Aşukka’nın okunmuş sıçanları ve sıbbikerr
Kıtlık yıllarıydı o yıllar... 1942 yılı ise İkinci Paylaşım Savaşı’nın son yılı olmasına karşın, kıtlığın doruğa çıktığı yıldı.
Gümüşhane’nin o köyünde, un kalmamıştı çoğu evde. Ekmek pişirilemiyordu. Durum vahimdi.
İş başa düşmüştü, un olan köylere eşekle meyve götürülecek, takas yapılacaktı.
İki eşek yükü vişne yüklediler altmışlık Molla İbrahim’le, on üç yaşındaki yeğeni. Yeğen’in “agaları” dört yıldır askerdeydiler, evin büyüğü o kalmıştı. Molla İbrahim’le gitmesinde yarar vardı.
Bayburt tarafına geçtiler, orada “arazi kuvvetli”dir, buğday ve un çoktur, onların da meyveye ihtiyaçları vardır, ne yapar eder, vişne karşılığı alabildiğimiz kadar un alırız diye düşünüyorlardı.
Hayık’a, Pulur’a uğradılar, 1 kilo vişne satamadılar.
Karayaşmaklılar da bakmadılar yüzlerine... Son umut Aşukka Köyü idi. Molla İbrahim’in orada birkaç tanıdığı vardı, belki onlar yardımcı olabilirlerdi. Vardılar, Molla İbrahim’i gören eline sarılıyor, öpüyor “Sen hoş geldin, sefalar getirdin” diyorlardı. Meramını anlattı kısaca Molla, “Biz seni boş döndürür müyüz Molla Emi, senin iyiliğini nasıl unuturuz?” yanıtı yükseldi birçok ağızdan. Vişnelerin boşaltılması, unla takası, unların çuvallara doldurulup eşeklere yüklenmesi bir saat bile sürmedi.
Çok şaşırmıştı bu işe yeğen, “Kartollarımızı (patates) sıçanların elinden sen aldın” sözlerine bir anlam veremiyordu.
İşin aslını Molla İbrahim anlattı yola düştüklerinde. Aşukkalılar patates ekiyorlarmış, tarla sıçanları toprağın altından tüneller açıp gelip yiyorlarmış kartol ocaklarını. Patateslerin yeşerip yeryüzüne çıkma vakti geldiğinde, bir yeşillik göremeyince Aşukkalılar, eşeliyorlarmış toprağı ve görüyorlarmış başlarına geleni. O yıllarda zirai mücadele ilaçları yok, çaresiz köylü. Molla İbrahim’in de patates ekim döneminde o köye düşmüş yolu, duymuş olanları “Ben söğüt tahtalarının üstüne bir şeyler yazayım, dünya ayet üstüne kurulmuştur, mutlaka bir yararı olur” demiş. Netsin köylü, razı olmuş mecburen. Molla İbrahim yazmış söğüt tahtalarına duaları, onlar götürüp dikmişler tarlalarına. İşte o gün bugündür, sıçanlar dokunmuyorlarmış patateslere.
Okunmuş sıçanlar sayesinde üne ve una kavuşmuşlardı, vardılar köylerine, tandırlar, fırınlar yakılıp ekmekler pişti, bayram etti mideler, sevindi çoluk çocuk.
Sıbbikerr getirmiş...
TRT Kars Radyosuna tok sesli bir spiker aranmaktadır 1963 yılında. O günlerin CHP Genel Sekreteri Turgut Göle’nin akrabası olduğunu öne süren bir kişi, radyo müdürünün odasına girdi, bir spiker adayı getirdiğini söyledi. Müdür “İyi tamam söyle gelsin içeri, bakalım” dedi. Adam “O gelemez, bir zahmet sen gel aşağı” diye yanıt verdi, ısrar da etti. Aşağı indiler, çevrede kimsecikler görünmüyordu, müdür “Hani?” diye sordu, adam ağaca bağlı beyaz eşeği gösterdi, “İşte budur: sıbbikerr, bundan eyisini mi bulacaksın?”
Müdür de Kürt’tü anlamıştı. Kürtçe sıbbi: beyaz, kerr: eşek demekti, o adam spikeri, sıbbikerr olarak anlamıştı.
Niye anlattım bu fıkrayı? Artık böyle Kürt kalmadı. O Kürtler saf temiz insanlardı cahil de olsalar.
Şimdi ekranlar PKK ağızlı sıbbikerrlerle dolu.