Atatürk, kime ''Benim babam olur musun” dedi?

6 Ocak 1925

Gazi ve eşi Latife Hanım ile yurt gezilerini sürdürüyordu. Konya’daydılar…
Cumhuriyet’in ilanının üzerinden henüz iki yıl geçmişti…
Konya Çiftçiler Birliği, okuyup yazması olmayan, fakat tecrübeli bir ihtiyar olan Sedinler Mahallesi sakini Abditollu Hacı Hüseyin’i temsilcileri arasına almıştı…

Heyet, Gazi tarafından Hükümet Konağı’nda kabul edildi.
Abditollu Hacı Hüseyin salona girer girmez, kollarını iki yana açarak büyük bir samimiyet ve temiz kalplilikle kucakladı Gazi''yi:

“Hoş geldin benim aslan Paşam, hoş geldin yavrum!” 

Beyaz sakallı, nur yüzlü bu ihtiyarın yüreğinden kopan samimi davranışından çok duygulandı, hatırını sordu:

- Sağ ol baba! Kaç yaşındasın?

- Seksene girdik diyelim oğul.

- Çocukların var mı?

- Üç oğlandan biri sizlere ömür Çanakkale’de, öteki Sakarya’da şehit oldu. En küçüğü köyde, eker, diker, bize bakar. Sen sağ ol da yavrum, bize “Baba” diyen elbet bulunur.

Gazi bir anda söze girdi:

- Bundan sonra ben de sana baba diyeceğim. Benim babam olur musun?

Annesi Zübeyde Hanım''ı kaybedeli iki yıl olmuştu...
Samimi sözü, uzun boylu, iri yapılı ihtiyar köylüyü yüreğinden sarsmıştı.
O, Paşasından böyle bir yakınlık beklemiyor, hatta eskimiş çuha poturu, belini saran yün kuşağı ve ayağındaki yamalı kunduraları ile yanına giremeyeceğini sanıyordu. Ama şimdi karşısında Milletin kurtarıcısı sevgili Paşa’sı kendisine “Babam olur musun?” diyordu.

Olay Konya’da kısa sürede duyulacak “Abditolu Köylü Hacı Hüseyin Ağa Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın babalığı oldu…” haberi her tarafa yayılacakı, ileriki günlerden gazetelere geçecekti.

Akşam Konya Belediyesi’nin verdiği yemeğe O da davet edildi.
Hüseyin Ağa’ya yeni bir şalvar, üstüne de siyah bir salta giydirilmiş, başındaki abanî sarıklı fesi yenilenmiş, Gazi’nin yanına oturtulmuştu…

Ağa’yı Latife Hanım da çok sevmiş, onun saf, sıkıntısız ve samimi sözlerinden çok hoşlanmıştı…

Bir keresinde Belediye Başkanı Kazım (Gürel) Bey, Hüseyin Ağa’yı trenle Ankara’ya götürmüş, Çankaya’da Gazi ve eşi o günlerde bir yurt gezisine çıkmıştı. Görüşme gerçekleşmemiş ancak Ağa karısının Latife Hanım için ördüğü işlemeli yün çorabı Köşk’e bırakmış, Konya’ya dönmüştü…
Hüseyin Ağa, “Ankara’yı, Gazi’nin Köşk’ünü beğendin mi?” diye soranlara: “Gaç hey len! Köşk dediğin ne ki, deliyi bağlasan durmaz.” yanıtı vermesi dilden dile Gazi’nin kulağına kadar gitmiş, o sözden çok hoşlanmıştı…

Gazi, ertesi gün eşi Latife Hanım ile birlikte Hüseyin Ağa’nın evine konuk olmaya karar verdi. Hacı Hüseyin ve karısı Akife Hanım sevinçten neredeyse uçacaktı.
Mahalle ayağa kalkmıştı. Herkesin ağzındaki söz aynıydı:

Anadolu’yu kurtaran Paşa geliyor!”

Otomobil kapının önünde durdu, Hacı Hüseyin Aga  otomobilin kapısını açarken iltifat etti:

“ Paşa! Çok büyüksün; bizler gibi fukaranın gönlünü almak için fakir evimize geldin. Zahmet ettin. Bizim evimiz seni misafir etmeye lâyık değil. Ama görüyorsun ya! Şu etrafta toplanan analar, hemşireler, ihtiyarlar cümlesinin kalbi seni misafir etmeye hazır. Bizim eksiklerimizi görme!”

Latife Hanım’a döndü, sözlerini sürdürdü:

Var ol, kızım!” dedi… “Allah size uzun ömürler versin. Annen işte kapıda… Seni bekliyor. Konya’ya geldiğin günden beri ‘kızımı görür müyüm’ diye ağlar. Şimdi ne kadar sevinecek.”

Kapıdan içeri giriliyordu. Altmış ile yetmiş yaş arasında, fakat dinç, Akife Ana iri vücuduyla Gazi’yi karşıladı:

“Paşam, hoş geldin! Allah ömrünü uzatsın…”

Misafirler, bir kattan ve iki odadan ibaret olan binaya üç basamaklı bir merdivenden çıkarak girdiler. Oda, tam manasıyla bir köylü, bir çiftçi odasıydı. Bütün sadeliği gösterir bir tarzda minderler döşenmiş, nakışlı kilimlerle bezenmiş, beyaz badanalı, aydınlık ve tertemiz bir oda. Bir Türk köylüsünün ruhu, kalbi kadar saf, şen ve ferah bir evdi...

Sedirin sağ tarafına bağdaş kurarak oturdu. Latife Hanım da diğer köşeye çekildi. Fahreddin Altay Paşa, Belediye Reisi Kazım Gürel Bey ve eşleri, Fırka saymanı İsmail Hakkı Bey de diğer kişiler etrafındaki minderlere oturdu. Hüseyin Ağa’nın eşini sol tarafına, Latife Hanım’la kendi arasına oturttu.
Akife Ana bir ara, Latife Hanım’ın başını, bütün ruhundaki bir analık samimiyeti ile okşadıktan sonra elini tuttu:

“Açcık ateşin var, hasta mısın?” dedi ve eşine dönerek:

“Hacı Bizde güya ev sahibiyiz; sedire geçtik oturduk. Ya sen kalk, ya ben. Misafirlere kahve pişirelim.”
Hacı Hüseyin Ağa, Latife Hanım’a, “Kızım”, dedi. “Hani geçen sene sana çorap getirdiydim. İşte onları bu annen ördüydü. Himci gine hazırladı.”

“Teşekkür ederim Hacı Efendi!”

Hüseyin Ağa, Gazi’ye dönerek, güya Latife Hanım’a çorap hediye edildiği halde Gazi’ye verilmezse gücenir zannıyla:

“Oğlum”, dedi. “Senin çorapların da hazır, sana da hazırladılar!”

Hacının çocuk saflığını andıran bu sözleri bilhassa Gazi’ye çoraplar için verdiği teminat, herkesi, güldürüyordu. Hemen sözünü değiştirerek ilave etti:

“Ah oğlum. Sen bana darılmışsın doğru mu? Göya geçen sene Ankara’da bişşiy dimişim. Sen bundan bana darılmışsın; doğru mu? Bunu o dedikoducu gazatacılar yazmış! Eğer hatırına bişiy geldiyse vazgeç oğlum, bana darılma!”

- Ne söylemiş gazeteciler ne yazmış?

- Ben sana güya burada deliyi bağlasan durmaz demişim. Ben bunu başka maksatla söylemedim. Paşa bütün akıllıları buraya toplamış, buraya deli giremez, demek istedim. Canim şu gazeteciler de ne tuhaf adamlar, adamın arasını açmaya çalışıyorlar. Bilmem nereden işitirler, nasıl duyarlar. Yoksa içimizde mi bir muzır var! Korkarım ki bugün konuştuklarımızı da yazarlar.

Gazi, konuyu değiştirdi, merakla sordu:

- Hani mahallenizde bataklık vardır diyordun. Yollarınızı gördüm. Çok iyi. Bataklık yok.

- Yaz olsa da bir görsen. Belediye yaptırdı ama bitiremedi. Parası yok belediyenin. Kifayet etmiyor. Bütün paraları Ankara’ya çekme oğlum. Az da burada bırak da belediye şunları yapsın.

- Peki Hacı size yardım ederiz.

Hacı Hüseyin Ağa bu vaadi alınca biraz daha ileri gitti.
Mahallelerinde bir cami yaptırdıklarını, imamın maaşı altı lira olduğunu ve geçinemediği için başka bir yere kaçacağını ve hiç olmazsa maaşına bir zam yapılarak yirmi liraya yükseltilirse durabileceğini söyledi. Gazi hocanın mahallede namaz kıldırmaktan gayrı bir vazifesi olup olmadığını sordu.

- Efendim. Hutbe okur, muvakkat katiplikte bulunur.

- Hutbeden ne anlıyorsun Hacı? doğru söyle.

- Ne anlayayım oğlum. Okuyorlar, biz de dinliyoruz. Ben cahil bir adamım. Tabii anlayan anlar. Tabii sizler anlarsınız.

- Ben de anlamıyorum.

- Nasıl anlamazsın? Geçende elhamın. kulhünün manasını bana verdin. О günden beri ben düşündükçe hep ağlarım. İki üç gündür hocalara gittim. Onlara dedim ki: "Haydi bir bakalım, düşün önüme, sizi Paşa’ya imtihan ettireceğim." Bak korkularından yanına yanaşamadılar, gelemediler.

- Canım hutbeden hiç de mi bir anladığın yok?

- Arada bir devlete dua ediyorlar. Onu anlıyorum, ama ötelerini anlamıyorum. Paşam çok ileri gitme. Ben cahilim. Beni karının yanında imtihan edipte mahcup etme.

- Mahallenizde mektep yok mu?

- Ha, iyi hatırıma getirdin oğlum. Geçen sene yalvardık yakardık. Bize evin yanında bir mektep yapmaya karar verdiler. Bohçaya (bütçe) iki üç bin lira koymuşlar.. O da yetişmemiş, altı bin lira lazımmış. Bu sene yine yakaracağız. Sen de bir himmet et de şu mektebimiz yapılsın. Bilmem ki ben bohça yalnız kadınların olur zannederdim. Meğer erkeklerin de bohçası olurmuş. Mektep parası bu bohçaya konulurmuş. Nedir bu, yapıversinler çıksınlar.

- Köyünüz nasıl? Bir arzunuz var mı? Hepsine benden selam söyle.

- Köyümüz çok iyi. Hükümette islerimiz iyi görülüyor. Doğrusunu istersen, eskisi gibi değil. Yalnız şu Ziraat Bankası’ndan köylüye birbirine kefil olmakla para vermiyorlar. Konya’da mutlaka bir tüccar kefil istiyorlar. Ah oğlum! Bunu bize düzelttiriver. Herkes tüccardan kefil bulamaz. Bana kalırsa sandık azalarını çiftçiden yapsak. Onlar para verecek vermeyecek çiftçileri pekâlâ bilirler. Yine sen bilirsin.

Gülümsedi, geçiştirdi. Akife Ana''ya döndü:

- Hacı Hüseyin Efendi sizi almadan evvel bir eşi daha varmış, doğru mu?

- Evet Paşam! Evvel bir karısı vardı, öldü. Benim hemşirem Hacı’nın kardeşi Ali Efendideydi. Ben kız kardeşimin yanına varıp geldikçe bu Hacı bana gönül komuş. Babamdan istedi. Babam virmek istemediydi ya. O, ta sonra beni aldı!

- Nasıl, iyi geçinebildiniz mi?

- Evvelki karısı açcık ıncıkcaydı; hem, ekmeği filan kitlerdi. Amma ben idareli olduğumdan gürültüye meydan vermedim. İyi geçinmeye çalıştım. Evvelki eşiyle Hicaz’a gidinceye kadar pek datlı geçindik.

Latife Hanım: “Sizi mi çok severdi, evvelki eşini mi?” diye araya girdi.

“Ben feriktim (son kadına verilen isim); beni çok severdi.”

Latife Hanım mutluydu. Sorularını sürdürdü:

- Hacı efendi sizi aldığı zaman, bir kadayıf hikâyesi olmuş. Nasıl oldu?

- Kızım başını ağrıtmaz isem anladıyım. Mademki istedin, söyleyim. Eski zamanda bizim evlere kadaif senede bir iki kere girerdi. Bir gün Hacı bize kızmış. Anasına dimiş ki; ‘Sana kadaif gönderecem. İyi bişiremediler’ diye şu karılara adamakıllı bir dayak atacam.
Kadaif geldi. Ramazandı. Biz de bişirdik, akşama hazırladık.
Hacı namazdan geldi; bir surat, bir surat. Hiç birimizin yüzüne bakmayor, somurtuyor. Yimek yimemek istiyor. Kaynanamız yalvardı, yine yimeyor. Biz tuttuk yimeyi bir güzel yidik. Üstüne de kadaifi yidik. Amma içimden duttu. Hacının şöyle yüzüne bir baktım; O da gözünün altından bir baktı, gülüştük. Kaynanam, ‘Hadi oğlum, hadi! Sende avrat dövecek göz yok! Boşuna kadaiften de oldun’ didi.

Abditollu Hüseyin Ağa söze girdi:

- Ah Paşam! Biz Türk’üz, köylüyüz, kusurumuzu bağışlayın!

- Ne demek Baba, hepimiz Türk’üz! Türkler dünyanın en büyük milletidir. Beyhude yere sıkılacak bir şey yok…

- Bilmem ya! Şeherliler bize kenar mahallelidir diye gelmezler.

Latife Hanım söze girdi:

- Beğenmemek ne demek? Milletin anasını köylüler teşkil eder. Siz teşkil ediyorsunuz!

Bu sözler üzerine Hüseyin Ağa’nın eşinin yüzünde güller açtı…

Misafirliğin sonuna gelindi, evde çıkıldı. Binanın dışında her cinsten, her tabakadan insan toplanmıştı. Kalabalık kendisini ve eşini adeta bir kale duvarı gibi sarıp kucaklamaya çalıştı. Yaşlı anaların dilinden dökülenler göğüslerini gururla kabarttı:

“Paşa! Biz de şehitler anasıyız! Sizi gördük, duramadık! Bundan sonra, ölsek de, gözlerimiz kapalı gitmeyecek! Allah size uzun ömürler versin!”

Otomobillere binilmişti. Hacı Hüseyin Ağa, elinde ‘tülü’ denilen örme bir seccade ve iki çift çorapla geldi Latife Hanım’a uzattı:

“Kızım şu hediyeni alıver!..”

Otomobiller yola koyuldu. Bütün bakışlar ve bütün mahallenin saf gönlü, temiz kalbi, küçük evin büyük misafirlerini takip ediyor ve onlara esenlikler diliyordu.

 

Hacı Hüseyin Ağa (Beyaz sakallı, fesli)

Yaşar Gürsoy 12 Eylül 2022

 

Kaynak:

Not: Hacı Hüseyin Ağa ve Hanımına, Konya’daki evine ait fotoğraflar; 18 Ocak 1925 tarihli Vakit gazetesinde, Hacı Hüseyin Ağa’nın stüdyoda çekilmiş portre fotoğrafı ise İngiliz gazeteci Grace Ellison’ın “Turkey To-Day” adlı eserinin 112. sayfasında yer alıyor. Söz konusu eserde Hacı Hüseyin Ağa’dan bir kaç sayfa söz ediliyor. 
Vakit gazetesi, 21 Ocak 1925, sayfa: 1-3
Mehmet Önder, Atatürk Konya’da, Ankara 1989, s. 71–79.
İsteataturk.com

Yazarın Diğer Yazıları