Athena okuyup üflemiştir
ÖSYM “kopya”nın söz konusu olmadığını savunduğuna göre, kurumun başkanını istifanın eşiğine kadar getiren “dopingli KPSS şampiyonları”, sınavdan önceki gece “zeka tanrıçası”nın kapısını çalmış olmalı
“İddialar sonuçlanmadan öğretmen alımları ve memur alımları yapılmamalıdır. Devlete duyulan güveni zedeleyecektir.”
* * *
“Acilen bu kanunsuz kadrolaşmanın önü kesilmelidir.”
* * *
“Durumumuz ne olacak, sınav mı iptal olacak? Lütfen bu sınava giren milyonlarca gencin sesine kulak verin.”
* * *
Yukarıdaki yazılanlar, “KPSS Mağdurları”nın ortaklaşa veya bireysel olarak yolladıkları mesajlardan alıntı. Eminim bizim gibi hemen her gazetecinin e-posta kutusuna benzer yüzlerce mesaj geliyor günlerdir; çünkü milyonların hayatı söz konusu olan; zincirleme bir mantıkla, ülkenin, -hangi kadroların eline geçeceği endişesiyle diyebiliriz ki- devlet denen sistemin geleceği söz konusu olan...
Bu devletin gelecekte kimler tarafından yönetileceğinin temeli o sınav... Bu toplumun kimler tarafından eğitileceğinin, çocukların hangi ellerde, nasıl bir düşünce yapısıyla yoğurulup şekillendirileceğinin... ÖSYM Başkanı Ünal Yarımağan’ın açıklamaları kabul etmeli ki “dumura” uğrattı hepimizi...
Ama hem kendi ifadeleri, hem olayın cereyan ediş biçimine dair yorumlardan anlaşılıyor ki o da dumur olmuş vaziyette...
Mazeret mi; Tartışılır elbette...
* * *
Aşağıdaki satırlar Akşam yazarı Deniz Ülke Arıboğan’ın köşesinden:
“ÖSYM kadrolarının bir kısmı tüm bu durumun kendilerine karşı bir komplo olduğuna inanıyor. Nitekim bu konuda kuşku duymamak imkansız. Sanki tam da yakalanılması için tasarlanmış bir girişim olduğu intibaını veren bir durum söz konusu. Aynı evden ya da aileden çıkan hatasız sonuçlar ya bir zeka sorunu ya da bilinçli bir durum. Belki sorular bazı kişilere ulaştırıldı ve bunların bir kısmı yeteri kadar cevaplamayı ve şüpheye mahal vermemeyi tercih ettiler. Bazı adaylarsa hazır soruları bulmuşken ömür boyu hatırlayacakları bir performans sergilemeyi anlamlı buldular (!) Tabii ortak çalışma, toplu gayret ve ani ilham gibi sebeplerle tüm soruları çözmeyi başarmış da olabilirler. Kimsenin günahını almayalım. ”
Arıboğan’ın yazısını bitirirken kullanmayı tercih ettiği şu ifadeler bile olayın çıkış noktasının “dost-akraba kayırmak” gibi “masum sahtekarlık(!)” olmadığını gösteriyor:
“Hedef, belki bir süredir eleştirilen başkan Ünal Yarımağan, belki ÖSYM, belki her alanda kendi kadrolaşmasını sağlamaya çalıştığı ispat edilmeye çalışan hükümet, belki her taşın altında sayılan cemaat, belki de tüm mekanizmalarıyla çökmüş görüntüsü verilmesi istenen devlettir. Olayın nasıl şekilleneceği ve kimin daha çok zarar göreceği zaman içerisinde belli olacaktır.”
İşte tam da bu noktada sorun hem olayın akıbetini bekleyen binlerce gencin, hem şaibe iddiaları dolayısıyla uygulamalarında meşruiyet şüphesi doğan ÖSYM’nin, hem de çomak sokulmayan yeri kalmayan devlet sisteminin “zamanı”nın kalıp kalmadığı...
* * *
Milliyet yazarı Abbas Güçlü soruyor:
“Yarımağan’ı istifa noktasına getiren gelişmeler ne oldu? ÖSYM’nin daha önce de sınavları iptal ettiği, puanları yeniden hesapladığı çok oldu. O dönemlerde değil de şimdi neden bu noktaya geldi?”
YÖK Denetleme Kurulu’nun da, Ankara Savcılığı’nın da cevabını aradığı sorulardan biri, “Nereden çıktı bu 350 rekortmen aday?” diğeriyse “Geçmiş yıllarda 50, 60 sınırını aşamazken birden bütün sorulara doğru cevap veren adayların ”başarı“ sırrı ne?”
Güçlü soruların devamını şöyle getiriyor:
“Eğitim Bilimleri soruları arasında 10 tane eğitim profesörünün bir araya geldiğinde kesin doğru bu diyemeyeceği tartışmalı sorular varken, 350 aday hiç tereddüt yaşamadan bu soruları, cevap anahtarına göre nasıl doğru bildi?
Bekârken 60 neti aşamayan öğretmenler, evlendikten sonra, üstelik eşi ile birlikte nasıl tüm soruları doğru cevaplar noktaya geldiler?”
* * *
KPSS sonuçları itibarıyla bir “toptan kalkındırma” faaliyetini andırdığına göre, eskiden “miras bölünmesin” gibi nedenlerle yapılan evliliklere benzer olarak, şimdi de “iktidar bölünmesin” veya “camia bölünmesin, çoğalalım, güçlenelim...” mantığıyla tasarlanıyor olmalı karı-koca olma durumu. İşin “sosyolojik” boyutuyla uzamanları uğraşsın...
Biz dönelim önümüzde duran “adli vak’a”ya; Velev ki savcılık soruşturması da, tıpkı ÖSYM gibi “kopyanın söz konusu olmadığı” iddiasıyla sonuçlandı; öyleyse nasıl izah edeceğiz bu hiçken çok olan şampiyonları? Arıboğan’ın yazısında belirttiği gibi havada “bulaşıcı zeka” virüsü mü gezmekte acaba? Yoksa bu başarı bilgi küpleri, sınavdan önceki gece okunmuş pirinç, okunmuş su gibi herkesçe bilindiği için ayırt edici etkisi kalmamış “hoca” yöntemlerini terk edip; dinlerarası diyaloğun verdiği cesaretle soluğu Roma tanrılarının dağında mı aldılar? Hani istiareye yatmak gibi düşünün? Hayırlı bir sonuç için “Olympos haccı”! Belki Zeka Tanrıçası Athena’ya okutup üflettiler kendilerini ne malum; belki arada aracı olmayınca daha bir işledi beyinlerine?
Keşke “zeka dopingi” de ölçülebilir bir şey olsaydı, bir çırpıda anlayıverirdik...
++++++
Kim sorarsa özerk, tarafsız, resmi televizyon
Ali Tezel köşesinde yazınca bir daha vurgulamak gereğini görmedim ama bakıyorum da kimseden ses seda çıkmıyor.
Bu kadar mı sağır, bu kadar mı vurdumduymaz bu ülke.
Okudunuz mu bilmiyorum.
Bizim Ekonomi yazarımız, Sosyal Güvenlik Uzmanı Ali Tezel’i TRT’den ararlar.
Bir görüş almak için randevu isterler. Türkiye’nin konularında uzman isimlerinden belirli konularla ilgili görüş alınacaktır, Ali’den de Sosyal Güvenlik’le ilgili konuşması istenmektedir.
TRT’den gelirler kameralarla.
Ali Tezel’den istedikleri şudur:
“Yeni Anayasa, işçilerin birden
fazla sendikaya üye olmasının önünü açmaktadır.”
Ali, TRT’den gelenlere şöyle der:
“Doğru. Bunun önünü açıyor ama bu iyi bir şey değil ki, ben bunun iyi bir şey olmadığını da
söylerim.”
TRT’den gelenler, “Hayır, onu istemiyoruz. Sadece bu
cümleyi söyleyeceksiniz.
Yeni Anayasa işçilere birden fazla sendikaya üye olma imkânı sağlayacak diyeceksiniz.
Başka bir şey istemiyoruz” derler.
Bunun üzerine Ali Tezel, “Ben onu söylemem” der.
TRT ekibi de çekim yapmadan gider.
Tabii yine de gelen TRT ekibine teşekkür etmek lazım.
Çünkü Ali Tezel’e bunu söylemeyip, sonra konuşmayı kesip yapıştırarak böyle bir cümle çıkarabilirlerdi.
En azından bunu yapmamışlar.
Türkiye’nin özerk, tarafsız resmi televizyon kurumu bu.
* Fatih Altaylı / Habertürk
++++++
Bir “kol bastı”ları eksikti...
Kiminin parası kiminin duası derler ya... TRT de o hesap... Kiminin fikri, kiminin zikri olarak belirlemiş “müdahale” alanını... Kiminin kafasıyla uğraşıyor, kiminin koluyla bacağıyla...
Son vukuatında “kol”a takmış mesela; Ramazan’da nasıl olur da görünürmüş...
Zeynep Mansur isimli şarkıcı, TRT’de yayınlanan Çeyiz Şov adlı programı, çekime dakikalar kala terk etmiş bu nedenle... İddiasına göre “yetkililer”; “Etekliğinin yere kadar uzanması yetmez, kollarını da kapayacaksın” deyince, Zeynep kız da “Ramazan’da nasıl giyineceğimi bilirim. Kollarımın gözükmesinden rahatsızlık duyan bir zihniyetin programına katılamam” demiş, çarpmış kapıyı çıkmış... Vahimi bu ilk “kol” değilmiş TRT’nin üstünü kapamaya çalıştığı... Daha önce de Banu Zorlu ve Zeynep Dizdar gibi şarkıcıların “kol”ları batmış göze...
TRT’nin “kol bastı”cı ahlak zabıtaları, ekranlarına kaçak yollarla girmeye çalışan korsan “kol”lar konusunda belli ki tam teçhizatlı savunmada...
Hadi onlar TRT ekranına çıkacak bütün bayanlara “yöresel Amasya kostümü” giyme zorunluluğu getirir, “kol”a bakınca orucu yiyecek kadar nefissiz idarecilerinin Ramazan’ını “hayır”lı kılarlar da...
Benim asıl merak ettiğim, TRT’nin vatandaşın cebine uzanmaktan vazgeçmeyen “kol”larının durumu?
Keşke onlar da üzerine şal atınca “tahrik gücü”nü kaybediyor olsa!
Yahut; Sayın Şahin, yok mudur sizin oralarda “cepsiz” bir “orta direk vatandaş kostümü”...
Olmayan cebe de TRT kolu girecek değil ya!
++++++
Belki PKK ile anlaşan Japonlardır...
Hatırlar mısınız; telefonlar dinlendiğinden, Anayasa Mahkemesi referandumu görüşmek için üyelerini, kapılarını çalarak toplantıya çağırmıştı... Üyenin kapısını çalan öbür üye, parmağını dudağına götürüp “sus” işareti yaparak fısıltı halinde “Toplanıyoruz” dedi... Pijamalı üye kapıdan uzattığı kafası ile sağı-solu kontrol ederek “Öyle miiiii...” diye sordu... Öbürü alt dudağını ısırıp “Hiç deme...” anlamında kafasını iki yana salladı... Pijamalı “Ne zaman” anlamında ellerini yanlara açınca, öbürü bir elinin tüm, öbür elinin iki parmağını açtı: Ayın yedisi... Sol elinin parmakları ile delik oluşturup, sağ elinin işaret parmağını içine soktu; oturuma giriş... Sonra “Gözünü çıkartırım” der gibi iki parmağını uzattı: Saat iki...
Pijamalı kapıyı usulca kapatırken, öbürü karanlıklar içinde sessizce kayboldu...
(.........) Ne bu?.. Anayasa Mahkemesi toplanıyor, içinde “haberleşme özgürlüğü” de olan referandumu görüşmek üzere...
* * *
Ben bu kadar gizli saklı işlerin döndüğü dönem görmedim... Dışişleri Bakanı gece gizlice havaalanına gidip İsrail ile Brüksel’de otelde herkesten saklı görüşürken.... ABD ile anlaşmalar, Ermenilerle futbol maçları (o neydi?), İran ile uzlaşmalar esrarını koruyor... Dolmabahçe görüşmesi esrarengiz, Deniz Feneri davası sır... Bu Anayasa değişikliği dahi gizli hazırlanmadı mı?.. Açılımları bile gizli; hâlâ içini bilen yok... Ve PKK, “Referandum sonrasına kadar ateş kesmeyi devletle görüştük, ateş kestik...” diye açıklama yaparken, iktidar “Bizim milletten gizli neyimiz var...” diye kızdı... “PKK ile görüşmedik, anlaşmadık” diyorlar... Belki o anlaşan Japonlardır...
* Bekir Coşkun / Habertürk
++++++
Kelime oyunu: İmralı’yla masaya oturmadık
Nihayet gerçeği önceki akşam ekranda itiraf etti: “İktidar terör örgütüyle masaya oturmaz devlet kuruluşu oturur.” Tercümesi: “Biz masaya oturmadık MİT oturdu.”
MİT dediğiniz Başbakan’a bağlı bir kuruluş. Başbakanlık adına çalışır.
Kelime oyunlarını bir yana bırakırsak... İktidar “Evet” oyları için İmralı ile pazarlığa oturmuştur.
Karşı tarafın şartları Demokratik Toplum Kongresi sonrasında Eşbaşkan Ahmet Türk tarafından açıklandı:
Öcalan çözüm sürecinde rol oynasın, Yeni bir demokratik anayasa hazırlansın, Kürt tutuklular serbest bırakılsın, Yüzde 10 seçim barajı kaldırılsın, Terörle mücadele yasası değişsin... Fevkalade mütevazı ve uygun şartlar!
Başbakan referandumdan sonra yeni bir anayasanın hazırlığına başlanacağını söylüyor. Anayasa Mahkemesi de kıvama getirilince artık Anayasa’nın değişmez ilkeleri dahil her tarafı değiştirebilecekler. Ya iktidar referandumdan sonra verdiği sözü tutmazsa... Fark etmez... PKK terörü yeniden yoğunlaştırır, toplum bugüne kadar olduğu gibi yine terör yoluyla şartları kabul etmeye zorlanır.
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
Şovsuz ibadet, ibadetten sayılmıyor
AKP’li Esenler Belediyesi “İstanbul için rekor vakti” sloganıyla, “aynı anda iftar rekoru” kırıp, Guinness Rekorlar Kitabı’na girmek için, trafiği kesti, caddelere masa kurdu, 70 bin kişiyle “aynı anda iftar rekoru” kırdıklarını açıkladı... Guinness’in Türkiye temsilcisi profesör de, sonuçları İngiltere’ye göndereceğini, “rekor tasdiki”nin bir ay içinde yapılacağını söyledi.
İstanbul’da o dakikada “aynı anda” en az 5 milyon kişi iftar açmadı mı birader? “Evinde” iftar açanların iftarı, “aynı anda” iftardan sayılmıyor mu? İftarımızın “aynı anda” iftar olması için, illa caddenin ortasına masa kurup, kameraları mı çağırmamız gerekiyor?
Allah rızası için oruç tutarız, “sana inandım, sana güvendim, senin rızkınla orucumu açıyorum” diyerek, Allah’ın kabul etmesi için dua ederiz...
İftarımızın iftar kabul edilmesi için İngiltere’ye göndermek nerden çıktı kardeşim?
Ya tasdiklemezse İngiliz?
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
++++++
FIRÇA!
Başbakan Erdoğan’ı programına çıkaran Ali Kırca, belli ki Çakma Yiğit’in durumuna düşmemek için dersine iyi çalışmış... Partneri Tuba Atav ile birlikte iyi sorular hazırlamışlar... Ama Başbakan, o soruların sorulmasını bile engelledi... Daha sonra da programı, planlanandan önce terk edip, gitti! Eğer karşınızdaki insanın yılların gazetecisi olduğunu kabul ediyorsanız, o zaman o gazetecinin işine karışmaktansa sorduğu soruya yanıt verirsiniz!
Ama bizim “demokrat” Başbakan, gazeteciliği de bu ülkedeki herkesten daha iyi bildiğini düşündüğü için, “yılların gazetecisi”ne gazeteciliği öğretmeye kalkışabiliyor!
* Mustafa Mutlu / Vatan
++++++
MİNİ YORUM
Korkumdan...
Ahmet Hakan’ın bilmediğimiz bir özelliği mi var neden diğer yazarların söyleşileri en çok üç gün sürerken onunkini dördüncü güne uzattınız diye soran okurlar var... Malum dünle bugün aynı değil, devir kara propaganda devri... Biriyle onca saat konuşup da, aradan cımbızladığınız üç beş cümleyi yayımlarsanız; mazallah “sansürcü Yeniçağ”a çıkar adımız... Sonra kalkıp “Yeniçağ bitmiştir” diye bir de yazı döşenir Ahmet Hakan...