Ayak, Baş ve Demokrasi!
Başbakan Erdoğan’ın 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyen sendikalara karşı söylediği “Ayakların başları yönettiği bir yerde kıyamet kopar” sözü yeni bir gerçeğin ortaya çıkmasını sağlamış oldu. Bu gerçek, ülkede hemen herkesin diğerini ayak takımı olarak gördüğüdür. Başbakan bir anlamda ayak ve başın oy kullanırken aynı statüye tabi olmasını eleştiren Aysun Kayacı’yla da aynı noktada buluşmuş oldu.
Türkiye’de yetkililer yetkisizi; yönetenler yönetilenleri; zenginler yoksulları; kenttekiler köydekileri, batıdakiler doğudakileri -bu anlamda- ayak takımı olarak görmektedir. AKP’ye göre birileri cumhuriyet eliti, onlara göre de AKP’li yöneticiler şark kurnazı taşra elitleridir.
Her iki taraf da diğerine haddinizi biliniz! demektedirler. Öyle ya, herkes haddini yani ayaklar ayaklığını, başlar da başlığını bilmeliler! Onların oyları da yönetmeleri de hadleri de farklı olmalıdır! “Ayak-baş” türü benzetmelerle yapılan açıklamalar sosyolojide organizmacı görüş olarak bilinir. Sosyal olayları, biyolojik olaylar aracılığıyla ve biyolojik kanunlarla karşılaştırarak açıklamak çok eski bir yöntemdir. Toplumla organizma, sosyal yapı ile insan vücudu arasındaki benzeyiş üzerinde durarak, insanın organlarıyla sosyal kurumlar arasında benzerlik kuran ilk sosyolog İbn-i Haldun’dur. O insan vücudu ile sosyal kurumlar arasındaki benzerliklerle devlet ve toplumu açıklamıştır.
İbn-i Haldun “devletler de tıpkı canlı organizmalar gibidir; doğarlar, büyürler ve ölürler” demişti. Gazali ise, “Devleti fizik bir vücut olarak; sanatları onun kol ve bacakları; emir veren idarecileri onun arzuları; zabıta memurunu onun hiddeti; hükümdarı onun kalbi ve başbakanı, onun aklı selimi gibi tasavvur eder. Padişah devletin işini yürütmek için, bütün bu organların yardımını talep eder” biçiminde açıklamalarda bulunmuştur.
Ancak Başbakan “ayakların başı yönettiği bir yerde kıyamet kopar” sözünün İbn-i Haldun’un yaklaşımının çok ötesinde bir anlamı vardır. Başbakanın ayaklara yüklediği anlam toplumsal olmaktan daha çok siyasaldır. Haldun açıklamak, Başbakan hükmetmek için bu tür benzetmeler yapmaktadır.
Başbakan bu sözleri sendikaların “1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama” ısrarı üzerine söylemiştir. Söylenen sözlerin hedef kitlesi ise bellidir. Aslında Başbakan bu sözü söylerken kendisini ve temsil ettiği sınıfı da bir anlamda işaret etmiş olmaktadır. AKP ne kırsalı ne garib gurebayı ne de varoşu temsil etmektedir. Gerçekte kendilerini baş olarak görmektedirler. Her yerdeki şark kurnazı taşra elitini yani türedi zenginleri ve onların çıkarlarını temsil etmektedirler.
Kaldı ki, ayakların gerçekte başları yönettiği durumlar kriz durumlarıdır ve geçicidir. “Eşkıya dünyaya padişah olmaz” atasözü de aslında bunu anlatır. İhtilal, ayaklanma ve kaos anlarında bir güruh geçici olarak yönetimi ele geçirdiğinde ayaklar baş haline gelir. Bu durumda da ayaklar başları yönetir. Onlar işe, eski başların başını koparmakla başlar. Bolşevik ihtilali sırasında yaşananlar, Fransız İhtilali sırasında terör uygulayanlar ya da Osmanlı’da gerçekleştirilen Patrona Halil İsyanlarında benzer durumlar yaşanmıştır.
Bu durumlara daha çok kitlenin ayaklan(dırıl)ması ile ulaşılır. Kitlenin en yoğun işlevi medeniyetleri tahrip etmekte kendini gösterir. Birçok eski medeniyetin büyük çapta yok edilişi kitleler sayesinde mümkün olmuştur. Toplumların manevi ve ahlaki kuvvetleri etkilerini yitirdikleri zaman, barbar denilen şuursuz ve hayvani kalabalıkların eliyle toplumun nihai tasfiyesi yapılır. Böyle bir şeyin vaki olması mümkün değilken Başbakan’ın bu tür bir sözü söylemesi düşündürücüdür. Sendikalar 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak istiyor. Kimsenin Taksim’de baş olmak gibi bir talebi de yoktur. Üstelik sendikalar dünyanın en kutsal değerini üreten emek ordusunun örgütlü temsilcileridir. Türkiye’de, emekçilerin demokratik taleplerine karşı açıkça “siz ayaksınız haddinizi biliniz” diyen demokrasi ve özgürlük havarisi bir iktidarı vardır.