı...
“Üç-beş çapulcu” dedi, binlerce vatan evlâdı şehit düştü... ‘Üç beş çapulcu’nun şımarttığı bir etnik Kürt siyâsetinin nifak tohumları onun iktidarında atıldı, serpildi, beslendi, büyütüldü, semirtildi...
‘Transformasyon’ Özal döneminin sihirli kavramlarından biriydi. Asıl milliyetçilik, vatanın bağımsızlığına, vatan toprağına sadâkat değil, duble yollara sadâkatti, köprülere, lüks ithalat mallarına, gökdelenlere sadâkatti asıl milliyetçilik.
Darbenin siyasal çocuğuydu, ‘merkez sağ’ dediği siyâsî parselasyonun içine her türlü manevîyât istismârını, her türlü köşe dönmeciliği, her türlü küresel taşeronluğu sığdırdı.
Kuzey Irak’a sıkışmış Barzani’ye, Türkiye Cumhuriyeti’nin kırmızı pasaportunu verdi... Öcalan’a aracılar yolladı, görüşmenin yollarını aradı...
O dönemin terörle mücadelesine dair güvenlik güçlerinin en çok anlattığı şuydu:
“Biz, yüzlerce teröristten oluşan PKK’lı grubu sıkıştırıyoruz, Ankara’dan emir geliyor, operasyon yapmayın, bir koridor açın, gitsinler...”
Özal’ın ANAP’ı ile ’açılım süreci’nin mimarı Tayyip Erdoğan’ın AKP’si kendilerinin de dediği gibi, ’birbirlerinin devamı’...
Dün, Özal, yurdunun dağlarında güvenliği sağlayamıyordu, bugün AKP hükümetinin sözcüsü Hüseyin Çelik şecaat arz ederken sirkatin söylüyor: “2009 seçimlerinde Van’da seçimi BDP değil, PKK kazandı” diyor Fatih Altaylı’ya...
Fatih Altaylı, “Siz o hükümetin çaycısı mıydınız, neden engel olamadınız, PKK’nın tehditlerine neden boyun eğdiniz?” diye soramıyor tabii ki...
Altaylı’nın sorduğu tek soru var: “Ne zaman adam oluruz?”...
Bu soruya belki de hiç cevap bulamayacak Altaylı...