“Avrupa Birliği’ne girmez isek batarız”

1999’dan bu yana 12 sene boyunca Türk milleti, hükümetlerden, basından, bürokrasiden ve Avrupa Birlikçi aydın lobisinden sürekli yukarıdaki cümleyi duydu: “Avrupa Birliğine girmez isek batarız”. O kadar güçlü, kapsamlı, sürekli ve sistemli bir psikolojik hareket sürdürüldü ki, Milliyetçi Hareket Partisi bile, aslında girmeye karşı olduğu ve Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi tam üye olarak almayacağını bildiği halde “girecek isek onurumuzla girelim” şeklinde bir cümle üretmeye zorlanmıştır.
Sırası ile “Gümrük Birliği” (1996) “AB Uyum Paketleri” (2002) ve “17 Aralık 2004”ten sonra “3 Ekim 2005”te “Nihayet Avrupalı olduk” başlıkları atan yazılı basın ve kendi halkına karşı psikolojik savaş aracı haline gelen televizyonlar, Türk halkına yönelik olarak gerçekleri perdelemeye yönelik bir yayın süreci başlatmışlardır. Hâlâ devam eden bu süreçte, televizyonlarda AB’ci lobinin tek taraflı beyin yıkama faaliyeti başlamıştır. AB’ye ilkesel olarak karşı olanları değil, “bu şartlar ağır” diyenlerin bile “ultra demokrat AB’ciler” tarafından, “üçüncü dünyacı”, “statükocu”, “izolasyoncu”, “faşist”, “ahmak” veya “derin ve karanlık ilişkiler yumağı” olmakla suçlandığı, “AB faşizmi süreci” güçlenerek devam etmiştir. Halen ülkemizde demokrasi adına ağır bir anti-demokratik atmosfer hâkim olmuştur. Televizyonların büyük bölümü komünizm döneminde SSCB’de yayın yapan televizyon ve radyoların ruh hali ile yayın yapmaya başlamışlardır.
Avrupa Birliği lobisi mensubu tombullar takımı AB’yi Türk milletine yer yüzü cenneti olarak tanıttılar. AB’ye girmeyen bir Türkiye’nin, geçmişe, karanlığa, geri kalmışlığa mahkum olacağını iddia etmişlerdir. Milli-devletin aşıldığını, artık AB gibi ulus-üstü bir yapının çağının başladığını ileri sürerek AB’ye girer isek Türkiye’nin ufku açılacak, demokrasi, insan hakları patlaması yaşanacak, AB fonları ile desteklenen Türk ekonomisi büyük bir ivme ile kalkınma süreci içerisine girecekti. Bu kapsamlı, sürekli ve etkili psikolojik operasyonu sorgulamak, AB’ye eleştirisel bakmak isteyen herkese basında büyük bir ambargo uygulanmaya başlandı. Prof. Dr. Erol Manisalı, Prof. Dr. Hasan Ünal gibi isimler aniden yaygın medyadan uzaklaştırıldılar. Sistem, AB’yi Türkiye için rasyonel bir tercih değil, akıldışı bir tutku haline getirmişti.
AB, AB’ci lobi ve hükümetler için akıldışı bir tutku haline gelince, AB-Türkiye ilişkileri uluslararası ilişkilerin gerektirdiği karşılıklı “al-ver” üzerine kurulu bir karşılıklı menfaat süreci olmaktan çıkıp, Türkiye’nin tek taraflı vermeyi kabul ettiği milli menfaatlerimizin tasfiyesi sürecine dönüşmüştü. Belki AKP’li yöneticiler unutmak isteyebilir ancak tarih Annan Planı ile KKTC’nin nasıl tasfiye edilmek istendiğini, Erdoğan’ın nasıl “çözümsüzlük çözüm değildir, hep bir adım önde olacağız” diyerek, Kıbrıs’ta Türk kanı ile kazanılmış topraklardan nasıl vazgeçilmek istendiğini unutmayacaktır.
AB’nin siyasi ahlaka aykırı, çifte standarda dayanan ve imzasını inkar eden uygulamaları unutulmayacaktır. Bütün aday ülkelerin ne zaman ve ne şartlar ile tam üye olacakları belli iken Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin ne zaman tam üyelikle sonuçlanacağının belli olmamasının Türkiye’ye kabul ettirilmesi bir skandaldır. Bir başka skandal ise Türkiye, AB’nin bütün şartlarını yerine getirse dahi müzakereler bittikten sonra da AB tam üyesi olup olamayacağı belli değildir. Özetle, Türkiye-AB ilişkileri tam bir fiyaskoyu yaşamakta iken yeryüzü cenneti AB başlayan Avro krizi çerçevesinde büyük krize sürüklenmiş ve parçalanma süreci içerisine girmiştir. AB’nin parçalanıp parçalanmayacağı henüz belli değildir; ancak artık Türkiye için hiçbir anlamda cazip değildir. Genç bir ekonomist olan Neslihan Vural 21. Yüzyıl dergisinin Aralık 2011’de yayınlanacak 37. sayısına yazdığı makalesinde şöyle demektedir: “AB’de yaşanan bu ağır kriz sürecinin Türkiye açısından önemli boyutu, yıllardır kapısında beklediğimiz AB’ye bu saatten sonra girmemizin üzerinde borç yükü olan, verimli çalışmayan bir işletmeyi satın almaktan farkı olmadığını anlamamızdır. Artık AB ülkemizde dış politika malzemesi ve hedefi olmaktan çıkarılmalıdır.”
Ne yazık ki, bu akılcı tespite rağmen bazıları tamamen duygusal nedenlerle Türkiye’nin AB üyesi olmasını savunmaya devam edeceklerdir. Salvatore Babones, Foreign Affairs dergisinde yazdığı “The Middling Kingdom-The Hype and Reality of China’s Rise” adlı makalesinde 2040’da Çin’in Dünya GSMH’nın % 40’ını, ABD’nin % 14’ünü, AB’nin ise % 5’ini oluşturacağını söylemektedir. Son olarak, “It’s the economy, stupid.”

Yazarın Diğer Yazıları