Askeri darbe için zemin hazırlandı!
Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuruları bir an evvel değerlendirmesi ve Balyoz yargılamasından doğan mağduriyetin daha da katmerlenmemesi için yapılan basın açıklaması sırasında tanıştık; adı Pelin İskender Ertaş. Hayat dolu genç bir kadın; mücadeleci.
Hani kısa süre önce sizinle paylaşmıştık; cezaevinde portrelerimizi yapan bir deniz yarbay vardı; Kürşat Güven Ertaş. Hıh, işte Pelin onun eşi.
Mamak’a teşekkür ziyareti
Ankara’ya kadar gelmişken Mamak’a uğramadan, gazetedeki pul kadar fotoğrafa bakarak koca bir tablo yapan o yetenekli insana teşekkür etmeden olur mu, olmaz mı, ama zaman da yok, izin çıkar mı, çıkmaz mı derken bir de baktım, bir yanımda Pelin, diğer yanımda “cezaevleri ve mahkeme salonları rehberim” Müyesser Yıldız, Mamak’tayım.
Bu “yüz yılın hesaplaşması” ysa hiç itirazım yok; Ertaş’tan uygununu bulamazlardı “intikam” almak için. Dedesi Enver Paşa’nın kadrolarından, dayısı 28 Şubat davasında yargılanan bir general, babası terör saldırısında şehit düşmüş genç bir subay...
Kutsal bir emanet sayıp, gözümüzden sakınacağımıza, şehit oğluna terörist muamelesi yapan bir ülkeye dönüştük ve bu utancı, bu ayıbı bir “şeref madalyası” gibi taşıyabilenler var bu
ülkede!
Mektup arkadaşlarım...
Aslen Kürşat Güven Ertaş’a geldik ama ister istemez gözüm diğer masalarda;
O kim? Peki o? Ya şuradaki?
O buz gibi görüş salonunu dahi ısıtabilecek kadar tanıdık geliyor duyduğum isimler:
Şafak Yürekli diyorlar;
İsrail’de Hayfa Limanı’nda tatbikatta olduğu sırada klonlanıp Aksaz Üssü’nde darbe toplantısı yapmayı başaran insanüstü güçlere sahip o üstün yetenekli tuğamiral!
Bir rekoru daha var; o üç davada birden sanık yapılan tek komutan!
Görseniz, yine de nasıl dimdik başı, nasıl onurlu duruşu.
Yarbay Hüseyin Topuz orada... Birkaç güne kitabı çıkacak Kurmay Albay Yusuf Afat... TSK’nın en parlak subaylarından biri, kuvvet komutanlığına yürüdüğü söylenirken kendini bu “guguk çıkmazı” nda bulan Mehmet Eldem... Kurmay Albay Hakan Mehmet Köktürk... Albay Nihat Altunbulak... Deniz Kurmay Albay Engin Kılıç...
İlk gidişim aslında, ama duyduğum her isme aynı tepkiyi veriyorum Mamak’ta;
Tanıyorum.
Evet, evet tanıyorum.
Onu da tanıyorum!
Onlar benim mektup arkadaşlarım! Hayatlarına çoğu arkadaşımınkine olduğundan daha fazla vakıfım. Hikayelerini satır satır vicdanıma kazıdım.
Dönüş yolunda Müyesser Yıldız’a da söyledim;
Hani insan kendini yüzünden belli eder derler ya... Nasıl temiz yüzler, nasıl aydınlık bakışlardı onlar öyle.
Ve bir Mamak var Mamak’tan içre;
Keşke yasak olmasaydı da fotoğraflayabilseydim size... O subayların, komutanların bu milletin öz evlatları olduğunun delili onlarca kare takıldı yüzüme... Gösterişsiz, içten, sade, mütevazı, mazbut aileler; bir kenara çekilmiş sandalye üzerinde namaz kılan bir anne mesela. Elini öptüren “Anadolu çocuğu(!)” bir baba... Saçı boyalı, fönlü, tırnağı ojeli, tayyörlü olanı da var, eli kınalı, başı bağlısı da; bakmayın siz siyaseten üretilen suni kutuplaştırmalara; aynı acıyla yandı hepsi aynı anda. Hepsi aynı safta aslında.
Onarılamayacak hasarlar
“Tıbben bir mucizeyi başarmışız” diyor biri;
Bir profesör anlatmış, bir insanın “nedensiz” ve sonu belirsiz halde bedenen ve zihnen böyle bir zulme direnip, ayakta kalabilmesi mümkün değilmiş.
Ki daha “başardık” derken dalıyor gözleri, kaç arkadaşları “amansız hastalıklara” tutuldu, kaçı toprağın bağrına göçtü gitti...
Artık herkes - “konjonktür efendileri” öyle buyurduğundan- özgürlüğün yakın olduğunun farkında ama “onarılacak olanlar kadar onarılamayacak hasarlar” da götürecekler yanlarında.
Bir ara ilk bakışta garipsediğim bir cümle çalınıyor kulağıma:
“AKP’nin kazanmasına sevindik...”
Söyleyen de bu cümleyi kurduğuna hayret eder gibiydi “En azından bize bu kumpası kuranlarla mücadele edeceğini biliyoruz!”
Anladığım kadarıyla belli gruplarla, yapılarla bağ içindeymiş gibi algılanmaktan rahatsızlar;
“İşçi Partisi bir eylem yapıyor. Ellerinde fotoğraflarımız. Bu bizim dışımızda gelişen bir olay. Bizi onunla, bununla hareket etmekle suçlayanlar var, madem rahatsızlar sahipsiz bırakmasınlar, kendileri sahip çıksınlar...”
Bir diğer çarpıcı tespit:
Ailesiyle sohbet eden subaylardan biri en büyük korkusunun askeri darbe olduğunu söylüyor:
“Darbecilerden temizliyoruz diye bizi tasfiye ettiler, orduyu askeri darbe yapmaya müsait hale getirdiler...”
Yaaa!.. Anladınız mı şimdi bu “kumpas”ın “okyanus ötesi” ile arasındaki “illiyet”
ilişkisini!
Fahri Balyoz Mağduru
Ve sürpriiiiiiz...
Balyoz mağdurları, “Fahri Balyoz Mağdurları Sertifikası” hazırlamışlar, bana da takdim ettiler.
Sertifikayı hak edenler aslında cezaevlerinde bir sebeple 10 günden fazla zaman geçirenler; ama mahkemede geçirdiğim günlere bir de yazılarımla cezaevlerine konuk olduğum zamanları ekleyip beni “kontenjan” dan “fahri mağdur” ilan
ettiler.
İşte sertifikamda yazanlar:
“Balyoz Davası olarak adlandırılan hukuk katliamının kurbanları olan bizlere, yaşadığınız zulmü içinizde hissederek maddi ve manevi destek vermek üzere, ziyaret ve benzeri sebeplerle 10 günden fazla olmak üzere Mamak, Hasdal, Maltepe, Şirinyer, Silivri ve Sincan Cezaevlerinde zaman geçirerek, Balyoz Fahri Mağduru olmaya hak kazandınız.
Başka mağduriyet yaşamamanız dileklerimizle, şükranlarımızı sunarız.
Balyoz Davası Mağdurları, Mamak”
Ama asıl bomba küçücük puntolarla düştükleri şu notta:
“Dikkat: Bu sertifikanın bazı bölümleri “Calibri” fontu ile yazılmıştır.”
Malum, 2003’te hazırlandığı iddia edilen darbe planlarını 2007’de piyasaya sürülen “Calibri” fontu ile yazabildiklerini varsaymıştı ya mahkeme heyeti; orası bu “taş”ın adresi.