Babalarımızın acısı...
Sanki 40 gün önceydi... Oysa neredeyse 19 yıl olmuş. 6 Ocak 1991’den bu yana yaz kış demeden üşürüm. Hem de ne üşüme. Dağların bütün karları sırtıma yağar adeta. Üşüdükçe yokluğunu daha çok hisseder, üşüdükçe acılarım daha da artar. Anamın şefkatli elleri, sıcacık koynu bile ısıtamaz babasızlığımı...
Hey gidi Uzun Ömer... Sana hiç yakıştıramadığım ölüm sana ne erken gelmişti. Az zamanda çok şey yapmıştın. Az zamanda çok şey yapan Mustafa Kemal’in öldüğü yaşta yani 57’nde bırakıp gittin bizi. Karşıyaka Mezarlığı’ndaki kabrinin başında “İyi ki öldün.. Bu rezil günleri iyi ki görmüyorsun” desem de varlığından güç alarak zorlukların üstesinden geleceğimden emindim. Gölgen yeterdi hepimize. Bireyi olduğun ocağımız, evimiz buz gibi. Viraneye döndü desem abartmış olmam. Senden sonra senin gibi çok sevdiklerimizi kaybetmemize rağmen senin kadar acı vereni olmadı.
Ozanların piri Ozan Arif’in muhterem babası Mehmet Şirin’in vefat haberini alınca babasızlığım depreşti. Elini öptüğüm, Samsun’da sofrasına oturduğum Mehmet amca bütün babalar gibi çok özeldi. Anneler acılarını, hasretlerini gözyaşları ile gidermeye çalışır, öyle analar vardır ki ağlamaktan kör olurlar, gözlerini kaybederler. Ama babalar ağlayamaz, ağlasa da kimselere gösteremez. Acıyı, hasreti, haksızlığı, vicdansızlığı içine atar. İçine akıtır gözyaşlarını. İçine akanlar sadece gözyaşları değil acılardır. O acıların içinde dert olacağını, ur gibi büyüyeceğini bile bile içlerine akıtmaya devam ederler. Günlük hayatımızda, yakın çevremizde böylesi babalara o kadar çok rastlarız ki en barizi de şehit babalarıdır. “Vatan sağolsun” cümlesi dökülür dudaklarından. Aynı anda dağlar dolar içlerine, yutkunurlar..
Mehmet amca da o babalardandı. O babaların önde gideni, sembolüydü.
Vatanını, milletini sevmekten başka suçu olmayan oğlunun sürgün günlerinde hep dik durdu. 11 yıl mapushane kapısında beklemeyi yeğ tutarken haftalık görüşmeyi, özel günlerdeki açık görüşleri hayal etti ama onun oğlu hapiste bile değildi. Sürgündü.. sürgün.
Bir taraftan oğluna, torununa olan hasreti, diğer taraftan mahkemelerden çıkacak kararı beklemek kadar zor ve ağır bir imtihan yaşıyordu. Evin, ocağın direğiydi ne de olsa. Sadece kendisini değil, eşine, oğullarına, kızına ve diğer yakınlarına teselli vermek gibi ağır sorumluluğu vardı. Omuzları ne kadar güçlü olsa da bunca ağırlığın altında ezilmemek için dert sahibi oldu. Beli büküldü, acılarını ve hastalıklarını sakladı yakınlarından. Ne de olsa babaydı. Babalar ayakta kalmak zorundaydı.
Ey gidi Arif ağabey! Birkaç ay önce Kayseri’de inadına çıktığımız Erciyes’te Ahmet Doğan ve Necip Dinçer ile sabaha kadar olan sohbetimizde “Köyde babama iki göz bir ev yapacağım. Taştan çevireceğim duvarlar onun mekanı olacak. Son demlerinde babamı mutlu edebilmek için bu baharda mütevazı inşaatı başlatacağım.” demişti. Hatta bizim oraların Kayseri’nin yongu taşlarından beğenmişti.
Bahar gelmedi Mehmet amca için. Hazan mevsiminde dökülen yapraklar misali göçüp gerçek dünyaya kavuştu. Alucra’nın Hapu köyündeki evi için hazırladığım fidanlar elimde kaldı. Ömrü hasret ile geçen koca çınar Hakk’a yürüdü.. Allah rahmetini esirgemesin. Cennetine kavuştursun.
Samsun’da toprağa verdiğimiz Mehmet Şirin sadece Ozan Arif’in babası değil bizim yitik kuşağımızın, gönüldaşlarımızın, yol arkadaşlarımızın değil, ülküdaşlarımızın babalarından biriydi...
Nur içinde yatsınlar.. Şehitlerimize, Peygamberimize komşu olsunlar.