Babam darbeye teşebbüs ettiyse çıkmasın, Silivri’de kalsın!
Bekir Coşkun “Hapishanelere bayram gelmiyor...” diyordu önceki gün Cumhuriyet’teki köşesinde;
“Ne sarılacak bir can...
Ne harçlık verilecek bir çocuk...
Demir kapıların sesinden başka ses bile yok...”
Sadece “hapis” olanlar mı yaşıyorlar bu yoksunluğu, hasreti?
Dışarıda da “sarılacak o can” a, “öpülecek el”e hasret olanlar yok mu?
Coşkun yazısını “Sizce vicdanların aklandığı günler midir bayramlar?..” sorusuyla bitiyordu.
“Evet” ise cevabınız, “olabilir” ise, “neden olmasın” ise;
“Bayram gelmeyen” o yüreklere kulak verin bu bayram; belki yardımcı olur vicdanınızla vuruşmaktan vazgeçmenize...
Suç, kanıt yok, iddia var
Balyoz davasında 18 yıla çarptırılan Emekli Tuğgeneral Ali Aydın, nam-ı diğer “Yörük Ali Paşa”nın çocukları Oğuzhan ve Aslıhan bu bayram bizimle. Oğuzhan’la başlıyorum sohbete...
Darbecilikle suçlanan kişilerin evlatlarını “demokrasi”nin teminatı olan “hukuk” alanında yetiştirmeleri hayli ironik; Balyoz davasında yargılanan bir çok asker çocuğu gibi Oğuzhan da bir “hukuk adamı”, avukat.
“Kimseden bir şey beklememeyi öğrendik” diyerek özetlediği “hayat tecrübesi” dışında mesleki anlamda da hayli yoğrulmuş bu davada.
Yargılama boyunca gündeme getirmeye çalıştıkları ‘hukuksuzlukları’ sıralayarak giriyor lafa:
“İki temel talebimiz vardı. Bir: Sahteliği ispatlanmış deliller üzerinden yargılama yapıyorsunuz. Bilirkişi heyeti oluşturulsun ve sorularımız eklensin.
İki: İddianamede Aytaç Yalman ve Hilmi Özkök’ün darbeye engel olduğunu söylüyorsunuz. ‘Darbeyi engelledi’demek, nasıl yapılacağını biliyor demektir. Çağırın gelsinler. İkisi de kabul edilmedi.
‘Cezanın şahsiliği’ diye bir şey var. Burada herkesin aynı kasıtla hareket ettiği söyleniyor. Deniyor ki ‘Ordunun 12 Eylül’den sabıkası var bu sefer de olmuştur’. Hukukta böyle bir şey yok. Diyelim bu semtte bir gaspçı var. Daha önce bir sürü hırsızlık yaptı. Burada olan ilk hırsızlık olayında ona gidip de ‘suçlu sensin’diyemezsiniz. Polis şüphelenir, soruşturur ama buradan yola çıkarak hüküm verilmez.”
Ali Aydın’a atfedilen suç “Görevli olduğu Balıkesir’de, darbe sonrası toplumu bastırmak, azınlıkları öldürmek vs.”
“Bu iddiayı hangi delillerle ispatladılar” diye soruyorum acı acı gülümsüyor Oğuzhan:
“İmzasız, parafsız bir word dosyası. Bu kadar. Tek bu. Babamın verdiği emir yok. Yazışma yok. Tebligat yok. Seminerle bağı yok. Dijital verinin delil olması için bir tutarlılık lazım değil mi?
Diyelim ben sana ‘Şu adamı öldüreceğim’ diye e-posta yolladım. Geçerli olmaz. Ortaya çıkması, icra hareketlerine başlamış olmam lazım. İddia da komik. Balıkesir’de ne azınlığı var? Cumhuriyetin ilk yıllarıyla karıştırıyorlar herhalde!”
Hayatımız “dinsiz
paşalar” söylemini
hükümsüz kılıyor
Babasını bu davanın inandırıcılığını kaybetmesini sağlayan en önemli figürlerlerden biri olarak görüyor Oğuzhan.
“Neden böyle düşünüyorsun” diye soruyorum; “Çünkü benim babam toplumun her kesimi ile barışık, her kesimi tarafından tanınan ve sevilen biri” diyor;
“3.5 milyon insan geçmiş emrinden bugüne kadar; hiçbiri inanmıyor. Babam ülkücü. Ülkücü-milliyetçi bir çevresi var, bu davanın asıl hedefini kafalarında bir yere oturtabilmiş insanlar. Babam dindar. Selametçilerle de, cemaatçilerle de yanyana namaza durmuşluğu var. Allah dostlarıyla irtibatını kesmeyen, operasyona giderken şeyhlere ‘İstiareye yatın’diyen, onları yanına alabilmiş bir adam. Bunu en iyi bilen de Necdet Özel’dir. Babam Kayseri’de görevliyken Malatya ona bağlıydı. Bir ziyaretinde Darende Vakfı’na (Hulusi Efendi Dergahı) uğramak istedi. O sırada Özel de Malatya’da ordu komutanıydı. ‘Sıkıntı olur’ diye gitmeye çekindi. ‘Milli adamlar bunlar’ diyerek babam gitmeye ikna etti. Sözün kısası, üzerine atılan iddialarla örtüşmeyen bir hayat yaşadı hep babam...
Siyasi konjonktür anlamında da ‘dinsiz paşalar, ağzı şarap kokan paşalar’ söylemine uymuyor. Yürüttükleri psikolojik harbi de hükümsüz kılıyor. Aylardır askerine ayakkabısını sildiren Çetin Doğan fotoğrafıyla bir imaj yaratmaya çalışıyorlar ama aynı davada yargılananlar arasında rahmetli Dursun Önkuzu’yla kardeş çocuğı Zileli Nuri Alacalı da var. Mustafa Önsel de var. Bu insanlar mı yanyana gelip darbe yapacaklar! Babam kendisini fişleyen veya süren paşalarla bir olup darbe mi yapacak!”
“25 yıl sonra general
olacaksın deseler
döverdim”
Yörük Ali “her dönemin sakıncalı”sı:
“1984’te gözaltına alınan ikinci subay grubunun içinde babam da var. Dayak, elektirik; 34 gün işkence görüyor. 83 kilo giriyor, 50 kilo civarında çıkıyor; bir ayda! O günleri anlatırken “Biri gelse 25 yıl sonra general olacaksın dese döverdim” diyor. İşkenceden çıkıyor göreve başlıyor. Görev yeri, Şemdinli! Bir buçuk ay sonra Şemdinli basılıyor!
10 aylığım o zaman. Düşünüyorum, aynı durumda ben olsam belki de ‘Ben mi kurtaracağım vatanı’ derdim...
Aslıhan araya giriyor:;
“Amaç bu zaten, sindirmek!”
Aydın, Harp Akademisi’nin de “istenmeyen”i:
“Harp Akademisinin not sistemi farklı. Yüzde 70 kanaat. Mezuniyet balosuna 10 gün kala çağırıp “Oğlunun adı Oğuzhan, kızının Aslıhan. Bunlar MHP’lilerin koyduğu isimler. MHP’limisin diyolar.
Önce ‘Türk milliyetçisi ve ülkücüyüm’ diyor sonra da ‘Diğerlerini attığınız gibi gitmem’ diye karşı çıkıyor. Yedincilikle girdiği okulu sonunculukla bitirtiyorlar.”
28 Şubat’ta bu sefer “irticacı” diye fişliyorlar. Bu fişlemenin arka planında anlattıklarına bakılırsa Oğuzhan var:
“1996.. Babam Beytüşşebap’ta. Ben Ankara Atatürk Lisesi’nde okuyorum. ‘Abiler’ moda o günlerde. Benimle de ilgileniyorlar. Ülkücülükte ‘kağnının tekerlerinden birisin kırılsan da devam edeceksin’. Ama burada ‘Kardeş, kardeş’ öyle bir üstüme düştüler ki, bir pikniğe gitmek için bile 20 defa arıyorlar. O yaşta ‘Ben neymişim’ diyorsun. Ben o etkiyle “İmam Hatipler Kapatılamaz” gösterilerine gidiyorum. Anneme slip istemem bana paçalı don al diyorum. Lojman duvarına “Hak geldi batıl zayi oldu” filan yazıyorum. (Bu süreç Oğuzhan’ın ifadesiyle “annesinin uçan tekmesi” ile sona ermiş) Dershanelerine gitmeye başladım. Adamlar şok tabii, babam Kurmay Başkanı. Evimize geliyorlar, Ramazan’da beraber teravih kılıyoruz. Babam hakkında bir ihbar mektubu gidiyor. Komutanı ‘Ben seni tanıyorum, ülkücüsün, irtica ile alakan yok’ deyip raporunu ona göre yazıyor, yoksa babamı atacaklar...”
Anlattığına göre babasının “sistemle tam manasıyla karşı karşıya gelmesi” Cemal Temizöz olayında olmuş:
“Babam Kayseri Jandarma Bölge Komutanı. Cemal Amca da Alay Komutanı. Normalde Merkez Komutanlığı’na gitmesi gerekir. Ama usule aykırı bir şekilde makamından almak istiyorlar. Babam Jandarma olduğu için ceza muhakemesine hakimdir. “Bana bu yaştan sonra polis durdurtmayın” diyor.”
Bu süreç Fatih’in
ordusunu da yargılatır
Onca badireden sonra TSK için dertleniyorlar:
“Şahısların hataları olabilir ama bizim için bütün bunlar ordunun hataları değildi. Bunları ‘ordu’ya maledersek, o zaman Mete’nin ordusunu da yargılarız, Çanakkale’de savaşan orduyu da yargılarız, Fatih’in ordusunu yargılarız.”
Kendi yaşadıklarını konuşacaktık hesapta. Ama iki kardeş babalarına öyle hayranlar ki, söz dönüyor dolaşıyor hep Yörük Ali’ye çıkıyor. Tokat gibi Oğuzhan’ın son sözleri:
“Babam darbe yapmaya teşebbüs ettiyse çıkmasın oradan. Mezarına da gitmem. Benim babam cami bombalayacaksa, başörtülü fişeleyecekse, arkasından Fatiha okumam. Adımızın Oğuzhan, Aslıhan olduğu kadar eminiz ondan.”
AKP’den aday olsa
vermezdim
Aynı açık sözlülükle bir anekdot anlatıyor:
“Babam, 2000 yılında, Hayata Dönüş Operasyonu sırasında Aytaç Yalman’la yaşadığı kavga sonrasında emekliliği düşünmüştü. Çok yakın arkadaşı olan Sadık Yakut bunu bildiğinden AKP kurulurken babama ‘Sen de gel’ dedi. Erdoğan’dan ‘Generallik umudu yoksa istifa etsin’ diye haber geldi. Babam kabul etmedi. ‘Baba’ dedim; ‘Sen AKP’den aday olsan oy vermezdin, aleyhinde de çalışırdım.’
Karar anı
“Telefon görüşmesi yapmak üzere dışarı çıkmıştım. Birkaç dakika sonra kardeşimin arkadaşı; Tuğçe ağlayarak dışarı çıktı. Onu o halde görünce anladım. Aklımdan ilk geçen ’Anneme nasıl söyleyeceğim’oldu. Benzer duyguları babam Kuzey Irak’ta operasyondayken yaşamıştım. 13-14 yaşındaydım. Annemle okuldan eve gelmiştik. Haberleri açtık. İlk haber: Bir Skorsky düştü iki kurmay binbaşı şehit! Babam da kurmay binbaşıydı. Duyunca annem ağlamaya başladı. ” Babam öldü “ dedim. Filmlerdeki gibi, birkaç saniye içinde okulu bitirip çalışmaya başlamayı, kardeşimi okutmayı planladım. Karar günü de öyleydi. Ben mesleğimin başındayım. Kardeşim de öyle. Babam yeni emekli olmuş. Burada bir düzen kurulacak. Benim evliliğim var. Bunların hepsi nasıl olur. Tıkır tıkır film şeridi gibi aklımdan bunlar geçti. ’Hiç mi babanı düşünmedin?’diyeceksiniz. Onu Aslıhan daha çok düşünmüştür... Onların ilişkisi aşk gibi. Ben daha realistim. ”
Yusuf Suresi’ni
kimse unutmasın
Balyoz sürecine ideolojik bir perspektiften baktıklarını söylüyor Oğuzhan:
“Bizim ideolojimiz o kadar büyük ki bir, iki değil, beş, on farklı boyutuyla ele almaya çalışıyoruz konuyu. Öyle yapmasak zaten kafayı yeriz. Bunun bir tafiye süreci olduğunun farkındayız. Bir kavga var ve babam da tarafını aleni olarak belli etti. Sitem etmiyoruz, yakınmıyoruz ama kimse de Yusuf Suresi’ni unutmasın... Onca zulmün reva görüldüğü yere hükümdar oldu sonunda...