Aynı tornanın mahsulü

TSK’yı dönüştürme projesinin son yol haritasını yayımlayan iki editör;Bayramoğlu ve İnsel, yeni çıkardıkları “almanakları”nın promosyon turuna hızlı başladı

Günlük” demeye bayılır da “yıllık” diyemezler. Açmaya çalıştıkları kapının kilidi “bizden biri” markalı bir anahtardan başkasıyla açılmıyorsa, hemen ‘lisanı münasip’ devreye giriyor. Fransızca’dan devşirme Osmanlıca kelimeleri kullanıyorlar.
Öye olunca kavuklu, sarıklı, kallavi “bir bilen” olunduğunu sanıyorlar belki... Belki de “Neo-Osmanlı”nın şanına uysun diye bu seçimleri. Halbuki tahminim günlük hayatlarında Batılılaşma dönemi “entelijansiyası” için fazla “light” kaçacak Amerikan aksanını tercih ettikleri yönünde.
Köstebek delikleri
Amerika demişken, CIA’nın gizli kapaklı işlerini, “söz konusu dünya hakmiyetiyse, Kongre teferruattır” tavrını demokratikleşen dünya için elzem görüyorlar da iş Türkiye’nin “devlet sırları” na, milli güvenliği, ulusal bütünlüğü açısından stratejik bilgi ve belgelere gelince “şeffaflaşma” istiyorlar. İçeriyi gösterecek, şöyle iştah açıcı transparan bir sistem uğruna köstebek delikleri açmaya çalışıyorlar...
Soros’un milyon dolarlık fonlarla desteklediği projelerin yürütme memurlarından söz ediyorum.
TESEV Türk Ordusu’nu hedef alan ikinci almanağını yayımladıktan sonra, kapsamlı bir propaganda çalışmasına girişti anlaşılan.
Askerin “sivil denetim” adı altında “siyasi iktidara” biata zorlanmasını öneren almanağın iki editörü Ahmet İnsel ve Ali Bayramoğlu dün “tam sayfa pres”teydiler.
Bayramoğlu’nun Taraf’a, İnsel’in Star’a beyanlarına bakınca iki ayrı kişinin konuştuğuna inanmak güç. Sanki Neşe Düzel ile Fadime Özkan belleğin “oynat” tuşuna basmışlar ve “Bu bir bant kaydıdır, görev yerine getirilene kadar durmadan tekrarlanacaktır” anonsuyla başlayan şerit dönmeye başlamış..
Ne paranoya ama
İkisi de milli güvenliği paranoya olarak tanımlıyor...
Öyle ya PKK diye bir terör örgütü yok, 40 bine yakın insan ölmedi, mantar hızıyla sömürge üssü bitmedi, stratejik limanlarımızın, sınırlarımızın, kaynaklarımızın bulunduğu illerde, doğumuzda İran ile Irak, tepemizde Kafkaslar, kuzey batımızda Balkanlar Amerikan emperyalizminin renkli fırça darbelerini almadılar üst üste, güney ve batımız Rum ittifakından ötürü her an tetikte olmaya zorlamıyor bizi, içeride cirit atan misyonerler her köşe başında tarikattı, dernekti, vakıftı, diyalogdu derken ahtapot gibi hangi kolunu tutacağını bilemediğimiz bir sarmalın içine sürüklemedi bizi...
Hepsi paranoya, Maldivler gibiyiz aslında; üç beş ağaç, gözünün alabildiğince deniz ve kum, azıcık aşım, ağrısız başım!
Ve ikisi de, askeri “hallettikten” sonrasına hazırlanıyor. Yeni nesillerin “milli şuur” dan arındırılması konusuna yoğunlaşıyor:
Milli Güvenlik dersi kaldırılsın... Ders kitapları çok militarist değiştirilsin...Tehdit altında olduğumuz doğru değil, bu bir beyin yıkama...
Kontr-beyin yıkama
Aslında ikisi de akademisyen, ikisi de kontr-beyin yıkama sahasında faaliyet gösteriyor. Ama demek ki üniversiteli bir genç, kazanılmak için çok geç. Ağaç yaş iken eğilir... Bak Hawaii’ye gözünü açamadan kendisini Amerikan eyaleti olarak buldu; şimdi köleliğin iktidarına bağlılar.
Muhteşem de bir savunmaları var. Ev sahibini şaşırtan aceleci hırsızı örnek aldılar herhal...
Aceleci hırsız misali
Ama olmamış, güneşi görünce yeşillenen “bilmem ne star” yarışmaları hatırına benden “0” puan. Bundan sonraki röportaja daha iyi hazırlanın. Öyle gürültülü patırtılı olmaz bu işler. Ahali uyandı. Suçüstü: Ne demek “kötü niyetli dış güçler almanağı okuyarak yeni birşey öğrenmeyecektir, çünkü bilgileri zaten onlardan alıyoruz.”
Bakın, bant sarmaya başladı, sesler boğuklaşıyor, bir iki deşifre cümlesi daha çözülebilirse, çöp kutusundaki yerleri hazır. Malum devir “kullan-at” devri...


++++++

“Paranoya”da buluştular

Güvenlikçiler biraz paranoyak olurlar. Türkiye’nin özel şartları dendiğinde akan sular duruyor ve bu bir iktidar aracı olarak kullanımınıza açılıyor. O yüzden biraz paranoya biraz da araçsallaştırılmış bir paranoya. Toplumun da bu paranoyaya dahil olması güvenlikçilerin işini kolaylaştırır çünkü o zaman hem aynı dilden konuşmuş olursunuz hem de toplum onları bağrına basar ve çok daha rahat ayrıcalıklar tanır. MEB müfredatına baktığımızda, Türkiye’nin sürekli tehdit altında olduğu fikrinin çocuklara ta ilkokulun ilk senelerinden itibaren aşılandığın görüyoruz. Türkiye’de, zorunlu milli güvenlik dersi diye bir şey var. Bütün bunlarla o genç dimağların bir tür şartlı refleksle donanması amacı güdülüyor.
* Ahmet İnsel / Star


Şunu kabul edelim burası bir askeri imparatorluktu. Şimdi ise askeri bir cumhuriyettir. Burada damarlarımıza sızmış bir yapı var. Bu sistemin çok ciddi bir sivil ayağı var. Çünkü yurttaşlık bilgisi ve milli güvenlik kitaplarına baktığınızda bu ülkede güvenlik paronayası ve hezeyanı etrafında bir insan yetiştirme mekanizması var. Bu yüzden asayişçi ve güvenlikçi mantık bu ülkede sadece askerde karşımıza çıkmıyor. Global dalgalar değerler böyle bir sistemi içinde barındırmıyor. Dolayısıyla Türkiye’de askerin sistem içindeki rolü değişmek zorunda. Nitekim şu anda bu süreç yaşanıyor ve Türkiye demokratikleşme yolunda böyle ilerliyor.
* Ali Bayramoğlu / Taraf


++++++


‘Kışlaya doğru marş marş’ dersek!..
Gece yarısı yasası için devrim niteliğinde diyorlar ya aslında Mercedes görünümlü Serçe o..
Aslanlar gibi duruyor ama bastın mı gaza takır tukur.. Başı sağa, kıçı sola..
Anayasa Komisyonu Başkanı AKP’li Burhan Kuzu takır tukurun farkında.. Düzenlemeler yapacaklarını söylüyor..
Askerin PKK’ya yönelik operasyonu nedeniyle
savcılar soruşturma
açacak mı?
Yasa açabilir diyor!
Tim komutanı da rütbesiz er de sorguya çekilir.. Orada ne işiniz vardı, ilk ateşi siz mi açtınız gibi..
Yasa çıkınca, asker kışlaya doğru marş marş diye yazılar çıktı.. Asker kışlasına hakikaten çekilirse ne olur?
Benim işim sınırlar derse.. Benim işim başka ordularla savaşmak derse.. Muhatabımla..
Benim işim teröristle mücadele değil derse.. Bu iç güvenlik işidir, birliklerimi kışlama çekiyorum derse..
Polis, jandarma uğraşsın derse..
Devasa alanlardaki boşluğu kim doldurur..
PKK mesela!
Bu ülkede adalet bakanı var değil mi? Hem de yasanın Ulubatlı’sı olarak prim yapan..
Benim iki gündür sorduğum sorulara lütfen cevap verebilir mi?
Kusura bakmasın..
Cahilliğimden soruyorum..
PKK ile çatışmaya giren komutan da rütbesiz asker de sorgulanacak mı?
Ölümlü çatışma olursa yargılanacak mı?
Savcı gelin bakalım
diyecek mi?
Merakım budur!
* Mehmet Tezkan / Vatan

++++++

Empatigiller şimdi nerede?
Ümraniye soruşturması paralelinde DiPietro’yu manşetlerinden indirmeyenler, İtalyan Savcı’nın yargının siyasallaşması konusundaki tepkisini görmezden geldi

İtalya’da “Temiz Eller Operasyonu” nun meşhur savcısı DiPietro var ya...
İşte bu ünlü savcı, geçenlerde gazetelere ilan verip “uluslararası camia” ya bir çağrı yaptı. Ben New York Times’ta gördüm. İlanın başlığı şu: “İtalya’da demokrasi tehlikede.”
Tam sayfa ilanda Di Pietro, Berlusconi’nin yargıdan kaçmak için son girişimini özetlemiş. Berlusconi hükümeti, Adalet Bakanı Angelino Alfano’ya atfen “Alfano Kanunu” diye anılan bir kanun çıkarmaya gayret ediyormuş. Bu kanun, başbakan, devlet başkanı, meclis ve senato başkanlarının yargılanmasını engellemeyi hedefliyormuş.
DiPietro, bu kanunun İtalyan Anayasası’nın Üçüncü Maddesi’ne aykırı olduğunu söylüyor. 6 Ekim’de İtalyan Anayasa Mahkemesi, bu kanunun Anayasa’ya uygunluğu konusunda karar verecekmiş. Hal böyleyken Berlusconi, Adalet Bakanı, Anayasa Mahkemesi Başkanı ve Anayasa Mahkemesi’nin bir üyesi gizlice bir akşam yemeği yemişler. Haber gazetelere sızmış ve doğrulanmış.


DiPietro diyor ki: “Anayasa Mahkemesi Başkanı ve bir üyesinin, kanunun muhatabı olan siyasetçilerle buluşması kabul edilemez.”
Hatırlayalım: Bizim “Ergenekon Eller” operasyonunun heyecanıyla DiPietro Türkiye’ye davet edilmiş, kendisiyle konuşmalar, röportajlar yapılmıştı.
Şimdi aynı arkadaşları, kahramanları DiPietro’ya yeniden kulak vermeye davet ediyorum.
Büyük Türk liberal ve demokratlarının çoğunun sivil otoriteryanizm tehlikesi konusunda titizlenmeye hiç niyeti yok.
Hukuka güvenmekle bile iş bitmiyor...
* Nuray Mert / Hürriyet

++++++


Manisalı “teşekkür” için yazdı
Ahmet Hakan’ın kırılan kolu karşısında medya, siyaset, sanat ve iş çevreleride meydana gelen infial kadar olmasa da(!), Erol Manisalı’nın ve McCarthycilik oyununun etkisiyle sağlık problemleri nükseden ‘ötekiler’in de acılarını paylaşanlar olmuş demek ki... Planladığı gibi “vebalı” sayılıp, “Keşke Silivri’de karantinada tutulsalardı” demeyenler de çıkmış... Korku, alçak rakımlı kendini zirve sanan çukurları sarmış da, başı dumanlı dağ doruklarına yetişememiş... Bu Manisalı’nın “teşekkür” için yazdığı yazıda belirttiği gibi “asgari müştereklerde yakınlaşma ve birleşme arzusu” nu göstermesi bakımından umut verici. Bu, daha az muhbir, daha çok güven demek. Bu, daha az biat, daha çok irade demek. Ve bunlara ihtiyaç duyduğu bir virajı alıyor Türkiye... Demek geleceğini ve vicdanını hala nohuta, kömüre, bulgura satmayanların da yaşadığı bir ülke burası. Demek hala, aba altından göterilen bütün sopalara karşı başını kaldırıp “ben burdayım” demekten çekinmeyenler var.
Manisalı’nın gösterilen ilgiyi algılama biçimi kayda değer: “Bu insanımızın sahip olduğu ortak vicdanın sağlıklı bir göstergesidir. Toplumsal fayda ve demokrasi etrafında bütünleşmedir.”


++++++

Özkök’ün yeni projesi
Ayşe Arman sana hastayım. Bu memlekette gündem yaratmanın piri oldun...
Dünya yıkılıyor... Memlekette kan gövdeyi götürüyor... Ortalık kan revan... Milyonlarca işsiz, aşsız... Küresel ısınma... Türban, Kürt meselesi, Hrant’ın katilleri, Ergenekon, daha sayayım mı?
Biz ne konuşuyoruz?
“Ayşe Arman anadan üryan soyunmuş...”
Dikkat ettim ne zaman çok ciddi bir mesele olsa... Ayşe gene gündemde...Ya memesi, ya orgazmı, ya bacağı, ya poposu...
Yahu Doğu Türkistan’da katliam oluyor...
Kardeşim insanları boğazlıyorlar... Müslümanlar katlediliyor... Manşette ne var?
Ayşe Arman Fatih’te bacaklarını açtı... Vay be, helal olsun sana...Vallahi de billahi de...
Ertuğrul Ağbime ayrıca helal olsun... Bunca orkestrasyon onun zekası ve eyvallahı olmadan olmaz.
* Serdar Akinan / Akşam


Akinan lafı ağzımdan almış tekrara lüzum yok. Yalnız, bu aralar “yaşayarak öğrenme” damarı kabaran Arman’a gerçek gündemi yakalaması için ısrarla tavsiye ediyorum: Doğu Türkistan Türk’ünün yerine geçip Çin’e de gitsin!


++++++


MİNİ YORUM
Splinter Usta olmak istiyorum

Ayşe Arman’ın üslubu yine çok tahrik ediciydi: “Ben bir ninja kaplumbağayım”. İstemdışı bir karşılığı oluştu:“Ben de Splinter usta olmak istiyorum”. Ayarı kaçan kaplumbağaları terbiye etmek istiyorum, onları mutasyona uğramış halleriyle dahi kabul edilebilir olmaları için eğitmek istiyorum.
Elimde değil içimdeki Osman Hamdi uyandı bir kere, kampumbağalar ya terbiye edilecek, ya terbiye edilecek...

Yazarın Diğer Yazıları