Atatürk Gençliği...
10 Kasım’dı dün... Sözü fazla uzatmaya, Gazi ile ilgili bilinen ahkamları kesmeye niyetim yok. Kimse darılıp, kırılmasın. Mustafa Kemal’in gerçek evladının, haykırışını paylaşacağım sizlerle... Yüreğinde gerçekten Atatürk sevgisi olanlar anlar ancak...
Bazı gazetelerde kendisini milletimize “aydın” diye tanıtan enteller, “Genelkurmay Başkanı anlaştı” kara propagandası ile bugün savaş olsa dünyanın en hazır ordusunun komutanına -dolaylı gizli tanık- yaftası yapıştırmaya çalışmaktadır. Bu yakıştırmayı şiddetle reddediyorum ve nefretle kınıyorum. Ata’nın benim suç unsurum Nutuk’ta bahsettiği sözler oluşturmaktadır.
“Alevlenen kargaşa ateşleri, bütün ülkeyi yıkıyor, hayinlik, bilgisizlik, kin ve yobazlık dumanları bütün yurt göklerini yoğun karanlıklar içinde bırakıyordu. Ayaklanma dalgaları, Ankara karargâhımın duvarlarına değin çarptı. Karargâhımızla şehir arasındaki telefon ve telgraf tellerini kesmeye değin varan kudurgan saldırışlar karşısında kaldık...”
Bu kudurgan saldırışlarla kendi amaçları için TSK’yı engel olarak gören bazı çarpık zihniyetler ve onların değirmenine su taşıyanlar, TSK’nın toplumdaki yerini ve değerlerini sarsmaya çalışmaktadır.
Biz Sivas Kongresi’ni yapan milletin evladıyız. Orada iki tip gençlik vardı. Birisi Mustafa Kemal’i üzen, diğeri her şeyi emanet edebilecek kadar güvendiği gençlik. İki gençliği de anlatacağım.
Sivas Kongresi günlerinde Mustafa Kemal’i üzen, dokunaklı bir olay geçti. Müdafaa-i Hukuk Teşkilatı’nda çalışan bir delikanlı, bir gün utangaç bir ifadeyle çekinerek Mustafa Kemal’e yaklaştı:
“- Bir sorun mu var çocuk?
- Evet Paşam, müsaadenizle bir şey söylemek istiyorum.
- Söyle evlat, çekinme.
- Efendim, babam diyor ki...
- ...
- Babam diyor ki, İngilizlerle, Fransızlar Sivas’ı işgal edip hepimizi öldürecekmiş. Bu yüzden benim sizinle çalışmamı istemiyor.
- Öyleyse çalışma evlat. Babaya karşı durulmaz. Baba hakkı büyüktür. Yalnız babana de ki: ‘Vatan elden gittikten sonra evladın ne hükmü vardır’.
Diğer Gençlik, Kongre’de manda fikri tartışılırken ileri atlayıp milliyetçilikte rehber ve örnek olacak ölçüde doğru düşüncenin, milli heyecan ve imanın sahibi Tıbbiyeli Hikmet ise: ‘Paşam murahhası bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya İstiklal davamı başarmak yolundaki mesaiye katılmam üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, onlar her kim olursa olsun şiddetle reddediyoruz. Farzımuhal manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcı değil, vatan batırıcı olarak adlandırırız’ diye bağırdı. Mustafa Kemal’in gözleri yaşardı.
‘Arkadaşlar, gençliğe bakın, Türk milli bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin’ dedi. Tıbbiyeli Hikmet’e dönerek:
‘Evlat, müsterih ol, gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyordum. Biz mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal, ya ölüm’ dedi.
- ‘Varol Paşam’ diyerek Hikmet eline sarıldı. Atası da onu alnından öptü.”
İşte biz bu gençliğiz. Biz bu şuuru bir çok gözyaşı ve kan selleri içinden, bir çok acı ve ızdırap içinde kıvrana kıvrana bulduk. Ola ki günün birinde buna benzer bir davranış gösteren unvanı Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı bile olsa ona da karşı çıkarız.
Bizim müdafaa hattımız yüreğimizdir. Yüreğimiz bu vatanın en müstahkem kalesidir. O yürekte bir hakikat var. Bu hakikat her şeye rağmen büyük Türk Milleti’nin yaşadığına, yaşayacağına dair ruhumuzun mihrakında taşıdığı inançtır.
Benim davranışlarım, karakterim Genelkurmay Başkanımızın yansımasıdır. Ben burada yıkılmıyorsam TSK dimdik ayakta demektir. Yıkılmak mı? Nasıl? Kendi toprağında, kendi yurdunun göbeğinde, Türk milletinin huzurunda, Türk askerini kim yıkabilir?