Atatürkçü ihbarı!

Cumhurbaşkanı Gül, Osmangazi Üniversitesi Rektörü’nü seçerken savunduğu adil ve demokratik kriterlere uymadı.

Abdullah Gül’ün bu YÖK meselesinde nasıl böyle yaş tahtaya bastığını anlamak kolay değildir.
Koskoca Cumhurbaşkanı’nın YÖK gibi önemli bir kurumu ve başındaki kişiyi hedef alan bir fesada bile bile alet olacağına ihtimal verilemez.

Gazetelere de yansıdı; Cumhurbaşkanı yaklaşan rektörlük seçimlerinden huzursuz olduğunu belirtmiş ama bu sıkıntıyı nasıl aşacağını söylemişti:

“Seçilen kadar seçene de saygıdan” dolayı üniversitelerinde en yüksek oyu alan adayları rektör atayacağını belli ederken Cumhurbaşkanlığı’nın bu konuda sadece onay makamı olmasının bu kararında belirleyici olduğunu açıklıkla ortaya koymuştu.

Ama Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Rektörü’nü seçerken savunduğu adil ve demokratik kriterlere uymamıştır.

Üniversitede yapılan seçimlerde en yüksek oyu (116 oy) Prof. Dr. Gaye Usluer elde ettiği halde tercihini 80 oyla ikinci sırada bulunan Prof. Dr. Fazıl Tekin’den yana kullanmıştır.
Neden acaba? Cumhurbaşkanı Gül Pakistan yolunda gazetecilere bunun nedenine ışık tutacak haberi verdi: Rektör adaylarını kapsayan YÖK dosyası eşliğinde önüne Prof. Tekin’in eşinin çarşaflı olduğuna dair bilgi de ulaşmıştı. Cumhurbaşkanı, evli olmadığını hatta hiç evlenmediğini belirlediği Prof. Fazıl Tekin’in düştüğü mazlum ve mağdur konumdan etkilendiği için mi, ilkelerine ters düşmek pahasına tercihinde yön değiştirdi? Rektörlük yarışında en yüksek oyu elde eden Prof. Gaye Usluer’den bir mektup aldım. Diyor ki “Eskişehir’de bir siyasetçi Atatürkçü olduğum için beni istemediklerini, üstelik bu konuda Cumhurbaşkanı’nı ikna ettiklerini beyan etmiştir.”
Çarşaflı eş ihbarı için verdiği “soruşturulsun talimatı” nı tarafsız cumhurbaşkanımız mutlaka bu Atatürkçülük ihbarı (!) için de vermiştir.
Demek ihbar doğrulandı!
*Güngör Mengi / Vatan


***

Japon’un verdiği ders!
Dün okuduğum iki haber beni çok etkiledi. Biri aynen şöyleydi:
“Cumhurbaşkanı’nın Koruma Müdürü Osman Çangal asker kaçağı çıktı!
Konuyu TBMM’ye getiren CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce, ’Başkomutan’ın koruması askerlik yapmadı. Böyle şey olur mu?’diye sordu.”
İkinci haber ise Japonya’dan geliyordu:
“Japonya’nın Kyushu kentinde oturan Kazutoshi Kai adlı bir Japon, çok sevdiği Türk arkadaşı şehit düşünce Büyükelçiliğimize başvurarak, terör örgütü PKK ile mücadele etmek için Türk Silahlı Kuvvetleri’ne katılmak istediğini bildirdi. Kai, gerekirse bu uğurda ölmeyi göze aldığını belirtti. Talebi reddedildi.”
Askerden kaçan tüm yüzsüzler: Bu iki haberin yorumunu vicdanlarınıza bırakıyorum!
Tabii varsa...
*Mustafa Mutlu / Vatan

*****

Kim bu ağır abiler?
“Hürriyet” yazarı Yılmaz Özdil, Gazetecilik Karnesi başlıklı yazısını şöyle bitiriyordu: “Bakın acı bir örnek vereyim... Daha önce çalıştığım çok önemli bir gazetede iki yazar vardı. İkisi de ödüllü, ikisi de ağır abi, ikisi de cemiyet üyesi... Ama, yazılarını kendileri değil, başkaları yazıyordu! Bir gün meslek ahlakı üzerine kavga ettiler aralarında... Biri dedi ki, yazılarını kendin bile yazmıyorsun, ne konuşuyorsun? Öbürü cevap verdi: Ben hiç olmazsa, yazılarımı kimin yazdığını biliyorum, sen onu da bilmiyorsun!” (4 Aralık 2007) BİR yazara yazmadığı şeylerin h sabını soramazsınız, yani “Kim bu iki ağır abi?” diyemezsiniz. İsteseydi isimlerini yazardı, yazmadığına göre... Ama belli olmaz, bakarsınız basın tarihine benim de bir katkım olsun, der. Ağanın eli tutulmaz!
*Hasan Pulur / Milliyet

***

Sömürge valisi
Büyükelçi mi, Genel Vali mi? ABD Ankara Büyükelçisi Ross Wilson’la ilgili bu soruyu sormuştu dün Vatan gazetesi... Çünkü Wilson’un “Anayasacı” ları da yemeğe davet edip bilgi aldığı ortaya çıkmıştı. Davete AKP’li Dengir Mir
Fırat, Prof. Ergun Özbudun, eski Adalet Bakanı Hikmet Sami
Türk katılmıştı...
ABD Büyükelçisi Wilson milletvekillerini de gruplar halinde davet edip bilgi alıyor... CHP’li Güldal Mumcu’nun böyle bir daveti kabul etmediğini öğrenmiştik. Çoğunluk paşa paşa gidip dökülüyor. Burası sömürge mi? Soruyu sormalı da, Wilson’dan önce onun verdiği davetlere koşanlara sormalı
*Melih Aşık / Milliyet

***

Hoparlör fetişizmi
İSTANBUL’da üç bin cami var biliyoruz. Belki de yeni yapılanlarla birlikte dört bin olmuştur. Günde beş kere ezan okunuyor. Her gün onbeş yirmi bin ezan... Ne büyük bir hadise... Acaba ezanın hakkını verebiliyor muyuz? Ezan İslâm’ın bayrağıdır, şiarıdır.
Şehrin bir yerindeyim. Ezan okunmaya başladı. Hoparlörleri sonuna kadar açmışlar. Sesin yüksekliği kulakları rahatsız ediyor. Hayır, kimse yanlış anlamasın, ezandan değil, hoparlörlerden şikayetçiyim. Ben bir Müslüman olarak hiç ezandan rahatsız olur muyum? Çok güzel okunan bir ezan, yüksek ve madenî sesli vahşi hoparlör yüzünden güzelliğini kayb eder.Bir tek minarede tam sekiz hoparlör saydım. On hoparlörlü minare de varmış bu kentte...
“Hoparlör fetişizmi” başlıklı bir kitap yazılması lazım...
Son kırk yıl içinde camilere hoparlör koymak için Ümmet-i Muhammed belki on milyarlarca dolar harcadı. Peki, iyi ezan okuyan müezzinler yetiştirmek için ne gibi çalışmalar, hizmetler, masraflar yapıldı?.. Hiiiç!..
Biz Müslümanlar ezan dinlemek istiyoruz, hoparlör değil.
Şunlara bakınız, aletleri nasıl da sonuna kadar açmışlar ve ezana eza veriyorlar. Sadece ezana değil, dinleyenlere de.
Hoparlör fetişizmine, zeka özürlülüğe artık son verilmelidir.
Minaresinde sekiz hoparlör bulunan camide on cemaat var. İmamın önünde mihrapta sabit bir mikrofon, yakasında seyyar bir mikrofon... Okumuyor, bağırıyor avaz avaz... Bir kere giderim o camiye, bir daha gitmem. Beni kaçırdıkları için vebal hoparlör-perestlerindir.
Kabahat ezanda değil, okuyanda... Kabahat bazen okuyanda değil, hoparlörde... Kabahat hoparlörü kutsallaştıranlarda...
Kellim kellim lâ yenfa... Yaz yaz faydası yok...
Güzel ezan dinlemek istiyorum, o kadar...
Okunmazsa, okutulmazsa sorumlulardan davacıyım...
* M. Şevket Eygi / Milli Gazete

****

Sürat felakettir!
Başbakan Erdoğan, çok güçlü bir iktidarın başında oturduğundan belki, çoğu zaman konuşmasına pek dikkat etmiyor. Eskiden de etmezdi gerçi.
Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıkmasından sonra, Meclis’te kabul edilen yasaların neredeyse hiçbir incelemeden geçirilmeden imzalanması, atama kararnamelerinin jet hızıyla geçmesi çok dikkat çekiyor.
Başbakan ise Meclis’te bu uygulamayı savunurken bakın ne diyor: “Neymiş (Cumhurbaşkanı) döner
dönmez imzalamış. Biz 15 günün son dakikasına kadar bekletildik.
Bu ülke hizmetine bir ağırlaştırmaydı. Kusura bakmayın, bu iş ne kadar süratlenirse o kadar hayırlı olacağına inanıyoruz. Cumhurbaşkanımıza teşekkür ediyorum, var olsun sağ olsun.”
Cumhurbaşkanının “şeklen” de olsa tarafsız görünmesi gerekir. Ama Gül böyle gözükmek bile istemiyor, direk “ben bu hükümetin cumhurbaşkanıyım” tavrıyla hareket ediyor.
Başbakan da Cumhurbaşkanı’nın ne isterse öyle davranacağını biliyor ki Meclis’te böyle bir konuşma yapabiliyor.
Bu durumda Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı makamına gerek kalıp kalmadığı bile tartışma konusu olabilir. Hükümet Sezer’in acısının çıkarılması için her şeyin hızlanacağını söylüyor. Çankaya bu talebe aynen
uyuyor.
O halde işleri daha hızlandırmak ve Türkiye’nin önünü açmak için Çankaya’nın jet onayı ile zaman kaybetmeyelim, Cumhurbaşkanı onayını kaldıralım olsun bitsin.
*Can Ataklı / VATAN

Yazarın Diğer Yazıları