Atatürk'ün Samsun'da silahlandırdığı ilk asker
Mıntıka Palas’ta yeni bir durum değerlendirmesi yapar. Samsun Mutasarrıfı’nı görevden alarak Albay Refet’i vekaleten yerine tayin eder. İşe Samsun’dan başlamıştır.
O gün belediyeyi ziyarete gidiyordu. Mıntıka Palas’tan çıkarken köşe başında bir asker gördü. Postalları delinmiş, kaputu kırk yerinden yamalı bu askerin kızarmış gözlerinden akan yaşlar, kırışmış yüzünde yol yol dağılıyordu. Yaşı otuz beş bile değildi Mehmetçiğin; fakat uzamış sakalına çoktan karlar yağmıştı. “Derdi nedir ki?” diyemedi, çünkü belliydi. Askerin yanına gitti ve yine sormadan edemedi:
-Asker ağlamaz arkadaş, sen niçin ağlıyorsun?
Asker irkildi, başını kaldırdı. Anafartalar’daki kumandanı görünce şaşırdı. Hemen esas duruşa geçip selam verdi.
Kemal Paşa tekrar sordu:
-Söyle niçin ağlıyorsun?
-Düşman memlekete girdi Paşam. Hükümet silahımı alıp beni terhis etti. Silahım yokken, memleketime giren düşmanla nasıl savaşacağım?
(...) Canı sıkıldı. Mehmetçiğin yüzüne bakamadı:
-Üzülme çocuğum gel benimle, dedikten sonra, onu Samsun deposuna götürdü. Yeni elbise, potin ve silah verdi.
İşte, silahlı kuvvet olarak ilk Mehmetçiği emrine almıştı.
Atatürk Saray’da
Destancılar vardı benim çocukluğumda, toplumsal sevinçleri ve üzüntüleri hece vezni şiir formunda destanlaştırır, matbaada tek yaprak kâğıda bastırdıktan sonra, Anadolu’yu dolaşır, makamla okuyup satarlardı. Sonra, iletişim gelişti, bu gelenek yok oldu. Şair ve yayıncı dostum Hasan Hüseyin Yalvaç, bu geleneği asrın idrakine söyleterek sürdürüyor günümüzde. Yalvaç’ın son destan kitabı “Atatürk Saray’da” adını taşıyor (Sone Yayınları). 18 Ağustos 2008 tarihinde Tekirdağ’ın Saray İlçesi’ne Mustafa Kemal’in Trakya Manevraları için Saray’a gelişinin 71. yıldönümü törenlerine davet ediyorlar, destan işte bu davet izlenimleri ile Şair Yalvaç’ın, Atatürk’e olan bağlılığını işliyor. Bu aynı zamanda bir hakkın teslimi, bir günahtan bağışlanma arzusudur da: “Acı olan şudur ki, kendi devrimci önderimizi tanımadan başka önderlerden medet ummaya savrulmuştuk.”
İşte o destandan bir bölüm, Büyük Kurtarıcı’ya kurtardığı toprakların mahsulü sunuluyor: “üzgün gözleri kararan yürekleri/ışıldamaya başlamıştı Saraylıların/saçlarına ak düşmüş bir kadın/Anadolu kadını/yaşmaksız konuştu/Koca Mustafa Kemal/ kurtardığınız toprakların mahsulü/ananın ak sütü gibi helal sana/bu ekmek diyerek/ yaptığı ekmeği sundu/gözlerim onun gözleri gibi/buğulandı durdu/işte buydu kavgamızın zaferi/işte buydu halkım benim/tadı damağımdadır hâlâ o ekmeğin”
Destanın final dizeleri de, hoş iletili ve coşkulu: “Atatürk’ün ağacı diyorlar/O’nun oturduğu/ellerinden ayran içtiği/o koca ağaca/diyorlar ki bir de/yıllar yılıdır gözledik/ rüzgâr, fırtına, kar/ilişmiyor ağaca/ve ilginçtir ağaç/gün geçtikçe gençleşiyor/şimdi nice nice sonraları/ben de vardım/oturdum o ağacın altında/ düşündüm Mustafa Kemal’i/ anladım ki ve duydum ki ağaçtan/Atatürk olmak/hiç de kolay değildi/yeniden sevdalandım/yeniden sevdim Gâzi’yi/Saray’da/Söz verdim yeniden/halkımın sevdasına katacaktım sevdamı/çoğaltacaktım/ülkemin Mustafa Kemallerini.”
Nurten Arslan-Küçük Anlarda Büyük
Sırlar, 4.Cilt sayfa 48/Mavi Kuş Yayınları