Asker avı...
Av ve avcılığın evrensel ve insani kuralları vardır. Fillerin çukura düşürülme hikâyesini çok önceden yazmıştım. Kuşların ve diğer av hayvanlarının tuzağa çekilip yakalanması ya da vahşice öldürülerek duvarlara asılmasını gerçek avcılar kabullenmezler. Balık sürüsü geçse bile namuslu balıkçı sadece yiyeceği kadar ya da o günkü nafakası kadarını alıp evine döner. Çoğu zaman eli boş dönen oltacılar, yemekten ziyade nefislerini terbiye etmeyi, sakin ve güzel vakit geçirmeyi amaçlar. Sürek avı ve safaride işi ileri götürenlere yerli izciler karşı çıktığı için cezalandırılıp öldürüldüklerine dair yüzlerce anı belgesel vardır.
Avcılık sınırlarını aşıp nesil tüketmeye, vahşete varan uygulamalar yüzünden Allah’ın bahşettiği tabiatın dengeleri değişiyor ve insanlığın geleceği tehlikeye girdi bile. Vahşi kapitalizm bir kaç ton altın çıkarmak için ormanlarımızı yok edip sularımızı zehirliyor. Dünyanın hiç bir ülkesinde uygulanmayan, her nehir ve akarsuya HES yapma çılgınlığı da ülkemize has bir garabet. Üç kuruşluk enerji üretme uğruna tarım arazileri kurutulup, insanımızın nefes aldığı araziler mahvediliyor.
Bu sütunlara sığdıramayacağımız kadar vahşetin çeşitliliği arasında “itibar ve kadro tasfiyesi” yaşanıyor. Yaftalar öylesine ucuzlamış ki her önüne gelene “darbeci, şikeci, casus, fuhuş çetesi, fişlemeci” gibi işportaya düşen karalar çalınıyor. İslam hukukunda en ağır ceza olan zinanın kanıtlanabilmesi için en az iki şahidin “duhul ettiğini görmesi” bile yetmiyor. İkrar şartı aranıyor. Yani “evet zina yaptım. Nikâhsız cinsel birleşmeyi yaşadım” diyerek tarafların itirafı istenir. Günümüzde doktor raporları vs. var. Üstelik AKP döneminde zina suç olmaktan da çıkmıştır. Ama aynı AKP döneminde sözde suç unsurlarının neredeyse tamamını “digital” veriler oluşturuyor. Yani digital terör sahnede... Üstelik söz konusu digital verilerin sahte olduğunu bilirkişi raporlarıyla kanıtlamak da filili durumu değiştirmiyor. Yassıada’daki “Sizi buraya tıkan güç böyle istiyor” sözlerinde olduğu gibi “Siz avsınız... Avın hukuku olmaz. Avcının dediği olur” mantığı hakim. Oysa Yassıada duruşmalarının gerekçeli kararlarında her sanık için ayrı gerekçeli karar ve şerhler mevcuttur. Mevcut anayasamıza ve evrensel hukuk kurallarına aykırı olan Özel Yetkili Mahkemeler isim değiştirerek kaldırıldı. Hukuk dersinin girişinde “Müktesep hak” kavramı vardır. Yani kazanılmış hak, yasalar değişse de lehinde olan uygulanır. Lakin “ben yaptım oldu” mantığı “davalar sonuçlanana kadar göreve devam” maddesi ekliyor. Ta başından “ceza hükmünü verdikten sonra görevi bitecek” deniyor. İhsası reyin ta kendisi... Ümraniye, sözde Balyoz vs. gibi davalarda tıpkı şike gibi mahkeme cezayı verecek... deniyor. Sonrası Yargıtay’ın işi...
Tuzağın hazırlandığı ilk günden bu yana bıkıp usanmadan yazdığım asker avı, sessiz sedasız devam ediyor. Hemen her gün gazetelerin iç sayfalarında rutin “13 asker fuhuş ve askeri casusluk suçundan gözaltına” alındı başlıkları hipnoz halinde olanların dikkatini çekmiyor. Aşk-ı Memnu’daki Behlül’ün aşk maceraları gibi... Dizi filmlerin büyüsü yani asker bu; darbe de yapar, fuhuş da... Ve hatta casusluk da... Dünkü Yeniçağ’da değerli Hocam Prof. Dr. Ümit Özdağ “Askeri casusluk ve şantaj davası” başlıklı yazıyı kaleme alıp, iddianamede “askeri casusluğun” tespit edilemediğine vurgu yaptı. Fakat Ağustos ayı yaklaşıyor. Yüksek Askeri Şura toplantısı öncesi tasfiye süreci hızlanacak.
İzmir merkezli davanın perde arkasını ve İzmir’de geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz merhum Mehmet Arısoy’u önümüzdeki yazıya bırakıyorum.