Ateşle oynamayın beyler!..
"Bir şey nasıl başlarsa, öyle gider" derler ya; Türkiye'de, sosyal- siyasal- ekonomik ve diplomatik alanda yaşananlar da, işte ya yanlış başlayıp hatalı tamamlanıyor, ya hüsranla başlayıp facia ile sonuçlanıyor, ya da gafletle başlayıp ihanetle bitiyor!!!
Son 18 yılda muhalefetin bir türlü etkili olamayan çabaları Türkiye'de hükümet değişimini ne yazık ki gerçekleştiremezken, son yıllarda "Cumhur İttifakı" ile yüzde 50'nin altına düşmeyen AKP iktidarı, hem muhalefetin yetersizliği, hem yoksulluk- cehalet- bağnazlık üçgeninde kıstırılan yoksul kesimlerin duyarsızlığı, hem sandığa gitmeyen en az 5 milyon seçmenin gafleti ve hem de kuşatılan medyanın her şeyi tozpembe gösterme çabalarıyla halen ayakta durabiliyor...
İşte bu saptamalardaki haklılığı kanıtlayan olaylar sadece ekonomik alanda yaşanmıyor...
Yani, AKP'nin iktidara gelmesiyle birlikte, 1.4 lira civarında olan bir doların karşılığı "nasıl başlarsa öyle gider" saptamasının o yıkıcı- kahredici gidişatı ile birlikte 2020'de 8 liraya kadar yükseldi...
Diplomaside ise kötü başlayan ilişkiler yüzünden; Avrupa'da, Orta Doğu'da ve Asya'da dostumuz denilecek birkaç ülke bile kalmadı...
Peki ya sosyal yaşamın son 20 yılda sürüklendiği o sarsıcı uçuruma ne demeli?..
İşsizlik- açlık-sefalet üçgeninde çırpınan milyonlarca insan 20 yıl öncesine kadar daha mutlu değil miydi?.. Yoksullar, pahalılığın- fahiş zamların- piyasa dolandırıcılığının bugünkünün yüzde onu kadar bile etkili olamadığı dönemde ayakta dururken, işte 2002'de başlayan o sosyal yozlaşma günümüzde intiharlar, cinnet vakaları,
toplu zehirlenme eylemleri, çöpten yiyecek toplayan insanların dramı, üniversite bitirmiş en az 2 milyon gencin iş arama mücadelesi ve yüzde 7'lik zamlara mahkum bırakılırken (elektrik ve doğalgazda yüzde 30'un üzerinde zama boyun eğdirilen) milyonlarca emeklinin içinde çırpındığı yoksulluk cenderesini büyütmedi mi?..
Suskunlar, gidişat, tehlike!..
Yazının başında dikkat çekilen, "bir şey nasıl başlarsa öyle gider" saptaması sadece sosyal- siyasal- ekonomik ve diplomatik alanda vahim sonuçlar yaratmıyor...
Başlangıç- bitiş hattındaki en büyük yıkım ne yazık ki bürokraside, yani devlet yönetiminde yaşanıyor...
İşte, rejimde başlayan erozyon halen bitmese de, travmalarını daha ağır biçimde hisettiriyor...
Bir gecede binlerce eğitim kurumunu imam- hatibe dönüştüren AKP iktidarının bu alandaki tahribatına, türbanın bürokrasiye girmesine sessiz kalan muhalefetin duyarsızlığı sebep oldu!..
İşte bu duyarsızlık en sonunda Türkiye Cumhuriyeti'ne yönelik darbeleri sistematik hale de getirdi;
Milli Eğitim'in kitaplarında başı açık insanların aşağılanması, eğitim müfredatından laikliğin- Atatürk'ün-Cumhuriyetin, hatta Kurtuluş Savaşı'nın sansürlenmesi yetmezmiş gibi, bir de sosyal faaliyet adı altında tarikat ve cemaatlerin okullara sızdırılması cumhuriyetin temel niteliklerine yönelik saldırıların basamakları haline getirildi...
Türkiye Cumhuriyeti'nin okullarında artık Diyanet'ten tayin edilmiş binlerce imam ya da vaiz, "öğretmen" sıfatıyla çalıştırılıyor...
"Andımız"ın bile yasaklandığı okullarda, Atatürk'ün üzerine çizmek için her şeyi yapılıyor, iktidardan muhalefete kadar herkes susuyor... Peki, bu tahribatlar ve taarruzlar bitti mi- bitecek mi?.. Ne yazık ki bitmiyor...
Üstelik Atatürk'ün kurduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde artık "şeriat" çığlıkları bile atılıyor!!!
Meclis'te şeriat çığlığı!..
İktidar bir süredir, "Hukukta yeni bir reform" iddiasını sürdürürken, bazı AKP milletvekilleri, hem de Meclis çatısı altında cumhuriyete meydan okuyorlar...
İşte, TBMM'de Danıştay bütçesinin görüşülmesi sırasında AKP Aksaray Milletvekili (eski vali) Cengiz Aydoğdu adeta şeriat çığlığı atarak şöyle konuştu;
"Bizim tarihimizde hiçbir şekilde şahsın hukukunu, kişinin temel hak ve hürriyetlerini düzenleme devlete bırakılmamıştır, bunu toplum kendisi yapmıştır. Şeriat her şeyin üzerindedir, yani hukuk her şeyin üzerindedir. Şeriat kelimesinden korkarız, hayır öyle değildir, şeriat bizim hukukumuzdur, genel hukukumuzdur, örfi hukuk bunun içindedir. Padişahların yaptığı hukuk, hukukçuların hukukudur."
Muhaleffeten Engin Özkoç, AKP'li vekile tepki gösterirken, "Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nde şeriat hukuku değil; medeni hukuk geçerlidir. 'Şeriat bizim hukukumuzdur' diye bir konuşmayı, bir vali yapamaz" dedi...
Devlette bir dönem vali olarak görev yapmış bir AKP milletvekilinin, Atatürk'ün Meclisi'nde şeriata ısrarla vurgu yapması, yazının başında dikkat çekilen, "nasıl başlarsa öyle gider" saptanmasında, AKP'nin laikliği erozyona uğratma çabalarının bitmediğini de bir kez daha kanıtlamış oldu...
Evet; Türkiye'de, son 20 yılda sosyal- siyasal- diplomatik alanda her şey erozyona uğratılmış olabilir ama, rejimi ayakta tutan ve 80 milyon insanı barış içerisinde yaşatan "laiklik", hem de Meclis çatısı altında taarruza uğrarsa, bunun altından hiç kimse kalkamaz...
AKP'li vekile yalnızca bir milletvekilinin değil; CHP, İYİ Parti ve MHP milletvekillerinin tamamının tepki göstermesi gerekirdi...
Üstelik bu vahim olaya, laiklik üzerine "yemin" etmiş AKP milletvekillerinin sessiz kalması, hatta Aydoğdu'nun alkışlanması, laikliğin ve cumhuriyetin karşı karşıya bulunduğu tehlikenin çok bariz bir kanıtı...
O halde sözün özünü bir kez daha vurgulayalım ki, herkes kendine gelsin;
Laiklikle oynamak, ateşle oynamaktır beyler!..
Okurlara duyuru;
Bu gece saat 23.30'dan itibaren Beyaz TV'de yayımlanan "Son Söz" programında canlı yayında olacağım...