Atı alan Üsküdar'ı geçmeden…
Korkusuz yazarı Can Ataklı, "Bahçeli HDP'nin kapatılmasını isterken, MHP'lilerin adının karıştığı saldırı olayları da tepki çekiyor. Şimdi ister misiniz HDP de "MHP terör eylemlerine bulaşmaktadır, bu nedenle kapatılmalı" desin" diye yazmış …
Çabuk unutuyoruz.
Olmayacak; daha doğrusu olmamış şey değil.
HDP değil ama AK Parti'ye yakın gazeteci(!)lerden biri gündeme getirmişti bunu vaktiyle.
"Vaktiyle" dediysem, öyle 30-40 yıl değil sadece 7-7,5 yıl önce; Nisan 2013'te.
***
Erdoğan, Başbakan'dı o dönemde. Moğolistan-Kırgızistan gezisini takip eden gazetecilerden biri, "uçak"taki soru-cevap faslında, gazetelere yansıdığı şekliyle şöyle demişti kendisine:
- MHP şiddeti teşvik ediyor. AİHM'in Batasuna kararına göre şiddet, kapatma nedeni olabilir. Öyle bir düşünceniz var mı?
Birilerinin, Erdoğan'ın kulağına "MHP'den kurtuluş formülü" fısıldadığı, yol, yöntem gösterdiği aşikardı.
***
Aynı günlerde, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli hakkında, dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle bir de fezleke hazırlandı.
Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı, 23 Mart 2013 tarihinde Bursa'da yaptığı ve "AK Parti ile PKK'nın rol paylaşımı yaptığını" savunduğu mitingde, kalabalığın "Vur de vuralım, öl de ölelim" sloganlarına karşılık, "Merak etmeyin, onun da zamanı gelecek" diyen MHP liderini, "Suç işlemeye alenen tahrik"le suçlamıştı.
***
Neler oluyordu?
Acaba, aralarında ordu ve kuvvet komutanlıklarıyla, Genelkurmay Başkanlığı yapmış subayların da bulunduğu yüzlerce Türk askerinin "terörist" olarak yargılandığı "kumpas" davalarıyla, askeri alanda yapılan tasfiyenin benzeri siyasette mi denenecekti?
PKK terörüne karşı silahlı mücadele yürüten TSK'nın "terör örgütü" yaftalamasıyla prangalaması sayesinde "Çözüm sürecinin dağ ayağı"nı koruma altına alanlar, şimdi de "bölücülükle siyasi zeminde mücadele eden MHP"yi saha dışına çıkararak, sarpa sarmaya başlayan "Çözüm sürecinin düz ova ayağı"nı mı kurtarmaya çalışacaktı?
PKK'nın siyasal uzantıları "barış elçisi" sıfatıyla İmralı-Diyarbakır-Kandil-Brüksel hattında mekik dokur ve milyonların gözü önünde suç üstüne suç işlerken, MHP'yi "ETA'nın siyasal uzantısı durumundaki Batasuna" ile özdeşleştirip "kapatma tuzağı" kurmayı öğütlemenin başka nasıl bir amacı olabilirdi?
***
MHP'nin, bu soruların "cendere"sinden kurtulup da geldiği noktaya bakınca, Ataklı'nın sözünü ettiği ihtimal, ziyadesiyle ütopik geliyor olabilir.
Ve fakat kim tekrarlanmayacağının garantisini verebilir?
Zira, bir de "devran" var…
Hani şu dönüp duran ve dönüş hızına hiçbirimizin akıl sır erdiremediği devran…
Böyle olmasını temenni ettiğim için değil (Böyle olmasın diye de başına olmadık işler açma pahasına çok yazıp çizmiş biriyim o günlerde), Türkiye'de hiçbir "konjonktür"ün, hiçbir "siyasi irade"nin, hiçbir "siyasi ittifak"ın hiçbir kişi, kurum ve kuruluşun "bekaa"sının garantörü olamayacağını hatırlatma ihtiyacı duyduğum için yazıyorum bunları.
Alametleri "Geliyor gelmekte olan" kıvamında beliren bir "yeni sürecin" arifesinde, bu nevi garabetlerin yaşanmasına mani olabilecek yegane güç "hukuk"tur.
Ancak, bugün itibarıyla "korunmaya" en muhtaç durumda olan da budur.
***
Kimsenin kendisi gibi düşünmeyene, kendisi gibi yazmayana, kendisi gibi konuşmayana, velhasıl kendisinden olmayana hayat hakkı tanımaya yanaşmadığı, tekmeyle, tokatla, yumrukla, taşla, sopayla, silahla herkesin kendi adaletini tesis etmeye çalıştığı, adaleti tesis ettirmekle görevli olanlardan "adalet" namına "ayrıcalık" beklendiği, "siyasi gücün kişi/kurum/kuruluş/makamları yargıdan muaf" hale getirdiği inancının giderek yerleştiği bir ortamda, bu ülke için yapılabilecek en hayırlı iş, ne pahasına olursa olsun, ucu kime dokunursa dokunsun "hukuk devleti"ne sahip çıkmak; hiç değilse Anayasal güvence altındaki hak ve hürriyetleri, dönmesinden yıldığımız şu "devran" illetinin muhtemel tehditlerinden kurtarmaktır.
Aksi halde…
Bugün kendilerini kanundan üstün görenler, çok çabuk unuttukları bu gerçeği bir gün mutlaka, üstelik de bizatihi tecrübe ederek yeniden idrak edeceklerdir ama "Atı alan Üsküdar'ı geçtikten" sonra ne fayda…
Umalım da o "at" vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü olmasın, "Dostum Biden"la yürütülecek "yeni süreç"ten sonra!
SORU-YORUM
YÖK, "Yeni YÖK olarak, yükseköğretim sisteminin bütününü ilgilendiren konularda geniş katılımla karar alma süreçlerini olgunlaştırmak için kısa anketler yapmaya" karar vermiş.
Öğretim üyeleri ve öğrencilerinin görüşüne başvurulacak güncel anket konusu, "Doçentlik için yabancı dil baraj puanının kaç olması gerektiği"ymiş. Eğitim alanındaki donanımı inkar edilemeyecek düzeyde olan gazeteci Abbas Güçlü, Atatürk'ün "Dediklerim bilimle çelişirse bilimi esas alın" sözünü hatırlatarak, tepkisini "Anketten 50 çıkarsa, baraj 50 mi olacak?" Sorusuyla göstermiş.
Benim sorum biraz daha farklı:
Akademik kadroların "kişiye özel ilan"larla oluşturulduğunun tartışıldığı, merkezi sınavlarda alınan puanların mülakatlarda hiç edildiğinin, hatta bizatihi sınav adaletinin, makalelerden tezlere kadar akademik ünvan alma yolundaki çoğu basamağın, hiçbir nesnelliği bulunmayan "şahsi" engellemelere takıldığının tartışıldığı bir ortamda, böyle gösterilere gerek var mı?