Atatürk'ü değil İngiliz'i sevmek!
Osmanlı döneminde kapıkulları, devletin “hasta adam” olarak nitelendirilmeye başlanması ile birlikte kulluklarını sürdürecek yeni ve büyük devlet arayışı içine girmişlerdi. Döneminde kul olmak için seçilen devletler Birleşik Krallık’la, Birleşik Devletler olmuştu. Yabancıya kapıkulluğunun adı da mandacılıktı. Gerekçe olarak da mandacılar; “biz kendi başımıza adam olamayız”, “dünyada bağımsız olarak tek başına varlığımızı sürdüremeyiz”, “yok olmaktansa bağlı yaşamak daha iyidir”, “biz ancak Batılıların mandası altında özgürleşebiliriz, uygarlaşabiliriz” vb. düşünceleri ileri sürmüşlerdir. Zamanın siyaset arenası Amerika, Fransız ve “İngiliz Muhibbi” lerinden geçilemez olmuştu. Aslında bu bir anda arizi yapının ya da ruh kamaşmasının ortaya çıkardığı hal değildi. Yüzlerce yıldır bağlı, endeksli ve bağıntılı yaşantıya alışmış olanların doğal refleksleriydi.
Milli Mücadele sırasında zamanın yüksek ve yüce makamlarında devlet yöneten zatlarından birisi aynen şunu söylüyor: “Bizim için tutulacak tek kurutuluş yolu, İngiltere ile beraber yürümektir”. “Mustafa Kemal’in muzaffer olduğunu görmektense, memleketin Yunanlılar tarafından alınmasını tercih ederim”. Mustafa Kemal’in kime karşı hangi mücadeleye verdiğini de -Sevr’in meşruiyetini savunmak için- bir Amerikalı diplomatın söylediği şu sözlerden anlamak mümkündür: “Cinayet, Kur’an tarafından Muhammed dininin bir parçası olarak kabul edildiği sürece, Müslümanların Hıristiyanları ya da Yahudileri idare etmesine izin verilmemelidir”.
Burada amacımız tarih dersi vermek değildir, aksine bir zihniyetin siyasi ve genetik kodlarının iyi okunmasını sağlamaktır.
Bu ülkede yetişen bazı gençler, Humeyni’yi sevdiklerini ve saygı duyduklarını Atatürk’ü ise “Başıma bir iş gelmeyecekse” ürkekliği içinde “sevmiyorum” diyorlar. Aslında bu kişiler söylemleriyle tarihi bir geleneğin temsilcisi olduklarını da söylemiş oluyorlar. Fatih Altaylı’nın “Peki, bu ülkenin Kurtuluş Savaşı’nı örgütleyen bir adamını, niye Humeyni kadar sevmiyorsun? Eğer Atatürk olmasaydı burada belki de İngilizler vardı, Fransızlar vardı!” sözlerine karşı söylenenler ibret vericidir. İşte cevabı “Atatürk Türkiye’yi işgalden kurtarmasaydı, bugün Türkiye’de İngilizler olacaktı. İngilizler olsaydı benim haklarım daha geniş olacaktı”. Zulmün ne olduğundan habersiz olan bu zihniyet mensupları aynı zamanda zulüm gördüğünden de söz ediyor. İngilizler yönetseymiş zulüm görmeyecek, daha geniş hakları da olacakmış! Yabancı postalı altında sahip olunan bir hakkın nasıl bir hak olduğunu geçmişte İngiltere sömürgesi olan Hindistan/Pakistan’da halen de Irak’ta yaşananlar çok iyi anlatmaktadır. Onun için bu zihniyet mensuplarına zorunlu din dersleri değil, zorunlu “Sömürgecilik Tarihi” dersleri okutmakta yarar vardır.
Bu arada tepeden tırnağa cehalet ürünü olan bu zihniyetin beslendiği tarihi kaynakları çok iyi irdelemek gerekir. Bu kaynak irdelenirken büyük bir gücün mandası ya da sömürgesi altına girmeyi sorun yapmamanın Türkiye’deki tarihinin çok eski olduğu görülür. Ayrıca işin tarihi olduğu kadar kültürel ve sosyolojik yanı da olduğu görülür. Çünkü bu ülkede tarihi, yüzyıllara dayanan bir “kapıkulluğu” geleneği de vardır. Bu geleneğin sosyolojik ve kültürel DNA’ları nesilden nesile aktarılmaktadır. Kurumsallaşarak yapısal bir içerik kazanan bu gelenek siyasi ve sosyal konjonktüre göre biçim değiştirmekte ise de özü aynı kalmaktadır. Bu ülkede nesilleri besleyen damarlardan birisi nasıl ki “Vatan bir bütündür, parçalanamaz” ise bir başka grubu besleyen -sayısı nispeten az da olsa- damar da “Mandacılık süreklidir, terk edilemez”.
Şeyh / Şah / Batı kulluğu
İşin özü bunun zihniyet olduğu gerçeğidir. Zaman içerisinde din kisvesine de bürünebilir, demokratikleşme ve özgürleşme safsatasına da tutunabilir. Bu “beni kimin yönettiği değil, nasıl yönettiği önemlidir” diyen zihniyettir. Bu zihniyettir ki, İslam coğrafyasının bir yerinde şeyh kulluğunu bir başka yerinde şah kulluğunu diğer bir başka yerinde ise kapı kulluğunu ya da Batı kulluğunu üretmiştir.
Türkiye’de bugün yaşanan ayrışmanın ve çekilen sancının temelinde de bu vardır. Bu anlamda ülkesinin İngilizler/ABD’liler tarafından yönetilmesini -yani uşaklığı- İslam’a aykırı görmeyenlerin “Türban” ı İslam’ın tek ölçütü olarak görmesi ilginçtir.