Azerbaycan olmasa Ermenistan’la can ciğer kuzu sarması olabilir mi
Cengiz Aktar, Türkiye’nin Karabağ ve Hocalı’yı sahiplenmesini “Ermenistan politikasını Azerbaycan’a ihale etmek” olarak yorumlamış...
Abdullah Gül’ün Hocalı’da Azerbaycan Türklerini katleden Ermeni birliklerine komuta etmekten gurur duyan Serj Sarkisyan’la baş başa futbol maçı izlemesiyle başlayan “Ermeni Açılımı”ndan bu yana, böyle yalan-yanlış bir algı oluşturma çabası var medyanın “Ermenici” kanadında. Sanki Türkiye ile Ermenistan birbirlerine meftun da aralarına giren Azerbaycan adlı kara çalı!
Soruyorum şimdi bu çok bilmiş uluslararası ilişkiler uzmanlarına:
Diyelim Ermeni işgali altındaki Karabağ, Hocalı’daki soykırım gerçeği filan yok arada... Diyelim Azerbaycan diye bir ülke yok, hiç olmadı...
Akli melekelerini yitirmemiş kimselerce yönetilen bir devlet, bütünlüğünü tanımayan bir devlete sınırlarını açar mı?
Ermenistan, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanıyor mu?
Hayır tanımıyor. Bunu Ermenistan Anayasası yazıyor.
Ermenistan’ın Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırlarındaki topraklarda gözü var mı?
Evet var. Bizzat Ermenistan Cumhurbaşkanı ülkesindeki gençleri “Ağrı’yı almak”la görevlendiriyor.
Bir de “soykırım iddiaları” var, Türkiye’yi “mahkum ettirmeye” çalışıyorlar!
Ortada bu üç ciddi sorun dururken; arada Azerbaycan’ın olup olmaması bir şeyi değiştirir mi?
Türkiye’nin sınırlarını tanımayan, toprak talebinde bulunan ve soykırım iddiasından vazgeçmeyen bir Ermenistan’la can ciğer kuzu sarması olabilir miyiz?
Hangi akıl, hangi mantık, hangi “milli çıkar”, hangi uluslararası ilişkiler stratejisiyle?
Düpedüz monarşi
Şarkı anonsu yapar gibi olacak ama aşağıdaki alıntı “ileri demokrasi” nin tam olarak neye karşılık geldiğini hâlâ anlayamamış olanlar varsa, onlara gitsin.
Zaman Ankara Temsilcisi Mustafa Ünal, 4+4+4 olarak anılan ve zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılıp kademeli hale getirilmesini düzenleyen kanun teklifinin komisyon görüşmelerini yorumluyor:
“Kanunu engellemek için CHP milletvekilleri her yolu deniyor. ‘Çanakkale geçilmez’ savunması dense yeri... Rakam olarak sonuç almaları mümkün mü? Değil. Uzun konuşarak, gerilimi yükselterek kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar.”
Ya ne yapsalardı?
“Rakam olarak sonuç almamız mümkün değil, nasıl olsa bu teklif yasalaşacak” deyip seyirci mi kalsalardı?
Demokrasilerde “muhalefet” in işlevi zaten “rakam olarak siyaseti yönetme gücüne sahip olmayan fakat halkı temsil yetkisi bulunan siyasilerin iktidar politikalarını eleştirmesi, itirazlarını dile getirmesi ve bu doğrultuda kamuoyu oluşturmak yoluyla bir tür kontrol/denetim mekanizmasını harekete geçirmesi” değil mi?
“Muhalefet” siz bir rejim bırakın “ileri” sini en yalın haliyle “demokrasi” olabilir mi?
Allayıp pullayıp yutturdukları yönetim biçimi satır aralarında ele veriyor kendini...
Ve bunun adı düpedüz monarşi!
Başlarına talih kuşu kondu
İçişleri Bakanlığı’nın “terörle mücadele ödül yönetmeliği”ne göre PKK’nın Murat Karayılan, Osman Öcalan gibi “lider” konumdaki kadrolarını yakalatana 4 milyon lira verilecekmiş.
Sanırsın sırra kadem bastılar, yer yarıldı da yerin dibine girdiler, bir türlü başlarını çıkarmıyorlar...
Kandil’e gidip de Murat Karayılan’ı bulmayan mı kaldı!
Ama madem devletin saçacak parası çok, bari yabancıya gitmesin; Karayılan’la görüşmeye giderken geçtikleri dereleri, tepeleri, gelincik tarlalarını en ince ayrıntısına kadar anlatarak “nokta” tarifi yapan Cengiz Çandar’a verin bence bu parayı...
Yahut beraber kaburga dolmalarını hüplettikleri “o ceviz ağacı”ndan bulmanıza yardımcı olur, Hasan Cemal’i ödüllendirin!
Ahmet Altan, Yasemin Çongar, Amberin Zaman; sorun, 4 milyon iyi para, belki söylerler!
***
Ha bu arada “devlet”in elinde kasetini bulundurduğu Osman Öcalan’ın yerini söyleyene ödül vaat etmesi garip geldi bana!
Hani kurumlar arası iletişim? Birbirinizden hiç haberiniz yok galiba!
Osman Öcalan’ın başına konan ödül de İbrahim Şahin’e verilmeli mutlaka. Çünkü bu açıklamayı bizzat yapmıştı bir röportajında:
“Osman Öcalan’la röportaj yaptık. Çekmecemde duruyor...”
Sayın Şahin, ver kaseti, söyle muhabirinin buluştuğu yeri, al parayı!
Talih kuşunun böylesi insanın başına kaç kere konar ki!
Biz tecavüzcüler...
Egemen Bağış, BBC’de tutuklu gazetecilerin suçunu açıkladı:
“Onlar tecavüzcü...”
***
BBC’ci zıpladı:
“Nası yani?..”
“Tecavüz ederken...”
Böylece İngilizler ne mal olduğumuzu öğrenmiş oldular...
***
Gazetecilere yakıştırdıkları sıfatlar:
Tinerci...
Gaspçı...
Terörist...
Darbeci...
Yalancı...
İhanet içinde...
Kökü dışarıda...
Suiniyeti ortada...
Katil...
Alçak...
Ve nihayet; tecavüzcü...
Bir eşcinsel, bir de pezo olmadığımız kaldı maazallah...
***
Peki “tecavüzden” tutuklu gazeteci yok mu?..
Var..
Pozantı çocuk tutukevinde tutuklu çocuklara tecavüz edildiği iddia edildi... Mahkûm yakınları TBMM’ye, Adalet Bakanlığı’na, AKP bürolarına koştular...
Aman, duman...
Kimse dönüp bakmadı... İki genç gazeteci çalışıp didinip olayı belgelediler... Olay bomba gibi patladı ki...
Polis koştu...
İki gazeteciyi yakaladı...
Tıktılar içeri...
Tecavüz haberi yapmaktan...
Tecavüzden(!) bu ikisi var yani...
***
Ve kendisine teslim edilmiş çocukları tecavüzden koruyamayan iktidarın bakanı BBC’ye çıkıp “İçerideki gazeteciler tecavüzcü” diyebildi...
O bakana televizyonlarda yer verilmemesi, gazetelerde artık yer almaması gerekmez mi?..
Biraz olsun alınan varsa?...
Ama dün baktım; içerideki gazeteci arkadaşlarımızın mensup olduğu Milliyet Gazetesi’nde Egemen Bağış’a birinci sayfadan makale yazdırmışlar...
Belki cemiyetten ödül de alır...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
Meclis Başkanı Cemil Çiçek, “87 danışmanım var, toplantı yapıp tanışmak istedim. Ancak 20 tanesine ulaşabildik” demişti. Meclis Başkanı’nın 67 danışmanı kayıp pozisyonda her ay maaşlarını almaya devam ederken; Başbakanlık Destek ve Tanıtım Ajansı’nda adı Hasan Pehlivan olan ve Başbakan’a “danışılacak akıllar sunan” birine de ayda net 30 bin TL (13 bin euro) maaş ödendiği ortaya çıktı.
Necati Doğru / Sözcü
“Müzik Kutusu” aynı telden çalmaya devam ediyor
Bu Stratfor’un Türkiye’de ortağı olan gazeteler var. Bu gazetelere açıkça istihbarat soruları soruyor ve cevaplarını alıyor. Bu gazetenin yöneticileri kim? Başbakan’ın çok yakınları.
“Parayı atınca müziği çalan müzik kutusu” arayan etrafına baksın bence. Hiç mi izanınız, adabınız, ahlakınız kalmadı sizin?
Yabancı istihbarat kuruluşlarına “istihbarat”sağlamak meşrebinize, milliyetçiliğinize, inancınıza çok mu uygun ki o istihbaratı sağlayanları değil de, o istihbarat kaynaklarını açıklayanları suçlamaya yelteniyorsunuz?
Ahmet Altan / Taraf
Suriyeli muhaliflerin eğitilmesi Anayasa ihlali
“15 bin Suriyeli muhalif Türkiye’de askeri eğitim görüyor. Eğitime Amerikan Özel Kuvvetleri de katılıyor.” Bu haber önce İngiliz The Daily Telegraph, ardından Wikileaks belgelerinde yayınlanıyor. Türkiye açısından riskli bir haber. Suriye’de rejim muhaliflerinin bizim topraklarımızda eğitim gördüğü iddiası, Türkiye’nin başını derde sokacak türde. CHP eski milletvekili, hukukçu Şahin Mengü bu konuya ilişkin yazdığı yazıda çarpıcı bir noktaya dikkat çekiyor:
“Anayasanın 92. maddesi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verme yetkisi TBMM’nindir, diyor. Bugüne kadar eğitilen Suriyeli muhalif askerlerin ve bunları Türklerle birlikte eğittiği iddia edilen gayri resmi Amerikan Özel Kuvvetlerinin Türkiye’de bulunmaları için siyasi iktidar TBMM’den izin alma gereği duymamıştır. Meclis kararı olmadan bu eğitimin yapılması Anayasa ihlalidir.” Böyle bir izin şartının en tipik örneği 1 Mart tezkeresi. TBMM 1 Mart 2003’te Amerikalı askerlerin Türkiye üzerinden Irak’a geçmelerine izin vermiyor. Mengü’nün Anayasa 92. madde uyarısına TBMM’deki muhalefet ne diyor acaba?
Yalçın Doğan / Hürriyet
Duydunuz mu Sayın Başbakan?
Atanmış, seçilmişe yumruk attı!
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan çok değil, bundan sadece yirmi gün önce partisinin İstanbul İl Gençlik Kolları Kongresi’ne telekonferans yöntemiyle katıldı ve aynen şu sözleri söyledi:
“Sınırları aşan her girişim yetki gasbıdır. Biz bu ülkede hiçbir zaman gayri meşruluğa izin vermeyiz. SEÇİLMİŞLERİ ATANMIŞLARA KUL ETMEYİZ!”
Bu sözlerin henüz mürekkebi bile kurumadı...
Hem de “milletin emanetini taşıyanların mabedi” olan Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında... Bir “atanmış...” Bir “seçilmiş”e yumruk attı!
***
Yumruk atan “atanmış”, AKP İstanbul Milletvekili Hakan Şükür’ün Danışmanı...
Yumruk yiyen “seçilmiş” ise CHP Kocaeli Milletvekili Haydar Akar...
Olay ortada: Öyle komplo, tertip, kumpas falan yok!
Yasalara ve Meclis İç Tüzüğü’ne göre, komisyon toplantısının yapıldığı o salona girmesi bile yasak olan bir “memur”, milletin vekilinin “yasama görevini” yapmasını engelliyor...
Daha da ötesi, bunun için şiddet kullanıyor!
Ve işin çok daha vahimi...
O salondaki AKP’li milletvekilleri, yumruk yiyen milletvekiline sahip çıkmak yerine, “yumruk atan”ı koruyup kolluyor; CHP’li vekillere birer yumruk da onlar sallıyor!
***
Sayın Başbakan...
Hadi; mahcup edin bizi!
Sözünüzün arkasında durun ve “Seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz” derken, sadece “AKP’den seçilmişler”i kastetmediğinizi kanıtlayın...
***
Ve Sayın Meclis Başkanı...
Sadece AKP Meclis Grubu’nun değil, tüm milletvekillerinin başkanı olduğunuzu kanıtlayın... “Kraldan çok kralcı” olan bu danışmana ve onun sorumluluğunu taşıyan milletvekiline, Meclis İç Tüzüğü’nde öngörülen yaptırımların uygulanması için gerekenleri yapın...
Mustafa Mutlu / Vatan
Milletvekillerinin birbirini yumruklaması bitti de sıra danışmanlara mı geldi? Milletin Meclisi’nde bu skandalları mı izleyeceğiz artık?
Ruhat Mengi / Vatan