Aslanlı Yol’a Doğru
...
Her şey; belgeler, mahkemeler, tutuklamalar ayan beyan ortada, insanları ırk olarak aşağılamak kimsenin haddi değildir. Ancak Amerika’nın gönüllü köpeği olmuşları aşağılamak hepimizin hakkıdır. Hukuksuzluğun zevkini sefasını sürenlere büyük insani sürprizlerimiz yoksa tekrar mağaralarımıza geri çekilelim.
...
Maphusluk adabındadır tutuklu da ziyaretçisi de acısını gizler, belki de (artık hepsi sivil) subaylarımız gizlemenin en ustası haline gelmişler bilinmez tabii, ama endişe, şaşkınlık ve korkudan zırnık eser yok, her birinin saçları mermer rengi ve başka tür bir ışık ruhunuza işliyor. Sanki biraz sonra Fener-Galatasaray maçı başlayacakmış gibi ya da kültür seyahatine çıkmış bir otobüs “aydınlar topluluğu”, şaşılacak ve üstüne psikolojik tahlillerle destan gibi romanlar yazılacak duygusu, hiç birinde ölümcül bir nefret ve kin hiç yok. Kurduğum bu cümleye dikkat edin, çünkü nefret, kin ve intikamdan daha yukarılarda bir yere çıkmışlar.
...
‘Yavuz’ dedim, hayatım boyunca bu kadar “relax” bir atmosfer görmedim, maceracı bir madencinin sevinci gibi bir edebiyatçı olarak bugüne kadar tatmadığım düşünmediğim hesaplayamadığım başka tür bir psikolojik katmanla karşılaştım. Hepsi o kadar sakin duru o kadar kendinden emin ki “Yavuz, bu subayların tek tek yüzleri Meryem’in kucağındaki bebek İsa’ya ne kadar benziyor” ya da “maç öncesi enerjisini israf etmemek için aşırı dikkatli profesyonel sporcular gibi hepsi.” Bu iki taraflı benzetmeden hangisini seçeyim, bir ipucu daha, gözleri parlak hatta gözbebekleri patlayan kıvılcımlar gibi coşkulu, melodi gibi etrafı saran sıcacık bir atmosfer.
İşte Balyoz Davası’nda asıl sorun, bu yeni resmin fazlasıyla değişmiş ifadelerinde başlıyor? Dünyaya gelmiş bütün bebekler güzeldir ancak sakin rahat bir yüzden daha güzel bir şey yoktur. Çözemediğim şaşkınlık burada onları bu kadar yücelten duygu nedir?
Ruhumuzu yüceltmek için istediğiniz kadar namaz niyaz riyazet içinde bulunun, ruhunuzun aynası suratlarınız sizi ele verir, tüm sanatların hatta kurnazların ve hatta illüzyonistlerin tek ikna edemediği şey yüz ifadelerimizdir. Bu mahkeme salonunda tutsak ve mağlup psikolojisinde tek bir kişi görmedim, öyle kutsal bir ciddilik içinde hiç değiller, göz kamaştırmayan sakin yıldızlar gibi. Siz yine edebiyatçılığıma yorumlayın hepsinin mimiklerinde konuşmalarında sadece kazanılmış savaş değil sonrası tantanası da bitmiş bir halleri var birazdan tenis oynayacaklarmış gibi...
İşte bir mezar kasveti beklerken karşılaştığım ve mahkeme salonunda ifade ettikleri her şey doğru çıktı, yetmedi, torunlarını severken de doğru çıktı, uyurken de doğru çıktı, ailesi ile parasızlığı konuşurken de doğru çıktı, hangi hatıra, hangi arkadaşla karşılaşsalar da doğru çıktı, bu bir.
Ve memleket denen büyük bela kamçılarıyla, nişanlarıyla, disiplin cezalarıyla riskleriyle görevleriyle omuzlarından düştü. Ya da kim bilir artık üniformalar içinde kendilerinin de göremediği güneş almamış pespembe beden tenleriyle karşılaşmanın sevincini yaşıyorlar. Ve hiyerarşi ve disiplin içinde geliştirdikleri becerileri bu yeni çıplak günlerinde kişiliklerini kuvvetlendirmede çok işe yaramış olmalı, bizler bunun adına “zeka” diyoruz.
Zeka ve becerileri hep ülke, devlet, görev içindi, zeka ve becerileri ilk defa onlardan tek başına bedenleri için bir şeyler talep etti. En küçük bir tereddüt ve geçiş hastalıkları yaşamadan ve elleri titremeden bu büyük topluluk tek fire vermeden bu görevi başarmış görünüyor. İşte burada hayatımda ilk defa çok sevdim bu adamları, en küçük bir psikolojik kapris ve şımartılara ve zerre sızlanmalara iğne deliği kadar, sinek vızıltısı kadar değer vermeden kendi iç portlerinde zerre endişe göstermeden, hani moda deyimle, barışmış olmaları, işte gözlemimi takdimimdir. Bu kurmay subayların gerçekten çok çok korkunç sağlam ve görülmeyen gizli silahları budur.
...
Şüphem yok artık, biz Adem’den de önce var olanlar, biz hiç bir kancanın yakalayamadığı balıklar, hiç bir ağın tutamadığı kelebekleriz. Şüphem yok artık, o aslanlı yoldan artık o üniformalar değil, kelebekler kadar hafiflemiş bu soylu temiz yüzlerle yeniden Anıtkabir’e yürüyeceğiz...
***
Yukarıda Türk Edebiyat tarihinin en anlamlı satırlarının bir bölümünü okudunuz. Nihat Genç bunları Ağustos başında yazmıştı. Yani Balyoz Davası’nda henüz karar verilmeden. İlk kez gittiği Silivri’den yazdıkları fena vurdu beni... Nihat Ağabey “Aslanlı Yol” u yazdığında ne 29 Ekim ne de 10 Kasım’da milyonlar Anıtkabir’e yürümeyi düşünüyordu. Kelebekler kadar hafifleyemesek de, Silivri, Hasdal, Maltepe, Mamak, Sincan ve İzmir’deki tutuklu soylu insanlar yanımızda olmadan yürüdük Aslanlı Yol’da... Hukuksuzluğa baş kaldırıp yine yürüyeceğiz elbette.
Kırmızı Kedi Yayınları’ndan “Aslanlı Yol’a Doğru” kitabını bir solukta okudum. “Leleler” de var bu eserde. Halen okumadıysanız, eşinize dostunuza alıp hediye etmediyseniz ,hayatınızda boşluk vardır. İddia ediyorum böyle bir kitap okumadınız!