Atanan ama olamayan öğretmenler!
Işbara''nın okul çağı yaklaştıkça gerim gerim gerilmeye başladım; bazen ne ağır sınavlardan geçmek durumunda kalıyor aileler.
Çocuklar, o küçücük canlarıyla, ne büyük, onanması güç travmalara maruz kalıyorlar.
***
Konya Selçuklu''daki bir ilkokulda çekilen görüntüleri izlediniz mi bilmiyorum; 6 yaşındaki birinci sınıf öğrencisi "Annemi istiyorum" diye ağlarken, emanet edildiği "öğretmen" sıfatlı avaz avaz bağırıyor sınıfın içinde.
Belki, "disiplin"in ne anlama geldiğini bile bilmeyen bir çocuğu "disipline göndermek"le tehdit ediyor.
"Ceza"yla korkutmaya çalışıyor.
"Ulan" diye başlayarak, herhangi bir çocuğu "eğitme" ihtimalinin zaten bulunmadığını kanıtladığı cümlesinde, "Sizi bana sayıyla mı verdiler" diye öfke kusuyor minik öğrencilerine.
***
Görüntülerin 7 Eylül 2021''de, yani okulun daha ikinci gününde çekildiği iddia ediliyor.
Bu çocukların istisnasız her biri, zaten "pandemi" gibi yeterince/fazlasıyla travmatik bir tecrübe yaşamışlar.
Muhtemelen, çoğu "ilk defa" sosyalleşiyorlar.
Muhtemelen, çoğu "okul" ve "öğretmen"in ne demek olduğunu henüz "anlamaya" çalışıyorlar.
Hoş, bu tür mazeretlerle meşrulaştırılmaya, izaha muhtaç da değil "ağlamak" o kademede; ağlayabilir çocuklar!
Heyecanlanabilir, kaygılanabilir, korkabilir, benimseyemeyebilir, yalnızlık hissedebilir, evini-annesini o güne kadarki rutinini özleyebilir, tuvaleti gelmiş de söyleyememiş olabilir, dışarıdan görünen hiçbir sebebi olmayabilir; "çocuk" ağlayabilir!
Ve…
İlkokula yeni başlamış bir öğrencinin ağlamasının "yaramazlık" değil, "huysuzluk" değil, "terbiyesizlik" değil, "saygısızlık" değil, "tembellik" değil, hele "disiplinsizlik" hiç değil; vaka-i adiye olduğunu -öğretmen olmaya da gerek yok- herkes bilir.
Öğretmen nasıl bilmez?
Kadın bir de…
Bilir de…
Bildiği halde nasıl görmezden gelir?
***
Görüntülerin ortaya çıkmasından sonra idari soruşturma başlatılmış, söz konusu öğretmen sıfatlı hakkında.
Nasıl bir yaptırım uygulayacaklar acaba?
"Öğretmen" sıfatını taşımaya devam edecek mi mesela?
Okul hayatının daha ikinci gününde olan, altı yaşındaki bir çocuğu azarlayarak, korkutarak, tehdit ederek "eğitebileceğini" varsayan biri, bir tek gün, bir tek saat daha "öğretmen" sıfatıyla çıkarılmamalı, bana kalırsa çocukların karşısına da…
Bana kalmaz sonuçta!
***
Karar vermek değil belki ama "soru sormak" yetkim dahilinde olduğuna göre, sorayım çiçeği burnun Millî Eğitim Bakanımıza:
Bir değil, iki değil, üç değil bu kaçıncı örnek; çocuk psikolojisi konusunda en ufak fikri olmayan kişiler öğretmenlik yapabilir mi? Nasıl yapabilir?
Pedagojik formasyonu, tam da bu nevi hadiseler yaşanmasın diye almıyor mu öğretmenler?
Acaba, pedagojik formasyon eğitiminde mi sorun var; yeterince ciddiye mi alınmıyor, adet yerini bulsun kavlinden mi yapılıyor?
Öğretmenlik, sadece "diploma"yla yapılabilir mi?
Çocuk sevmeyenden öğretmen olur mu; doğurduğu halde "anne" bile olamıyorken çocuk sevmeyen; özellikle de kreş, ana okulu, ilkokul öğretmeni olur mu?
Öfkesini kontrol edemeyenden öğretmen olur mu?
Sabır, tahammül, hoşgörü, şefkatten yoksun olandan öğretmen olur mu?
Öğretmenlerin de yığınla sıkıntısı, sorunu, stresi var tamam da; çocuklarımız stres topu mu?
En derinliksiz, düz mantıkla evde karısı/kocasıyla kavga eden acısını sınıftaki öğrencisinden çıkarıyor; bu şartlar ve yaşanan acı tecrübeler doğrultusunda öğretmenleri, periyodik olarak psikolojik testten geçirmeyi düşünmez misiniz?
Keşke, anne-babalar öfkelerini kontrol edemez hale gelmeden düşünseniz!
Mevzubahis evlat ya hani…
O bakımdan diyorum…
Velhasıl, hep "atanamayan öğretmenler"i bir sorun olarak gündemde tutmaya çalışıyoruz ama, çocuklarımızın akıl, beden ve ruh sağlıklarını koruyarak yetişebilmeleri için "atanıp da olamayan öğretmen" üzerine de düşünmemiz gerekiyor galiba!
NOT:
Ben, kendimi hep "dünyanın en iyi ilkokul öğretmeni tarafından eğitilmiş" varsaydım. Dün o dehşetengiz görüntüleri izledikten sonra adını bir kere daha saygı ve minnetle andım; benim canım ilkokul öğretmenim Hüseyin Elitaş… İyi ki varsın! İyi ki bizim çocukluğumuza rastladın! İyi ki, arkamda senin gibi bir "insan" tarafından yoğurulan bir çocukluk bıraktım!
SORU-YORUM
Ufukta parlamenter sistemin AK Parti açısından da ihtimal dahilinde olabileceği ihtimali belirince, Millet İttifakı''nın Cumhurbaşkanı adayından sonra bu defa Başbakanlığı nasıl kazanacağının derdi germeye başladı yandaş medyayı.
AK Parti nasıl olsa birinci parti olurmuş asıl CHP veya İYİ Parti ne yapacakmış!
Madem AK Parti "nasıl olsa birinci parti", muhalefet ne yaparsa yapsın size ne? Varsın hezimete uğrasın; siz neden kederleniyorsunuz ki bu kadar buna?
Hem, ittifakların kurulduğu ilk günden itibaren "tek partileşen" Cumhur İttifakı mı? Millet İttifakı mı?
Siz, baştan beri "iki ayrı parti" olduklarını özenle vurgulayan CHP ve İYİ Parti''yi bırakın da, her hâl ve şartta "bir"lik sergileyen Cumhur İttifakı''ndaki partileri düşünün; seçim meydanına indiklerinde, nasıl olacak da "ona verme bana ver" diyecekler "ortaklaştırdıkları" seçmenlerine?