Aynı takım iş başında

Soros Vakfı’nın Türkiye uzantısı TESEV’in yeni raporu açıklandı. Bunun Cengiz Çandar’a hazırlatılması ’Ahbap-Çavuş’ ilişkisi. Burada ikilinin diğer ayağının Başkan Can Paker olduğunu hatırlatalım. Çandar’ın görüştüm dediği kişileri ve diyalogların büyük bölümünü hatırlıyoruz. Pek çoğu CNNTürk ekranında yayınlandı. Fazladan Hasan Cemal de bu işlere bulaşmıştı. Örneğin bir sürü bakanla yapılan. Mesut Barzani’den Celal Talabani’ye, Ahmet Türk’ten Bülent Arınç’a kadar.
...
Hayatı ideolojik zigzaglarla geçmiş Çandar’ın ’Apo ile 18 yıldır görüşülüyor’söylevinde eksik var. Aracılar arasında kendini saymayı unutmuş. Turgut Özal’dan mektup götürmedi mi? Şimdilerde federasyon mimarlığına soyunan Çandar’a göre Habur’daki abartılar olmasa Öcalan çoktan İmralı’dan kurtulup, çiftlik evinde hurilerle yaşıyordu. Hatta PKK’ya genel af çıkmıştı.
...
Raporun satır aralarında ’Ya Kandil-İmralı ikileminde bölücülerin istediğini verirsiniz ya da terörizmin yerini isyan alacak’tehdidi var. TESEV için hazırlanan Cengiz Çandar raporundaki çözüm önerilerini zaten ezberledik. Anayasadaki Türk, Türkiye lafları tırpanlanacak. İlan edilecek federasyonun adı konacak. Arada af ilan edilecek. Dağdan inen eşkıyayı da, federal yapının Güneydoğu ayağında yerel silahlı güç olarak kullanmanın yolu açılacak.
...
Bu raporun zamanlamasına dikkat. Hatip Dicle tehdidiyle aynı potaya sokuldu. Merak ettiğimiz ise iki akçalı konu. Bunlar Cengiz Çandar’la ilgili. Bu hizmet karşılığı TESEV’den para aldı mı? Bir de anlatıla anlatıla bitirilemeyen evinin karşılığını öderken ’Banka kredisi kullandı mı?’ Her devirde suda batmayan akıl hocaları vardır. Adamlar sosyalist. Adamlar Mao’cu. Adamlar gerilla. Adamlar futbol yorumcusu. Adamlar arabulucu. Bunları baş tacı yapanların hiç mi günahı yok?
Burhan Ayeri / Akşam

+++

Meclis’i babasının malı sandı

6 BDP mebusu kilitli.
2 CHP mebusu kilitli.
1 MHP mebusu kilitli.
Meclis, açılmadan kilit.
Çünkü... Mazbatalarını alıp, YSK’ya göre resmen mebus olan mebuslar, henüz yemin etmedikleri için yasama faaliyetlerine katılamaz. Ancak, hem yemin etmelerine izin vermeyip, hem yemin etmediler denemez. Dolayısıyla, yemin edip, aday olma ve oy verme hakları ellerinden alındığı için, meclis başkanı, meclis başkanlık divanı seçilemez, komisyonlar oluşturulamaz. Ben yaptım oldu dersin, dava açar, alınan tüm kararlar mahkemelik olur.
Çünkü... Herkes papağan gibi Sebahat Tuncel örneğini anlatıyor ama, Osman Bölükbaşı örneği var. Cızzz olduğu için kimse anlatmıyor. 1954’te aday oldu, Kırşehir’den tulum çıkardı, mebus seçildi. Bugün ahaliye demokrasi feriştahı olarak kakalanan Demokrat Parti, Kırşehir’i ilçe yaptı! Üç sene sonra, seçim geldi, Kırşehir’i kafaladık zannettiler, gene il yaptılar, bu sefer Bölükbaşı’nı hapse tıktılar! Gene Kırşehir’den aday oldu, haşırt, gene seçildi. Milli irade, milli irade diyorlardı, aha sana milli irade... Tıpış tıpış ayağına, koğuşuna gittiler, alayına isyan bi adamdı, inadına pijamayla yemin etti, lacilerini çekti, çıktı.
Şimdi bakın...
Meşhur hikâyedir; öğrencinin biri bisikletiyle okula gelir, bahçeye bırakır, derse girer. Çıktığında, a-aa, bisiklet yok, söylene söylene evine yürür. Ertesi sabah okula geldiğinde, görür ki, bisiklet bıraktığı yerde, selesine bi not iliştirilmiş, “Acil ihtiyacım vardı, geri getirdim ama çıkışına yetişemedim, hem özür dilerim, hem teşekkür ederim” yazıyor. Öğrenci, bisikletini geri aldığına sevinip, bu sempatik tavra anlayış göstereceğine, ben sana gösteririm der, koşar, kilit alıp, bisiklete takar, anahtarı cebinde, huzur içinde derse girer. Zil çalar, ders biter, çıkar ki, a-aa, bisikletin üstünde “iki kilit” var iyi mi... Ve gene seleye not iliştirilmiş: “Acil durumda ben kullanamayacaksam, kusura bakma, sen de kullanamayacaksın!”
Meclis bisiklettir.
Sen babanın malı san.
Binmen yetmez...
Pedal çevirmek şarttır.
Bu bisikleti ya hep beraber kullanacağız, ya da hiç kimse...
İlk kilidi takan, anahtarı getirsin kardeşim.
Yılmaz Özdil / Hürriyet

+++

Abdülhamit’i mumla arıyoruz!

Abdülhamit döneminin sansürü meşhurdur.. Dünya tarihine geçmiştir...
Örneğin o dönemde tahtakurusu sözcüğü “tahtı kurusun” diye yazılabileceği gerekçesiyle yasaklanmış. Kimyada 0= AH gibi denklemler de “Abdülhamit = sıfır” anlamına çekilebileceği için kullanılmazmış.
Yazar Ahmet Rasim Bey o çağın ünlü sansür memuru Hıfzı Bey’le aralarında geçen diyaloğu anlatıyor...
“Biz, dedim, yazdığımız yazılarda zatıalinizin çizeceğinizi bildiğimiz kelimeleri kullanmıyoruz. Biliyoruz ki, vatan, millet, hürriyet, ihtilal, cinnet, mecnun, yıldız, zehir vb. kelimeler yazılmaz. Fakat sansürden gelen provalarda her seferinde başka başka kelimeler, cümleler görüyoruz ki çizmişsiniz.”
Ahmet Rasim sözün sonunu şöyle getiriyor:
“- Bize neyin sakıncalı olduğunu söyleseniz de onu bilsek ve yazmasak...
Sansür memuru Hıfzı Bey’in cevabı:
- Onu ben de bilmem... Yalnız size şu kadarını söyleyeyim ki siz anlayınız... Siz hangi yazınızı en çok beğenerek yazarsanız, ’oh ne güzel oldu’ derseniz, benim onu çizeceğimi biliniz...”

***


Dikkat buyurunuz... Sansür kallavi ama... O dönemde basına ve insan haklarına saygı bugünkünden daha yüksek. Yazarların yazıları yayından önce denetlenip hoşa gitmeyenler ayıklanıyor ama kimse hapse atılmıyor. O yüzden sonraki yıllarda Marko Paşa dergisinde yarı şaka: “İkide bir gazetemizi kapatmak yerine bize de sansür uygulayın” çağrıları göze çarpıyor. Gelelim bugüne; eğer Kızıl Sultan lakaplı Abdülhamit tarafından yönetilseydik bugün 68 gazetecimiz hapiste yatmayacaktı. Gazeteciler istibdat dönemindeki kadar rahat edebilecekti.
Melih Aşık / Milliyet

+++

Seçimler bitti; Türkiye rahatlar derken ortalık daha da gerildi. Çünkü; sandıktan çıkan halk iradesine; mahkemeler el koydular. Özel yetkili mahkemeler; halkın oyu ile seçilen üç vekilin görev yapmasına engel olacak bir karara imza attı. Prof. Mehmet Haberal, Mustafa Balbay ve Engin Alan’ı tutuklu bıraktı.
Bu isimleri, seçim sürecinde AKP Lideri ve Başbakan Sayın Erdoğan çete üyesi gibi göstermiş; bunları aday yapan CHP’ye ve MHP’ye de demediğini bırakmamıştı. Sonuçta; mahkemelerden bu hususta çıkan karar ile devleti yöneten kişinin düşünceleri aynı noktada buluşmuş oldu.
Şimdi konuşulan şudur: Acaba bu mahkemeler; Başbakan’dan gelen işarete göre mi karar verdiler?
Rıza Zelyut / Güneş

+++

Ortaçağ uygulaması

Biliyorum, iktidar sahipleri için bu sözler, “boş laflardır”. Biliyorum, onlar zaten vicdanlarını, “yüce amaçlar” uğruna, “ötekileştirdikleri” insanlara her türlü haksızlığı ve adaletsizliği reva görmek için susturmuşlardır. Ama olsun, ben yine de vurgulamak istiyorum:
“Önce hapse tık, ondan sonra yargıla” ilkesi ortaçağ uygulamasıdır.
Günümüzde Türkiye’de yaşanan hukuk bunalımının, milli irade krizinin altında esas olarak bu ortaçağ uygulaması yatmaktadır.
İnsanların bir iddia üzerine hapse atılıp yıllarca orada tutulduğu bir düzende ne hukuktan ne de milli iradeden söz etmenin olanağı vardır!
Emre Kongar / Cumhuriyet

+++

Kendi sesine aşık

Barut ve ateş benzetmesi aşırı olur ama onlar için artı ve eksi kutuplar diyebiliriz.
Başbakan ile ana muhalefet partisi lideri seçimden sonra dün ilk kez Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin toplantısında karşı karşıya geldiler.
Şimşek çaktı demesek bile kıvılcım çıktı.
Yeni bir anayasa için geniş tabanlı bir uzlaşma taahhüdü verdiklerini belirten Başbakan tüm muhalefet partilerine, sivil toplum kuruluşlarına ve igili herkese seslendiğini belirterek önyargılardan arınarak ve birbirimizi tamamlamaya çalışarak, mümkün olan en geniş uzlaşmanın ürünü bir yeni Anayasa hazırlamayı önerdi.

***


Ardından muhalefetin önemini hatırlattı, Kemal Kılıçdaroğlu’na atfedilen “Stockholm Sendromu” yakıştırmasının CHP hesabına talihsizlik olduğunu söyledi, üç genel ve iki yerel seçim ile iki referandum kazandıkları halde gurur ve kibire ne kadar uzak tevazuya ise ne kadar yakın durduklarını anlattıktan sonra çıktı gitti.
Toplantıyı izleyenler Başbakan’ın gurur ve kibirden sakındıkları konusundaki çabalarının yetersiz kalmış olduğunu düşünürlerken kürsüye çıkan CHP lideri cevabı çoktan verilmiş soruyu gündeme getirdi:
“Demokrasiden söz eden bir kişinin ana muhalefet partisi başkanını dinlemesi gerekir mi gerekmez mi? Karşı düşünceleri dinlemeye tahammülümüzün olması gerekir. Kendi kendinize propaganda yapıp sonra gidiyorsak bu olmaz!”

***


“Kendi sesine aşık olmak, kendi gücüne tapılmasını istemek...”
Başbakan’ın konuşması ve genel havası muhataplarına bu duyguyu veriyor.
Dünkü toplantıda konuştuktan sonra CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun ne diyeceğini merak etmeden, konuşmasını dinlemeden kalkıp gitme yanlışına düşmesi, yeni dönem için yaratmak istediği uzlaşma iklimine zarar vermiştir.
Bu yolda büyük bir fırsatı ziyan etmiştir.
Sadece söyleyen, söylemek istediklerini söyledikten sonra da başka kimseyi dinlemek istemeyen bir lider haline gelmek, Başbakan Erdoğan için asla sahip olmak istemeyeceği bir kimlik olmalıdır.
O Başbakan’dır ve yüzde 50 oyla gelmiş olması onu “Süper Başbakan” filan yapmayacaktır. Görev ve sorumlulukları aynıdır.
Yüzde 50’yi unutmalıdır.
Çünkü böyle bir duygu ayaklarını yerden kesebilir ve “Ben ne demişsem o!...” aşırılığına savurabilir.
Çoğulcu demokrasinin en büyük engeli dinlemesini bilmeyen liderlerdir.
Tayyip Erdoğan değişmek zorundadır.
Çünkü dünkü toplantıda izlediğimiz aktörlerle hayalini kurduğumuz büyük uzlaşmaya yürüyemeyiz!
Güngör Mengi / Vatan

+++

GÜNÜN SORUSU

Önceki gün kendisine sorulan soruları “Bu konularda fikrim yok... Ben bilmem, büyüklerimiz bilir” diye yanıtlayan Milletvekili Hakan Şükür, dün yeni bir açıklama yapmış ve “Bundan sonra her konudaki fikirlerimi çok açık ve net söyleyeceğim” demiş... Sorum size:
Hangisi daha kötü?
Mustafa Mutlu / Vatan

Yazarın Diğer Yazıları