Atatürk sandıktan çıkmadı!
Balkanlardan Yemen çöllerine, Kafkaslar'dan Fizan'a kadar cümle emperyalist güçlerle mücadele etmiş bu toprağın çocukları 2 milyon 600 bin şehit vermiş, milyonlarca kişi kolunu bacağını kaybederek gazi olmuştur...
Siz bir de bu acı tablonun üzerine Rus-Ermeni ittifakı ile meydana gelen ocak sönmelerini, aile dramlarını ekleyin ve Anadolu Türk'ünün içinde bulunduğu trajediyi öyle hissetmeye çalışın...
Evet, "Halife" vardır ve fakat Sarayından burnunu çıkartamamaktadır. Çünkü İstanbul, İngilizlerin işgali altındadır.
Anadolu'nun hemen her yeri Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar tarafından çiğnenmektedir. Buna bir müddet sonra Yunan çizmeleri de eklenecektir.
Türk milleti ve vatanının düşeceği bu hali gören bir tek kişi vardır, o da Mustafa Kemal'dir. Yönettiği ordulardan kurtarabildiği silahları ile birlikte Anadolu'ya çekilmiş, kendisi İstanbul'a geçerek, dirayetsiz ve ürkek Vahdettin'den Harbiye Nazırlığı'nı kopartıp ipleri ele alabilmek için Saray'a damat olmayı bile istemişti. Saray ise Mustafa Kemal'den çekiniyor, Kâzım Karabekir'e güveniyordu. Ve Saray, güvenmediği Mustafa Kemal'i Anadolu'ya geçirmemek, İstanbul'da tutmak için her tedbire başvurmuştu. Mustafa Kemal bir yandan Saray, diğer yandan İngilizlerle görüşerek meşruiyet sınırları dâhilinde çözümler ararken, diğer yandan da, Anadolu'daki teşkilatlanmasını güçlendiriyor, hemen her ilde millî hassasiyetlerinden emin olduğu eski silah arkadaşlarına ve onların tezkiye ettiği vali ve kaymakamlara Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri kurduruyor, "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır" emrini vereceği günler için il il, ilçe ilçe, sokak sokak vatan savunmasının temellerini atıyordu.
Vatan savunması başladığında ise "İstanbul" ve "Ankara" diye iki başlılığı ortadan kaldırmak için ise, Vahdettin'den aldığı yetki ile İstanbul'u terk etmenin gerekliliğine inanmaktaydı.
Lâkin Vahdettin'in Mustafa Kemal'i İstanbul'dan çıkartmak gibi bir niyeti yoktu, bunun böyle olmasını İngilizler de istemiyordu.
Çünkü Atatürk, Londra ile irtibata geçmiş, İngiliz halkının Çanakkale Savaşları'ndaki hezimet dolayısıyla hükümetlerinin Anadolu'da yeni bir maceraya girişmesine kesinlikle karşı olduğunu öğrenmiş; hele bu maceranın Çanakkale Kahramanı Mustafa Kemal'e karşı "yeniden" deneneceğini öğrendiğinde, zaten kalmayan halk desteğinin hepten sıfırlanacağını çok iyi görmüştü.
Onun için Vahdettin ve İngilizler Mustafa Kemal'i İstanbul'da tutmak istedi. Neticede Vahdettin, Anadolu'yu İstanbul'da iken karış karış teşkilatlandırıp Kuvay-ı Milliye ruhunu şaha kaldıran Mustafa Kemal'i milleti teskin etmek gibi bir görevle, İstanbul'dan çıkartmaya mecbur kaldı. Ona bunu icbar eden bizzat Mustafa Kemal'dir. İngilizler, Mustafa Kemal'in Anadolu'ya ne niyetle geçtiğini bildikleri için onu durdurmaya çalışmış ama başaramamıştır. Zaten Mustafa Kemal de, Bandırma vapuru kaptanına, böyle bir tehlike olduğunda en yakın yerde gemiyi karaya oturtma talimatı vermiştir. Geminin karaya oturması demek Mustafa Kemal'in Samsun'a olmasa bile herhangi bir noktada Anadolu'ya ayak basması demektir. Anadolu ise, İstanbul'da yapılan teşkilatlanma vesilesiyle zaten Mustafa Kemal'i beklemektedir.
Gelelim halifelik meselesine. Bu işi bilen Müslümanlar "Hilafetin" kılıç gücüyle değil "Velayet yoluyla" olduğunu bildiğinden, hilafetin kaldırılması konusuna hiç ses çıkartmamışlardır.
Halk ise, İstanbul'da oturan Halife'nin yediği önünde yiyemediği ardında bir hayat yaşarken, mesela Vahdettin'in aylık masrafının 80 milyar lirayı bulduğu o yıllarda, "kuruş"a hasret kalmakta, açlıktan, salgın hastalıklardan ölmekte, öküzünün teki yerine boyunduruğa kadınını koşmaktadır. Toprağa atacak tohumu, sofraya koyacak ekmeği yoktur. Meşe palamutları öğütenler, kabuk yiyenler Sultan ve onun Anadolu'daki temsilcileri olan devlet yöneticilerinin baklava börek, kuzu tavuk yemelerini, onlar yutarken kendilerinin yutkunmasını içine sindirememiş, Mustafa Kemal'i bağırlarına basmıştır.
Neticesi de kısa sürede tarlalardan traktör seslerinin gelmesi, fabrikaların açılması, uçak üretiminin bile başarılmasıdır...
Yani "Atatürklük" seçim kazanmakla olmuyor. Atatürk olmak için böyle bir mazi mecburiyeti var vesselâm...
30 Ağustos'un 93. yıldönümü vesilesiyle bu düşüncelerimizi bir kez de sizlerle paylaşmak istedik. Rabbim bütün gazi ve şehitlerimize, komutanlarına rahmet eylesin; şefaatlerini ihsan buyursun. Amin.