Atatürk’ün Cumhuriyeti, vatana bağlılığı çocuk yaşta öğreten ciddi
‘Biz bir tarih yaşadık’
Rauf Denktaş’ın, Talat-Hristofyas görüşmeleri üzerine yazdığı ’KKTC’nin Geleceği’ yazısı, İlhan Selçuk’u önce Kıbrıs Barış Harekatı’na, sonra Girit’e, sonra da Kuvayı Milliye’ye götürdü
Kimi zaman hava durulur, yaprak kımıldamaz olur. Pencereden bakıyorum, adını bilemediğim bir kuş uçageldi, çam ağacının dalına teğet geçti, kanat çırpışı belleğimi silkeledi, aklıma Kandiya geldi...
Dün Yeniçağ gazetesinde Rauf Denktaş’ın yazısını okumuştum...
Yazının başlığı:
“KKTC’nin geleceği...”
Neyi anımsadım?..
Bir vakitler Kıbrıs’ta Rumlar Türklerin icabına bakmaya başlayınca bizim asker Ada’ya çıkmıştı; yaklaşık otuz beş yıl önce.
Ben seviniyordum; babamın tanıdığı bir ’Giritli dost’ dedi ki:
- İlhan, pek sevinme, dereyi görmeden paçaları sıvama...
Bu büyüğüm, babam gibi Girit’te doğmuştu; Kandiyalı -ya da Kandiyeli- idi; aradan geçen zamanda haklı çıktı.
Pencereden dışarısını seyrederken, geçmişe kaydım. Düşündüm ki, başıma Ergenekon’u sarmasalar, şu günlerde anılarımı yazmak istiyordum... Ve yine düşündüm ki, herkes gibi bizim hayatımız da bir romandı...
Beni bir yana bırakın, babamın yaşamını ele alalım; Girit’i terk et, Harbiye’ye gir, okulu bitirmeden doğru Şark Cephesi’ne... Birinci Dünya Savaşı... Sonra Cebeli lübnan ve Suriye...
Kasım-Kandiya yenilgi ve bozgundan sonra Milas-Muğla’ya gidiyor, Kuvayı Milliye’ye katılıyor...
Sonra Uşak Cephesi...
Atatürk’ün Cumhuriyeti bir ciddi devlet...
1936’da Yüzbaşı Kasım Selçuk ve silah arkadaşlarına diyorlar ki:
- Sizler Harbiye’yi bitirmeden cepheye gönderilmiştiniz, haydi bakalım ikmal-i tahsil için yeniden Harbiye’ye gideceksiniz...
Yeniden Anadolu’da görev üstüne görev... Annem denk bağlamaktan, denk açmaktan, oradan oraya göçerlikten illallah diyor mu?.. . Ya bizler?.. Çocuklar?..
Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlılığın ne demek olduğunu biz çok küçük yaşlarda evde öğrendik...
Gazi’nin değeri, evde elle tutulur gözle görülürdü. O olmasa bizim ailenin de olamayacağı gerçeği, annemle babamın ortak bilincinden kaynaklanarak hepimizin gözeneklerine işliyordu. Ne var ki anılarımı günlük uğraş içinde yazmaya bugüne dek fırsat bulamadım... Ne yapmalıyım?..
Yeri zamanı geldikçe kimi köşe yazılarını anılara hasretmekten gayrı bir çare göremiyorum... Bir tarih yaşadık ve yaşıyoruz...
* İlhan Selçuk/Cumhuriyet
++++++
Semerini mi özledin?
Anırma sensörlerini kaldırdığımıza pişman olduk
olacağız. Rahatlık Engin’in kafasını karıştırıyor anlaşılan. Dünkü yazısı şöyle başlıyor:
“Bayram bitti ya, o rezilliği gene yaşama zamanı geliyor... Yeşilköy çıkışı... Pardon, bu ülkede herşeyin adı Atatürk ya, Atatürk Havaalanı’nın dış hatlar çıkışı...”
Ne o, semerini mi özledin?
Sırtında Anırma Takip Timi’nin ağırlığını hissetmeden yolunu bulamıyor musun?
Çağıralım mı Karakaçan Bey’i?
++++++
Sanki bulunmaz Hint kumaşı
TRT Hakan Şükür’e yeni bir teklif yaptı. Çuvalladıkça ödüllendirildiğine göre, bizim gibi sıradan fanilere görünmeyen bir kerameti olmalı..
Gazeteport’un haberine göre, “Stadyum” programında yorumculuk yapan Hakan Şükür’e TRT yönetimi yeni bir teklif daha götürüyor.
Söz konusu haberde, Galatasaray’dan ayrıldıktan sonra hakkında birçok iddia dolaşan, en sonunda kararını “spor yorumculuğundan” yana kullanan Şükür’ün, TRT ekranlarında çocuklara futbol öğreteceği belirtiliyor.
Daha önce de TRT’ye çeşitli açılımlar yakıştırmıştık. İbrahim Şahin yönetime son isim değişikliği önerimiz ‘Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’ yerine, ‘Tutunamayanlar Radyo Televizyon Kurumu’ adını benimsemeleri olacak.
Şükür’ün Futbol kariyerini tartışmak bizim işimiz değil. Ama kendi adıma Hakan Şükür isminin, hafızamda bulduğu karşılık, iniş çıkışlar, istikrarlı bir formsuzluk, bu formsuzluğa karşı üretilen istikrarlı duygusal mazeretler, ve her nasılsa, hiçbir çuvallayışının onu ‘kral’lık koltuğundan indiremeyişidir.
Korkarım ki, ekran kariyerinin seyri de değişmeyecek!
AB grubu izlenme oranlarında %15,5’le; tüm izlenme oranlarında 14,9’la olmak üzere her iki kategoride de 4. sırada devraldığı Stadyum programını, bir haftada AB grubunda % 11,5’le 10. sıraya, tüm izlenme oranlarında % 10,4’le 17. sıraya geriletmeyi başaran Şükür, ‘artı bir program, artı bir gelir, artı bir popülarite’ için nasıl bir katkı sundu TRT’ye Allah aşkına?
Şükür’e haftada bir gün, toplam 10-15 dakika ağzını yoracak diye ‘ben yiyemiyorum al sen ye’ deyip 700 bin YTL veriyoruz.
Şimdi öğreten adam olarak kolu, bacağı, kalçası, kafası... sayısız uzvunu yorması gerekeceğine göre, TRT bunun için vatandaşın kaç lirasını harcamayı düşünüyor acaba?
++++++
LE FIGARO‘dan Erdoğan analizi:
Yalancı Pehlivan
New York Times, Le Monde, The Economist gibi yayın organlarının oluşturduğu koroya Fransız Le Figaro gazetesi de katıldı...
8 Kasım tarihli haberin başlığı:
“Türk Başbakanı artık inandıramıyor...”
Lauren Marchand imzalı haberde Erdoğan’ın “29 Mart seçimlerini kazanmazsam giderim” şeklindeki sözleri de ’bravade’ (farfaralık, yalancı pehlivanlık) diye niteleniyor... Erdoğan’ın son zamanlarda TSK’nın yanında tavır alması, “Ya sev ya terk et” gibi çıkışları havayı aleyhine çevirdi...
Lobiler kılıçları çekti...
Bu arada Abdullah Gül lobisinin de iyi çalıştığını burada kabul edelim...
* Melih Aşık / Milliyet
Avrupa’da Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı hakkında artan eleştirilerde etkin olduğu düşünülen
Gül lobisi, yayın ağını genişletiyor
++++++
Boş laf karın doyurmuyor
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, ekonomik kriz nedeniyle işçi çıkaran işletmeleri eleştirdi.
“Herşey ballı börek iken işletmeler açık olacaktır ama biraz sıkıntıya girince atıverin işçiyi sokağa! Bu nasıl Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır, nasıl bir sanayicilik anlayışıdır” diyor.
Bir işletme toplu halde işçilerini işten çıkarıyorsa iki nedeni olabilir: Ya teknoloji gelişmiştir, işçilerin yapacağı işi artık makinalar yapacaktır. Ya da ürettiğiniz depolarda yığılmıştır, mal satamıyorsunuzdur, üretimi durdurmak zorunda kalmışsınızdır. Bugün yaşadığımız sorun bu ikincisi. Üretilen satılamıyor, işletmeler bu nedenle üretim yapmak istemiyor.
Hükümet sorumluluğunu taşıyanlar, insanların işsiz kalmamaları için yapmaları gereken şeyleri başkalarından beklemezler. İşçi çıkartılmasını önleyecek önlemleri alırlar. Bunun yolu da işçilik maliyetlerinin hiç olmazsa bir bölümünü işletmelerin üzerinden almaktır. Hem kapitalist düzenin bütün kurumlarıyla işlemesinden yana olan bir siyaset izlemek, hem de işletmeleri bir hayır kuruluşu gibi görmek, ancak ne yapacağını bilmeyen hükümetlerin işi olabilir.
* Mehmet Yılmaz/Hürriyet
++++++
Özakman’dan DÜndar’a tavsİye
Atatürk’ü, oğluna sor!..
Turgut Özakman, Cumhuriyet Gazetesi için hazırladığı Mustafa değerlendirmesininin üçüncü gününde de filme ve Can Dündar’a yönelik eleştirilerini sürdürdü. “Bir milletin kahramanının anısı ve saygınlığı yaralanıyor, incitiliyor; asıl linç bu !” diyen Özakman Dündar’ı Atatürk’ü ve Cumhuriyet’i anlayamamakla suçladı.
Özakman’ın Dündar’a tavsiyesi ise ilginç: “Git Atatürk’ü oğlundan öğren!” Şöyle diyor tecrübeli yazar: “Can da, ekibi de, danışmanları da, Atatürk’ü hiç anlamamışlar. Bilgi yetersizliğinden kaynaklanan önyargıları var. Büyük insanlara meraklı komşu gibi, paparazzi gibi, hele softa gözüyle bakılamaz. Can nerede durduğunu, kendisini savunan ve alkışlayan kalemlere bakarak kavrayabilir. Ben oğlunun bildiği Atatürk’ün -bilgisini koruyorsa- gerçek Atatürk’e daha yakın olduğuna inanıyorum. ”
++++++
MİNİ YORUM
Kelle koltukta yaşamak
İstihbarat savaşları... Rant savaşları... Tahsilat Savaşları... Derken İstanbul son günlerde ‘Teksas’ diye tanımladığımız bir şekle büründü.
Kapkaççılar, tinerciler, hırsızlar, arsızlar, teröristlerle bu şehir zaten yeterince ürkütücüydü. Gezdiğimiz sokaklarda, yaşadığımız evlerin önünde insan tarayan, yani bu derece umursamaz ve gözü dönmüş bir katiller serisine hiç ihtiyacımız yoktu...
Kelle koltukta yaşamak diye buna derim ben. Emniyet güçlerinin işi zor...
Ama inanın bu şehirde yaşayanların işi onlardan da zor!
* Selcan TAŞÇI