Aşkı öpen dudaklar, Ergenekon ateşi ve şair
Ben ağır işitir oldum uzak çığlıkları” diye kendini -aslında hepimizi- şikayet ediyor Şair. Neden? Çünkü “Ta derinlerde sahipsiz bir Asya var” oralarda “adını unutmuş dağların uğultusunda”. Ağır işitse de Şair, kulağı yine oralarda, gönlü hep oralarla: “Oldukça afgan bir günümdeyim/fırlatılmış filistin sapanıyla/birden ırakta çeçen oldum/şaşkın hesaplar savaşında bir mermi/taşa gömüldü yitti
yüzüm.”
Sonra birden Ergenekon’u, o kirletilmek istenen kutsalı hatırlıyor ve hatırlatıyor Şair: “Temiz bir ergenekon bulalım/tek bir at için, tek bir nal için/ yarılmamış metal dağlarda/yol aşığı demir çarıklarla/toy ateşler olalım rüzgârlara/yedi kollu körük olsun nefesimiz/ (...) Aşkı öpen dudaklarımızı ergenekon ateşine sürelim/erisin metal, çağıl çağıl aksın/demir çağından çelik zamanlardan/atlarla, sıcak nallarla
geçelim”
Şair Sabri Kuşkonmaz “Soğuk Takvim” adlı yeni şiir kitabında, “Aşk imiş her ne var âlemde” diyen Fuzulî’nin izinden ve sözünden gidiyor. Onun şiirinde, aşk yalnızca metal dağları eritmiyor, tufan sellerinin üstünde de uçuyor, yeniyor ilahi öfkeyi.
Yaratılış ve türeyiş üstüne, Türk mitolojisine uygun dizeleri de var bu şairimizin. Dağlarla da çok işi var. Ayna tutuyor dağlara, bir dağ adıyor sevgilinin adına. Bir gül uçuruyor elmalarla dağlar arasında. Ve atlar... Gölgesiz atlar, kül atlar, dağınık atlar... Asit atları, deniz atları ve isyan atları... Hepsinin dizgini bu şairin elinde, sürüyor tarih atlasının yüzeylerine. Derken, bir bakıyor ki bugün o atların gurbet çağıdır: “uzamış atların gurbet çağları/kötülük sarmış bırakılan sılayı/yılan ıslıkları selamlıyor yolcuları/atların yeliyle tozan günde gölgeler gelip geçiyor/aşka menfi görüş bildiren bir savcı oluyor yüzüm birden/ at ile aşk, rüzgârın iki çocuğu/kavuşamadan uçuşuyor ayrı yollarda.”
Sabri Kuşkonmaz; farklı, özgün, ülkülü ve iletili bir şair. Kora Yayınları arasından çıkan yedinci şiir kitabının, bizde uyandırdığı kanı bu.
Mavi Tulumlu Derviş
Şunu belirtelim öncelik ve ivedilikle: “Suçla müjdelendiğini” söyleyen Ahmet Turan Kul; bir sufidir gönlüyle, sözüyle ve tavrıyla. Sufi adlı şiiri doğruluyor bu dediklerimizi: “ey sufi gece
nedir/arınmaktır/ey sufi
arınmak nedir/siyaha bürünmektir/ ey sufi siyah nedir/ışığa görünmektir/ey sufi ışık nedir/gönüle düşen ateş/ey sufi ateş nedir/çıplak yürüne yol/ey sufi yol nedir/sevgiyle açılan kol/ey sufi kol nedir/sağı solu olmayan beden/günahı sevabı olmayan akıl/ağızsız dil”
Kul, o bilinen kökleşik sufiliği temellük ederek yeni açılımlara erişmiş. Vahdet-i mevcut ve Alevilik damarını iyice bellemiş, özümsemiş, sonra o birikime yaslanarak bugünü sorgulamış. Diyor ki: “feyyazın lokması faiz/devlet fetva vermiş caiz/muaf muaffakta vaiz/akçe onun ökçe bizim”
Muhammed Mustafa ile Mustafa Kemal adlı şiiri ise ham sofuları yerinden hoplatacak türden “muhammed mustafa mustafa kemal/birinden birine söz katli helal/birinde şeriat oldu istiklâl/biri şeriatı yıktı kurtuldum”
Halk ve divan şiiri geleneği asrın idrakine söyleterek Hilmi Yavuz’un “sahih şiir” dediği şiire erişen Ahmet Turan Kul’da Attila İlhan etkisi seziliyor. İlhan, Kul’un şu dizelerini beğenmiş ve tabii ki isabet buyurmuş: “fabrika işleriz seccadelere/dişlilerde ilham ilahilere/marifet ehliyiz sır ahilere/mavi tulum giymiş derviş deyin bize”
Ahmet Turan Kul’un “Toplu Şiirleri”, Va Yayınları’nca yayımlanmış.