Atatürk'ün vasiyeti niçin gizleniyor?
Bugün 10 Kasım.
Türkiye “Mustafa” yı konuşuyor.
Ama bir başka “Mustafa”, bir başka “Mustafa Kemal Atatürk” daha var ki, bugüne kadar kimselerin konuşmadığı, konuşmak istemediği, hatta üstünü örtmek için gece gündüz hafriyat yaptığı bir Mustafa Kemal Atatürk, O!
Birileri onu “Deccal” gördükleri için bu hafriyatı yapıyor... Birileri de onu dinden diyanetten, İslâm âleminden uzak tutmak ve Atatürk’ü yalnızca “laiklikten ibaret” görmek ve göstermek için böyle bir hafriyatla meşguller...
İki tarafın gayretiyledir ki bizler Vehhabi anlayışı gereği Hz. Muhammed Aleyhisselam’ın mezarını yıkmak istemesi üzerine rahmetli Atatürk’ün Suudi Devleti’ne, “Hazreti Muhammed’in mezarının yıkılacağını derin bir üzüntü ile öğrendim. Bu kutsal emanete asla dokunamazsınız. Bir tek taşının bile zarar gördüğünü duyarsam, orduyu aşağıya gönderirim!” telgrafı çektiğini, biz ne hikmetse, 2008 yılında öğrenebildik.
Yine onun 1937 yılında, Filistin topraklarında bir İsrail devletinin kurulması için oynanan tezgâhları büyük ferasetiyle 11 yıl önceden sezip, “Arapların arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz, vakıa birkaç sene Araplardan uzak kaldık, fakat şimdi kendimize kâfi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için İslâmiyet’in mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hıristiyanların nüfuzu altına girmesine mâni olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki, buraları Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz!” diye meydan okumasına da ölümünden neredeyse 70 yıl sonra vakıf olabildik...
Şimdi de rahmetlinin 6 Eylül 1938 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’nda iken yanında Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak, Ordinaryüs Prof. Neşet Ömer İrdelp olduğu sırada İstanbul Beyoğlu 6. Noteri İsmail Kunteri makamına davet ederek elyazısı ile yazıp bir zarfa koyduğu ve zarfı kapalı bir şekilde üç yerinden kırmızı balmumu döküp mühürleterek, Noter’e, “Bu kapalı zarfta vasiyetim var, icap ettiği zaman gerekeni yaparsınız” diyerek teslim ediyor.
Mühürlü zarf 10 Kasım 1938’de Atatürk’ün vefat etmesi üzerine Ankara 3. Sulh Hukuk Hâkimi Osman Selçuk ve görevli bir heyet tarafından 5 Ocak 1939 tarihinde Ankara Ulus semtindeki Ziraat Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğü Merkez Şube’deki özel kasalara Atatürk’ün vasiyetinde belirttiği üzere 50 yıl sonra, yani 10 Kasım 1988’de açılmak üzere konuyor. Tutanaklar tutuluyor, imzalar atılıyor ve kasalar kilitlenerek gününden önce açılmasının engellenmesi için kaynaklanıyor.
Vasiyetin 50 yıl sonraki hikâyesi de özetle şöyle...
Genelkurmay Harp Tarihi ve Strateji Dairesi’nde saklanan vasiyet 12 Eylül’den sonra açılıyor ve eski yazıdan bugünkü Türkçeye çevrilerek zamanın Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e teslim ediliyor. Evren vasiyeti okuyor ve “açıklanmasını sakıncalı” görüp “gizli tutulmak üzere” Genelkurmay Harp Tarihi Dairesi’ne gönderiyor. Düşününüz, bu devleti kuran Atatürk milletine 50 yıl sonra açılmak üzere bir vasiyet emanet ediyor ve 50 yıl sonra onun makamında oturan bir kişi, “Hayır bu vasiyetin açıklanması sakıncalı” diyor, diyebiliyor.
Yavuz Donat Kayseri’den Ankara’ya dönerken uçakta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e, “Atatürk’ün açıklananın dışında 2’nci bir vasiyetinin olup olmadığını” soruyor ve aldığı cevabı 28 Ocak 2008’deki köşe yazısında okurlarıyla paylaşıyor:
“Bizim arşivlerimizde böyle bir şey yok” diyor ve ekliyor, “Çankaya arşivlerinde olabilir mi, bilmiyorum.”
“Vardı-yoktu” tartışması anlamsız.
Çünkü böyle bir vasiyetin var olduğunu Kenan Evren kabul ediyor ve bu kabulü de mahkeme kayıtlarına geçmiş bulunuyor.
Yani mesele “mahkemelik”.
Nasipse konuya yarın devam edeceğiz...