Ayağını cebime sokan adam

Hayri Köklü Bey’e sözüm var, bu hafta keyifli bir şeyler yazacağım. Önce bir gülmece öykü, sonra da bir Bayburt fıkrası.
Maç hastasıydık o yıllarda. Stadyumlar meskenimiz olurdu hafta sonlarında. Maçtan önce yorumlar, tartışmalar; maç sırasında yine yorumlar, ahlar vahlar, küfürler, sevinç çığlıkları; maçtan sonra yine hararetli tartışmalar...
O gün de öyle, yora tartışa gittik maça. Kapalı tribün bileti aldık ki, zaten hararetimiz yükselecek, hiç olmazsa güneş geçmesin başımıza, serinde seyredelim. Uyanıklar bakmışlar ki, kapalı tribüne talep çok, oturma yerinden fazla bilet satmışlar. Bakındık, arandık, yer yok. Tribünlere giriş-çıkışı sağlayan merdivenlere oturmak zorunda kaldık. Yer serin ama, hiç rahat değil. Ne yapalım başa gelen çekilir, doksan dakika sabır diyor arkadaşlar. Diyorlar ya, benim ne belim rahat, ne ileri uzatamadığım upuzun ayaklarım, ne de içim. Bakmış olmak için bakıyorum oyuna.
İkinci yarıydı, ceketimin sağ cebinde bir ağırlık hissettim, elimle yokladım, Allah Allah, yahu iri bir şey var sanki cebimde. Döndüm hemen, bir de ne göreyim, arkamda oturan adam, ayağını sokmuş cebime, heyecanlandıkça da gaza basar gibi ittirip duruyor. Cebimin bir yanı yırtılmış. Hemen vurdum ayağına, bağırdım:
-Bu ne yahu! Ne işi var ayağının benim cebimde?!
Adam şaşkın, o da bana
soruyor:
-Evet ağabey ne işi var?.. Hay Allah, yahu nasıl girmiş bu ayağım oraya?.. Yahu hiç farkında değilim... Kusura kalma ağabey...
Kahkahayla gülüyorlar arkadaşlarım, “Yahu sen de cebine sahip olsaydın kardeşim, adamın 44 numaralık ayakkabısını ayağıyla birlikte sokmuşsun cebine, şimdi de suçluyorsun...” diyorlar. “Ulan sizin de, onun da!” deyip terk ediyorum stadyumu.
Eve varıyorum, eşime “Dik şu cebimi” diyorum. “Ne yaptın, kavga mı ettin maçta?” diye soruyor. “Yok” diyorum “Hanzo’nun biri ayağını soktu cebime”. Dalga geçiyorum sanıyor, inanmıyor, fakat ötesini de soramıyor, sinirim dorukta. Hele bir diksin cebimi, bir sakinleşeyim, biliyorum gelip yanıma soracak yine. Anlatacağım elbet, ama bu benim tribünlerden son anı’m olacak.
O günden sonra bir daha adım atmadım oralara, televizyon veriyorsa baktım, vermiyorsa cebim sağ olsun, gitmeyi hiç düşünmedim.
Evet, sıra Bayburt fıkramızda:
Her gece içiyordu Zöhtü Aga meyhanede, gece yarıları sallana sallana evin yolunu tutuyordu. Tutuyordu sözün gelişi, aslında tutamıyordu çoğu kez, düşüp sızıp kalıyordu şunun bunun kapısının önünde.
İşte bu gecede yine gelmesi gecikmişti, hanımı kaygı içindeydi. Oğluna seslendi:
-Ayaklaraan! Hele çıh bah, efendi baban, gelir mi, bi yere mi düşmüş. Düşmüşse galdur da getür!
Çocuk tam bahçe kapısına çıktı, baktı ki baba geliyor sokağın öte başından. Anasına seslendi:
-Gelir ana!..
Kadın yanaştı pencereye baktı baktı, göremedi bir türlü.
Seslendi:
-Ben göremirem oğlum, sokağın hangi yanından gelir, sağdan mı soldan mı?
-Her iki yandan da gelir ana, dersen Z harfidür!..

Yazarın Diğer Yazıları