Asude uyu bizim Cengiz’imiz!

1966 yılı, üniversite sınavlarına girecektim o yıl. Altı tercih hakkım vardı, ben iki tercih yapacaktım. Gazetecilik eğitimi veren iki okul var, biri Ankara SBF’ye bağlı Basın Yayın Yüksek Okulu, öbürü de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne bağlı Gazetecilik Enstitüsü. Tercihlerim bunlar olacak, çünkü ben gazeteci olmak istiyorum.
Rahmetli babamı deliye döndürmüştü bu tercih niyetlerim, gazetecilere okkalı bir küfür sallamıştı ve yapacağım altı tercihin neler olması gerektiğini bana haykırmıştı.
Asi yıllarımız o yıllar, altta kalmadım ben de, liseyi mahsus bitirmedim, birkaç ders bıraktım, üniversite sınavına da girmedim, sınav harcı olan 100 TL ile de gidip Erzurum Güzelyurt Lokantası’nda kafayı çektim. Sonra mı? Sonra ver elini Erzurum’un Tortum ilçesine bağlı Dikmen Köyü İlkokulu’nda vekil öğretmenlik.
İki iyi yanı var bu köyün; bağlık bahçelik, meyve bol, okulun kütüphanesinde de kitap bol. Meyve yiyip kitap okuyorum. Varlık Yayınları’nın cep kitapları elimden düşmüyor.
Bir gün o kitaplardan biri düşüyor elime. Adı “Korkunç Yıllar”, yazarı Cengiz Dağcı. Hiç duymamışım, cebime koyup tek göz odalı evime yollanıyorum. Akşam köylüler doluşuyorlar odama. Hepsinin elinde meyve kapları, çıkınları... “Hoca” diyorlar “Yahu hele bir şeyler oku bize, cenk kitabı falan yok mu?” “Elimde bu var, bunu okuyalım, belki hoşunuza gider” diyorum, başlıyorum okumaya.
Kitabın yarısına gelinceye dek, çıt çıkmıyor odada. Sonra hıçkırıklar duyuluyor, Kırım’ı sormaya başlıyorlar köylüler bana. Kırım’ı; Emin Oktay’ın tarih kitabında okuduklarım kadar biliyorum ben de, onları anlatıyorum. Elektrik ne gezer o yıllarda o köylerde, lüks lambasının gazını iki kez doldurup sabahlıyoruz, sesim düşmüş bir vaziyette kitabı köylülere okuyup bitiriyorum.
Sonraki yıllarda Cengiz Dağcı’nın kitaplarını hep okudum, Yurdunu Kaybeden Adam, O Topraklar Bizimdi, Onlar da İnsandı, Badem Dalına Asılı Bebekler ve diğerleri... Gurzuf’u Kızıltaş’ı, Akmescit’i avucumun içi gibi biliyordum neredeyse... Birkaç ay önce kitap okuma özürlü bir yakınımın eşi ile birlikte Kırım’a gittiklerini duydum, onlar adına üzüldüm, Cengiz Dağcı okunmadan Kırım’a gidilir mi, gidilirse de (kimse kusura bakmasın) mal gibi gidilir.
Şimdi bu yazıyı yazarken elimde Dağcı’nın üç kitabı var. Biri “eşsiz” benim nazarımda. Adı: “Haluk’un Defterinden ve Londra Mektupları”. Kapağı çeviriyorum, araya soktuğum kâğıtta kitaba ilişkin notlar var, tam dört sayfa. “Karanlığın körpe kölesi değilim”, “Düşlerim ne güzel benim”, “Satın aldığı arazinin, o küçük arazinin üstüne kendi elleriyle bir Kırım kuracaktı” gibi sözleri not etmişim. Sonra “Yansılar”ın ilk cildi. Kocaeli’de bir gazeteye bu iki kitap hakkında bir yazı vermiştim. Edebiyat sayfasını yapan arkadaş sol kökenliydi, Dağcı’yı ilk kez duymuş, üslup öyle etkilemiş ki onu, Yansılar’ın bütün ciltlerini alıp okumuş, “Dağcı’yı keşfetmekten dolayı mutluyum” diye yazıyordu.
Ve elimdeki üçüncü kitap “Regina”. Dağcı’nın eşi için, eşinin ölümü için yazdığı kitap. Bu kitaptan bir cümle takılmış, çakılmış belleğime: “Asude uyu, benim Reginam, ben yine o eski bildiğin benim”.
Cengiz Dağcı, Regina’sına kavuştu 22.9.2011’de. Belleğimde o cümleye kardeş bir cümle olacak artık bundan böyle: “Asude uyu bizim Cengiz’imiz, biz yine o bildiğin biziz!”

Yazarın Diğer Yazıları